Bilimsel argümanlar yerine ok işaretlerinin kullanıldığı, markaların ‘sürdürülebilirlik literatüründe’ tıpkı geri dönüşüm gibi, ok işaretleriyle betimlenen başka bir kavram da döngüsellik/dairesellik.
Görsel:WWD
Zaman oku, bilinir, tek yönlü bir oktur. Ve daima, tek yönde ilerler. Denklemin nasıl kurulduğuna bağlı olarak, kültürde bu tek yönlülük artmayı, azalmayı veya yaşlanmayı, ama daima geri dönüşsüzlüğü ifade eder. Çöreklenip, kendi kuyruğunu takip ettiğindeyse, durum değişir. Ve mevcut olanın ilelebet sürdüğü bir ideale kavuşur. Ki bu da sürdürülebilirlik idealiyle uyumludur. Zira, sürdürülebilirlik soyut bir idealdir. Ama onu gerçekleştirmek için, kendisi de birbirini kovalayan üç okla betimlenen geri dönüşüm gibi somut yöntemler söz konusudur. Bu anlamda, sürdürülebilirlik geri dönüşüm demek değildir. Ne de tersi doğrudur. Zira, kıyafetlere dönüştürülen pet şişeler, ilkinde değilse ikincide, çöplüğe geri ‘kavuşur.’
Peki, döngüsellik ‘sürdürülebilir bir moda endüstrisi’ iddiasının neresinde yer alır?
Önce tanımına bakarsak… Daha ziyade atık yönetimine ait olan bu kavram, atıkların çevresel bir kirliliğe neden olmayacak şekilde doğada yok olabilmesi veya kalitesini yitirmeden geri dönüştürülebilmesi anlamına gelir. Ama tıpkı diğer kavramlar gibi, endüstrinin ‘literatüründe’ döngüselliğin tanımı da muğlaklaşır. Ve ürünlerin bakımı/onarımıyla yeniden kullanılmak veya geri dönüştürülmek üzere sistemin içinde daha uzun süre tutulması şeklinde tanımlanır.
Ama elmanın ne demek olduğunu anlamak için nasıl Platon’un elma ideasındansa elmanın kendisine bakıyorsak, döngüselliği anlamak için de kâğıt üzerindeki tanımlarındansa onu bir iş modeli olarak benimseyen işletmelere ve bunların sistemin neresinde yer aldıklarına bakalım.
Gana'ya gönderilmeden önce İngiltere'ye giden kıyafetlerin izlediği rota
Görsel: Reach Publishing Services Limited
Bunun bir yerinde, döngüselliğe dayalı iş modeli araya kaynar. Ve raf ömründe müşteriyle buluşmayan veya defolu ürünleri ‘yenileyip’ satışa sunarak, onları çöpe gitmekten ‘kurtarır.’ Ve ‘döngü’ tamamlanmış olur.
Doğrusu, başladığı noktaya geri dönmek anlamında, sistem zaten döngüseldir. Zira, bu yeni iş modeli o tişörtü dikildiği yere çöp olarak geri dönmekten kurtarmaz, fakat çöpten önce bir kez daha satar.
Öyle bile olsa, bir ürünün sistemin içinde daha uzun süre kalıp, daha fazla kullanılması, yine de iyi bir şey değil midir?
Kuşkusuz, iyidir. Ama mahalle aralarının ihraç fazlası veya defolu ürün mağazaları ve Salı Pazarlarının yıllardan beridir yaptığı, zaten bu değil midir? Belki pazarcının, “Bana gelişi bu!” iddiasından başka satacak ne ‘sürdürülebilirliği’ ne de ‘döngüselliği’ vardır. Ve “beni alarak dünyada büyük bir fark yarattığını” da düşünmez. Oysa fark, tam da buradadır. Ve söylemleri ve reklamlarındaki çevre vurgusundan, ‘döngüselci girişimcinin’ pazarcıdan farklı ne sattığı anlaşılır. Sattığı tişört değil, fakat ‘döngüselliğin’ kendisidir!
Görsel: DHA
Serbest piyasada, satış serbesttir. Ama satıştan da önemlisi, sistemin kendi kendini aklayan ideolojik manevrasıdır. Ve tıpkı iklim değişikliğinin sorumluluğunun ‘duşunu sıcak suyla alan’ bireylere yıkılması gibi, moda endüstrisinin yarattığı küresel atık da böylelikle bireylerin üzerine kalır. “Almazsan, çöpe gidecek!” ise, denizlere taşan bu çöp kimin suçudur?
‘Döngüselci işletmelerin’ kendilerini hızlı modaya alternatif olarak sunmaları ise artık ideolojik bir tercih değilse, ancak ‘iyi niyetli’ bir reklamdır. Zira, hızlı modanın teşvik ettiği, sürekli yenilenen model talebine yaslanır. Ve çevreye değilse de çevreye-duyarlı-tüketicilerine duyarlı markalardan ‘bağış’ alır. Elbette, ‘davası’ ne küresel markalarla ne de duyarlı tüketicilerledir. Ama o ‘yenilenmiş tişörtü’ satın almayarak, göz göre göre çöpe gitmesine neden olan ‘bilinçsiz bireylerledir!’
Gana’nın Jamestown sahilindeki giysi yığınları arasından denize giren çocuklar (Görsel: Adam Gerrard / Daily Mirror)
Bir kez daha, sorun çöpe gidecek ikinci el veya hiç giyilmemiş kıyafetlerin, ihtiyaç sahipleriyle buluşturulması sorunu değildir. Sırf ilgili bir vakfa (OR) bağış yapıyor diye, döngüsel ekonomiye doğru gittiğini iddia eden, oysa piyasaya her gün altı binden fazla yeni model süren küresel dev SHEIN örneğinde olduğu gibi, çoğu daha baştan atık olarak üretilen, aşırı üretim krizidir.
“Yanlış hayat, doğru yaşanmaz.” (T. Adorno)
Birey, bu ifadenin ikinci kısmında. Adorno’nun mesajı, modern kapitalist sistemde, bireyin kaçışsızlığı. Bu kaçışsızlık, moda endüstrisinde de tüketimden tüketirken kendini suçlu hissetmeye, bütün renkleriyle beliriyor. Elbette, sektörde çevreye duyarlı insanlar var. Ve atık/tüketim sorununu dert edinip, iyi niyetle iyi bir şeyler yapmaya çalışıyor. Ama günün sonunda bu iyi niyetleri ancak uygun, verimli bir iş modeline dönüşebilirse hayatta kalıyor. Ki bu hayatta kalış, iyi niyetin ölümüanlamına geliyor. Daha az üretmek gibi ‘safça’ bir seçenek, elbette bir iş modeli değil. Ve ancak büyüyerek ayakta kalabilen bir ekonomik sistemde, sürdürülebilir tek şey, o halde, tüketimin kendisidir!
Son olarak, sistemin, duyarlı tüketicilerin doğaya gösterdikleri şefkati dahi meta dolaşımına dahil edebilme yeteneği ve ‘yanlış hayattan bu kaçışsızlığa dair kişisel bir gözlem… Moda endüstrisinin neden olduğu çevresel sorunlara değindiğim geçmişteki bir yazımdan sonra, bazı şirket temsilcilerinden mesajlar almıştım. İyi niyetlerinden kuşkum yok. Ama sistemin, ne kadar ‘yıkıcı’ da olabilse dışarıdan her eleştiriyi ve dışsal olan her kaygıyı içine alabilme ve onu, bir ‘duyarlılık pazarında’ meta dolaşımına dahil edebilme esnekliğini göstermesi bakımından, mesajlar ilginçti.
Bu eleştiri-geçirmez esneklik akla, toplumsal hareketlerin yükselişe geçtiği bir zamanda, vitrinleri kaplayan gaz maskeli, parkalı ve genel olarak, aktivizm temalı mankenleri getirir.
Mesaj açıktır. Okuyalım…
“Sistemi yıkmak mı istiyorsunuz?”
“Bu ürünü satın alarak, gelin beraber yıkalım!”
TIKLAYIN | Geri dönüşüm kutusuna attığınız kıyafetlerin ‘cennete’ gittiğini düşünüyorsanız, moda endüstrisinin gizli 'cehennemine' bir bakalım
Zeynep Yıldırım kimdir?
Siyaset Bilimi Doktoru Zeynep Yıldırım, siyaset bilimi alanındaki doktorasını Türkiye'de yaşayan Suriyeli mültecilerin menşe ülkelerine geri dönüşü üzerine yaptığı tez çalışmasıyla 2019 yılında İstanbul Üniversitesi'nden aldı.
2018 yılından beri Londra'da yaşayan ve bağımsız araştırmacı olarak çalışan Dr. Yıldırım, Londra Göç Müzesi'nde gönüllü danışmanlık yapıyor.
Duvar ve Birikim gazetelerinde yazıları bulunuyor. 2021 yılında başladığı T24'teki yazılarına devam ediyor ve yazılarında çoğunlukla göç etmenin ve göçmen olmanın insanlar üzerindeki etkisini sanat, edebiyat ve siyasetin iç içe geçtiği bir yaklaşımla değerlendiriyor.
Çalışma alanları arasında gönüllü ve zorunlu göçler, göçmen ve mülteci deneyimleri, mülteci politikaları, siyaset teorisi, kimlik ve kültürel çeşitlilik, popüler kültür ve siyaset ilişkisi ile politik sanat bulunuyor.
|