11 Kasım 2014 16:50
Ana akım medyada GDO (genetiği değiştirilmiş organizmalar) ile ilgili çelişkili bilgiler yer alıyor. Birçok araştırmacı GDO’lu ürünlerin uzun süreli kullanımının zararlı olacağını iddia ederken; bazılarının görüşü ise, kalabalıklaşan nüfusun gıda ihtiyacının ancak GDO ile çözülebileceği yönünde. Peki, GDO hakkındaki yaygın düşünceler gerçeği yansıtıyor mu?
ABD'li kâr amacı gütmeyen çevre örgütü Center for Food Safety’den Debbie Barker’ın Yeşil Gazete’deki makalesi şöyle:
New Yorker’da Michael Specter tarafından 25 Ağustos 2014’de yayımlanan “Şüphe Tohumları” isimli makale, genetiği değiştirilmiş (GD) ürünlerle ilgili genel inanışları yansıtmakta ve teknolojiyle ilgili haklı bilimsel eleştirileri göz ardı etmektedir. Söz konusu makale The New Yorker dergisinden beklenen yüksek düzeyde bütünlük ve yayıncılık ilkelerini yansıtmamaktadır.
Biyoteknoloji şirketleri her yıl reklam ve pazarlamaya yüz milyonlarca dolar harcama yapıyor. Önde gelen biyoteknoloji şirketlerinden Monsanto, çoğunluğu GD ürün teknolojisi olmak üzere reklama yıllık 87 milyon ila 120 milyon dolar harcama yapmaktadır. Sektör, lobiciliğe, GD gıdaların etiketlenmesi ile ilgili gizli oylama girişimlerine karşı gelmek amacıyla daha ileri reklam aktivitelerine milyonlar harcıyor. Böylesine devasa harcamalar, The New Yorker da dahil olmak üzere bazı büyük basın kuruluşlarında GD ürünler ve gıdalar lehine etkili anlatımlar yapmak için bir araç haline geldi.
Bu makale, Doç Dr Vandana Shiva’yı, dünyanın yoksul nüfusunu besleyebilmek için bilimsel çözüm olarak GD ürünlerin sunulmasına karşı çıkan uluslararası hareketin lideri olarak lanse ediyor. Buna karşın, bilim insanlarını, akademisyenleri, politikacıları, hükümetleri ve sıradan insanları biyoteknolojiyi sorgulamaya iten bu çözüm bu teknolojinin başarısızlığıdır –teknoloji karşıtlarının korku borazanlığı değil.
Genetik mühendisliği ile ilgili önemli bilimsel literatürü iyice incelemek yerine, yazar, teknoloji ile ilgili en popüler –ve çoğu çürütülmüş- mitlerden bazılarını tekrar ileri sürüyor.
İşte The New Yorker’ın sürdürdüğü mitlerden bazıları:
Mit: Genetiği Değiştirilmiş (GD) Ürünler Açlığa ve Kötü Beslenmeye Çaredir –Gerçek: Yüzlerce milyon dolar harcayıp, otuz yılı aşkın süredir araştırmalar yaptıktan sonra, GD ürünlerin dünyayı besleyeceği ve güçlü besin kaynağı sağlayacağı düşüncesi başarısız oldu.
Mit: GD Ürünler Daha Az ve Daha Güvenli Kimyasallar Kullanır – Gerçek: Aksine, GD ürünler pestisit kullanımını devasa miktarlara çıkardı ve yeni nesil GD ürünler 2,4 D ve dicamba gibi daha güçlü ve daha toksik herbisit ve pestisitlerin kullanımını da tetikleyecektir.
Mit: GD Ürünler Verimi Arttırır – Gerçek: Araştırmalar, ABD’deki herbisit dirençli mısır ve soya fasulyesinin veriminde herhangi bir artışa rastlanmadığını gösterdi. The New Yorker makalesinin Hindistan’daki Bt[1] pamuğun verim artışıyla ilgili alıntısı da dahil olmak üzere, Bt ürünlerinde görülen verim artışları, genetik mühendisliğinden değil, başlıca geleneksel yetiştirme veya diğer faktörlerden kaynaklanmaktadır.
Büyük çaplı çalışmalar, maliyetli olmayan agroekolojik yöntemlerin; kimyasalların ve suyun kullanımı azaltma, sosyal ve ekonomik refah sağlamanın yanı sıra, endüstriyel tarım sistemleri kadar ya da onlardan daha fazla verim artışı sağladığını doğrulamıştır.
Bu mitler, aşağıda bahsedilen detaylarla çürütülmüş ve ekolojik tarımın büyük başarılarından bazıları öne çıkarılmıştır.
Mit: Genetiği Değiştirilmiş (GD) Ürünler Açlığa ve Kötü Beslenmeye Çaredir – The New Yorker makalesi, yoksul ülkelerdeki kötü beslenmeyi azaltmaya örnek olarak altın pirinci veriyor. En az yirmi senedir biyoteknoloji taraftarları, A vitamini eksikliğine bağlı körlüğe çare olarak, A vitamini öncülü olan karotenoidlerce zenginleştirilmiş altın pirinci öne sürmekteler.
Gerçek: Buna karşın, altın pirinç pazarda yer almıyor; çünkü bir dizi fikri mülkiyet meselesi ve teknik sorun on yılı aşkın süredir bu ürünün gelişimini engelliyor. Daha birkaç ay önce, altın pirincin araştırılması, analizi ve test edilmesinden sorumlu olan Uluslararası Pirinç Araştırma Enstitüsü (IRRI), “GD altın pirinçten alınan ortalama verimin, çiftçiler tarafından tercih edilen benzer yerel çeşitlerinden alınan verimden ne yazık ki daha düşük”olduğunu açıklayan bir rapor yayımladı.
IRRI şöyle bir açıklama daha yaptı:
“Altın pirincin günlük tüketiminin, A vitamini eksikliği olan kişilerin A vitamini seviyelerini yükseltip, dolayısıyla gece körlüğü gibi ilintili durumlarda azalma sağlayıp sağlamadığı henüz belirlenmemiştir.”
Altın pirinç bir anomali değildir. 2000 yılı başlarında, Monsanto’da post doc yaptığı zamanlarda gerçekleştirdiği çalışmaya göre, Afrikalı bitki patalogu Florence Wambugu Kenya’da yetiştirilecek olan virüse dirençli bir GD tatlı patates geliştirmek için bir proje yürüttü. New Scientist proje ile ilgili şöyle duyurdu: “Afrika’da GD gıdalar neredeyse tam anlamıyla yoksulluğu silip süpürdü.” Forbes dergisi ise, “Batı, genetiği değiştirilmiş gıdaların ahlaki boyutunu tartışırken, Florence Wambugu onu ülkesini doyurmak için kullanıyor,” şeklinde duyurdu. Ancak, bu makaleler konuyla ilgili saha denemelerinin tamamlanmasına birkaç yıl kala duyuruldu. Başarısız olan saha denemelerinin sonuçları 2004 yılında sessiz sedasız yayımlandı.
Kenya’nın Daily Nation gazetesi şöyle rapor etti:
“Biyoteknoloji yoluyla virüse dirençli tatlı patates geliştirme deneyleri başarısızlıkla sonuçlandı.”
Yaklaşık aynı zamanlarda, Uganda ve Mozambik’teki yetiştiriciler, konvansiyonel yetiştirme kullanarak yüksek beta karoten içerikli, hastalığa dirençli tatlı patatesi başarıyla geliştirdiler ve aynı zamanda çok daha fazla verim elde ettiler.
Benzer şekilde, biyoteknoloji endüstrisi, Afrika’daki en önemli nişastalı ürünlerden biri olan manyoğu genetik mühendisliğini kullanarak yüksek protein içeriğiyle zenginleştirdi. Buna karşın, arttırılmış protein içeriği iddiasında bulunan araştırma makalesi, iddia edilen yüksek proteinin var olmadığı ortaya çıkınca daha sonra geri çekildi.
Ancak, tatlı patates ve diğer birçok üründe olduğu gibi, GDO’suz yetiştirme, verim ve besin değeri gelişiminden kuraklık toleransına kadar birçok konuda manyoğun geliştirilmesinde ilerleme kaydediliyor. Bu gelişmiş türlerin birçoğu Afrika’daki çiftçiler tarafından zaten yetiştiriliyor. Yine de bu başarılardan pek sık bahsedilmez.
Mit: GD Ürünler Daha Az ve Daha Güvenli Kimyasallar Kullanır – GD ürünlerin yer aldığı alanların yüzde 99’undan fazlası ya: 1) ürüne zarar vermeden zararlı otları öldürmek için bir ya da daha fazla herbisitin geniş spektrumlu, tekrarlanmış sulama işlemine tabi tutulan herbisit direçli (HD) ürünlerdir; ve/veya 2) böcek dirençlidir; dokularında toksin üreterek hedef alınan zararlı böcekleri öldüren Bacillus thuringiensis (Bt) ürünlerdir.
Gerçek: Dünyada bugün GD ürün yetiştirilen her altı dönüm alanın beş dönümünden fazlası (%85) herbisit dirençlidir; neredeyse tamamı Monsanto’nun Roundup Ready mısırı, soya fasulyesi, pamuğu, alfalfası, kanolası ve şeker kamışından oluşmaktadır. Roundup’ın ana içeriği, şirketin amiral gemisi olan glifosattır. Roundup Ready ürünlerinin çevreye birçok olumsuz etkileri bulunmaktadır. Amerikan Tarım Bakanlığı (USDA) tarafından gönderilen pestisit verilerine dayalı yeni bir hakemli değerlendirmeye göre, Roundup Ready ürünlerine, bu ürünlerin olmadığı durumda harcanacağından 527 milyon pound[2] daha fazla herbisit sıkıldığını gösterdi (1996 – 2011 arası döneme ait verilerden alınmıştır).
Roundup Ready ürünlerinde aşırı miktarda glifosat kullanımı, kimi zaman “güçlü otlar” olarak da adı geçen, glifosat dirençli zararlı ot salgınını da başlattı. Roundup Ready ürünlerinden önce tam anlamıyla bilinmeyen bu zararlı otlar şimdi ABD’de Wyoming boyutlarında olan 60 milyon dönümlük bir araziyi kaplamış ve Kuzey (ve Güney) Amerikalı çiftçilerin karşı karşıya geldiği büyük zorluklardan biri olmuştur.
Roundup dirençli otların hızlı bir şekilde yayılması, biyoteknoloji endüstrisinin direncin sorun olmayacağı iddialarına ters düşmektedir. İlk GD soya ürünü onay için USDA’ya gönderilirken, Monsanto şöyle açıklama yapmıştı: “…glifosat zararlı ot direnci konusunda düşük risk içeren bir herbisit olarak kabul edilmektedir.” Birçok üniversiteli bilim insanının “zararlı otların glifosat direncinin, glifosatı tolere eden soya fasulyesinin ticarileştirilmesinin sonucunda bir sorun haline geleceğinin pek olası olmadığı konusunda” hemfikir olduğu iddia ediliyor.
The New Yorker makalesi, zararlı ot salgınına yanıt olarak, biyoteknoloji şirketlerinin 1940larda geliştirilmiş 2,4-D gibi daha eski toksik herbisitlere dirençli olan yeni GD ürünler için onay arayışı içinde olduğunu göz ardı ediyor.
Dow AgroSciences, bağışıklık sistemi kanseri, Parkinson hastalığı ve diğer gittikçe artan sağlık sorunları ile bağlantısı olan 2,4-D’ye dirençli mısır ve soya fasulyesi için USDA onayı almanın yollarını araştırıyor. Benzer şekilde, Monsanto transgenik, dicamba dirençli soya fasulyesi, mısır ve pamuk için onay araştırmayı planlıyor. Dicamba, Ulusal Kanser Enstitüsü tarafından çiftçilerde yüksek kolon ve akciğer kanseri oranlarıyla nispeten bağlantılı çıkmıştır.
Her ne kadar glifosat dirençli otlara çözüm olarak sunulsa da, USDA 2,4-D’ye dirençli mısır ve soya fasulyesinin, şu anki yıllık 26 milyon pound’tan 176 milyona çıkacağını, toplamda 2 ila 7 kat artış göstereceğini bildiriyor. Yeni nesil GD ürünlerinin neden olduğu sağlık sorunlarına ilaveten, USDA ve zararlı ot bilimcileri, 2,4-D’ye karşı gelişen ot direncinin hızlı bir şekilde gerçekleşeceği konusunda hemfikirler. Ayrıca, Çevre Koruma Ajansı (EPA)’nın 2,4-D dirençli ürünlerle ilgili risk analizi, hassas ürünlere hasar verebilecek çevre üzerindeki potansiyel risklere ilaveten, 2,4-D’nin çiftçiler üzerindeki ekonomik etkilerini de tanımlamaktadır.
Mit: GD Ürünler Verimi Arttırır –Biyoteknoloji şirketleri, GD ürünlerden daha yüksek verim alındığını ve böylece bu ürünlerin dünya popülasyonunu beslemede ve çiftçilerin gelirlerini arttırmada önemli bir rol oynadığını iddia ediyorlar. Bugünün GD ürünlerinin büyük çoğunluğunun insanlar için değil, çiftlik hayvanlarını beslemek için ve arabalara etanol sağlamak için yetiştirildiği gerçeği verimle ilgili veriler açısından önemli bir göstergedir.
Gerçek: Verimle ilgili olarak, Dr. Doug Gurian-Sherman’ın dönüm noktası niteliğindeki raporu “Failure to Yield”da belirtildiği üzere, ABD’de herbisit dirençli (GD) mısır ve soya fasulyesinin veriminde hiçbir artış izlenmedi. Bu rapora ve başka bir geniş çaplı hakemli araştırma raporuna göre, GDOlu mısır ilk defa 1996’da piyasaya sürüldüğünden beri, mısır veriminin büyük bir çoğunluğu konvansiyonel yetiştirme ve geliştirilmiş tarım uygulamalarından gelmekteydi. Data from Europe, mısırda verim artışının genetik mühendisliği kullanmadan ABD’deki kadar yüksek olduğunu ileri sürüyor.
The New Yorker’daki makalenin iddialarının aksine, Hindistan’daki pamuk verimindeki artışın çoğunluğu genetik mühendisliğinden çok, kaynaklardan gelmektedir. Hindistan Pamuk Araştırma Merkez Enstitüsü’nün önde gelen pamuk bilimcilerinden K. R. Kranthi’ye göre, 2002 ve 12/2011 arasında pamukta görülen %59’luk verim artışının neredeyse tamamı 2005 yılına kadar ortaya çıktı; o dönemde pamuk tarlalarının sadece yaklaşık yüzde 5.6’sı Bt çeşidiydi. Kranthi, bu süreçte Hindistan’da görülen pamuk verimi artışının çoğunu hibrit pamuğun kullanılmasına, sulama artışına ve Bt ile ilgili diğer faktörlere bağlamaktadır.
Esasında, 08/2007 ile 12/2011 arasında, Bt pamuk alanının yüzölçümü Hindistan’ın toplam pamuk yüzölçümünün %62’sinden %92’ye çıktı ve pamuk verimi sabit bir düşüşe geçti. Bu, The New Yorker dergisindeki makalenin, Bt pamuğun Hindistan’daki pamuk veriminin yüzde 150’lik artışından sorumlu olduğu yönündeki iddiasından çok farklı bir senaryo ileri sürmektedir.
The New Yorker’daki makalenin yazarı, bir dizi agroekolojik yöntemin, GD ve konvansiyonel ürünlerin kimyasal ve su kullanımını azaltırken daha yüksek verim elde edilmesi konusunda etkili olduğunu gösteren, sayısı gitgide artan araştırmalardan ya haberi yoktu ya da bu bilgiyi makaleye dahil etmekte isteksizdi.
GD ürünler, gıda güvenliği bulunmayan bölgelerdeki çiftçiler için çok maliyetli kaçan tohumlar, kimyasallar ve sentetik gübreler gerektirmekte; buna ilaveten, birçok gelişmekte olan ülkede mevcut olmayan önemli su kaynaklarına ihtiyaç duymaktadır. Ayrıca, GD ürünler, küresel sera gazı emisyonlarının en az yüzde otuzundan sorumlu olan endüstriyel bir tarım sistemini sürdürmektedir. Bilim insanları ve uluslararası gelişim uzmanları arasında gerçekleşecek mutabakatın konusu, açlığa bulunan çözümlerin yerel kaynaklarla paralel gitmesi, özellikle iklim değişikliği açısından uygulanabilir, düşük girdili ve esnek olması gerektiği yönündeydi.
Essex Üniversitesi’ndeki Biyolojik Bilimler Bölümü ve Çevre ve Toplum Merkezi tarafından koordine edilen araştırma, 37 milyon hektarı kaplayan (ekili alanın yüzde üçü gelişmekte olan ülkelerdedir) 57 yoksul ülkedeki 286 çiftlikte uygulanan agroekolojik yöntemlerin, ortalama verimi %79’a kadar arttırdığını göstermiştir. Tüm ürünler suyun etkin kullanımı, karbon ayrıştırma ve daha az pestisit kullanımı gibi kazanımlar elde etmiştir.
Ayrıca, Uluslararası Tarımsal Bilim, Teknoloji ve Gelişim Değerlendirmeleri (IAASTD), gelişmekte olan ülkerin tarım meseleleri konusunda başvurulacak en iyi otorite kaynaktır. Birleşmiş Milletler ve Dünya Bankası tarafından maddi anlamda destek gören IAASTD, çeşitli alanlardan 400 uzmanın dört yıllık çabalarıyla hazırlanmış kapsamlı bir değerlendirmedir.
IAASTD, GD ürünlerin açlık ve yoksulluğu azaltma konusunda çok az potansiyele sahip olduğunu belirtmekte ve bunun yerine, gıda güvenliğini sağlamanın en iyi yolu olarak agroekolojik yöntemleri önermektedir. Ayrıca, ABD’de mısır yetiştirilen bölgelerde yapılan uzun vadeli bir araştırma, agroekolojik üretimin yüzde 90’a kadar gübre ve herbisit kullanımını azaltabilmesine ilaveten, verimde artış ve kârlılıkta yükselme ya da var olan kârı koruma gibi sonuçlar elde edileceğini göstermiştir.
Makalede yanlış savunulan daha birçok konu var ama bunların sayısı kısa ve net yanıt veremeyecek kadar fazla. Diğer tüm konular arasında, spesifik bir risk değerlendirmesi ve genetik mühendisliği düzenlemeleri hakkında farklı sonuçlara varılabilir ama bu, basitçe endişeleri saf dışı bırakmayı ve eleştirileri meşrulaştırmayı bilimsel açıdan haklı çıkarmaz.
Açları doyurma, yaşam standartlarını yükseltme ve gelecekte gıda güvencesi sağlama, ekosistemleri koruma konusunda ciddiysek, dürüst ve sağlam tartışmalara ihtiyacımız olacak. Kaynakların çoğunluğunu yüksek maliyetli teknolojilere harcamak yerine, doyurucu kaynakları yerel ekosistemlerin güçlüklerine hassas olan gıda ve çiftlik sistemlerine yönlendirmeli ve sosyo-ekonomik politikalar, kültürel geçmiş, kaynak koruma ve sosyal eşitlik gibi geniş çaplı kriterleri değerlendirmeye dahil etmeliyiz.
[1] Bacillus thuringiensis
[2] 0,45 grama eşdeğer ağırlık birimi
Yazının İngilizce orijinali.
Yeşil Gazete için çeviren: Filiz İnceoğlu
© Tüm hakları saklıdır.