DİĞER
K24'te Ekim ayının ilk vitrini: Yeni çıkan, yeni baskısı yapılan, yayınevleri tarafından bize gönderilen, dikkatimizi çeken; okumak ve üzerine yazı yazmak için ayırdığımız bazı kitaplar...
Yeni çıkan, yeni baskısı yapılan, yayınevleri tarafından bize gönderilen, dikkatimizi çeken; okumak ve üzerine yazı yazmak için ayırdığımız bazı kitaplar...
"Oidipus’un yani oğulun trajedisi aynı zamanda babanın trajedisi olarak da okunamaz mı? Oidipus’un trajedisi belki de gerçekte Laios’un trajedisidir. Oğul babanın günahını ödemektedir. Zira bir trajedi kahramanı olarak kaderine hiçbir dahli yoktur."
"Romanın bir noktasında yan karakter olarak düşündüğüm Eylül o kadar sahici, o kadar gerçekçi geldi ki, romanın içinde kendi romanını, kendi arayışını yarattı ve bu kitabı var kıldı. Bütün karakterler arasında yolculuğa çıkma cesaretini bir tek Eylül gösterebildi."
"Şiir çalışılarak yapılan bir şey olsaydı eğer, gününün ve ömrümün en önemli bölümünü şiir yazmaya ayıran bir insanın her yazdığı bir öncekinden daha parlak bir nitelik taşırdı, öyle değil mi? Ne yazık ki öyle değil ve bunu en iyi bilenlerden birisi de Edip Cansever’in kendisi tabii ki."
"Guattari politik davasından, dostlarından, yoldaşlarından, hastalarından, onu yiyip bitirmiş aşkından ve çevresini sarmış o toz dumandan ayırt edilemeyecek bir kabileydi zaten. Komünist tımarhane La Borde’da ağır psikotik vakalarla birlikte geçirdiği bir ömür boyunca dünyanın temelsizliğini anıştıran çatlakta saklı ürpertici şizofrenik gürültünün tekinsizliğini en derinden hissetmişti."
"Nihilizmi erken keşfettiği için mi bir büyük yalnızlığa yargılı kılmıştı kendini yoksa bu büyük yalnızlık mı taşımıştı Edip Cansever'i adım adım nihilizmin kıyısına?"
Edip Cansever'le Oğuz Atay arasında tuhaf bir akrabalık hikâyesi... Ve bir sır: Krepen'deki kemer satıcısı nasıl olup da hem beyaz mantolu adama hem de Ruhi beye dönüşür?
Dürrenmatt’ın modası neden geçmiyor? Çünkü eserlerinde işlediği ana tema hep ölüm ve iktidar. Bu kadar evrensel ve varoluşçu bir ana temanın kullanım süresi, raf ömrü yok. 1950’lerde yazdıkları, bugün için belki daha da geçerli. Eserleri bu tema nedeniyle sanki mizahmış gibi görünse de aslında trajik.
Mehmet Erte’yi de belli bir edebî türü (yetişme romanı) boşa çıkarmak için bu yetişme işini çok ciddiye alan bir teoriyle, psikanalitik düşünceyle flört ederken bulduk burada. Ama sonunda ne o teoriye ihtiyaç kaldı, ne de büyüme fikrine
Bugünün Arnavutköy'üne bir de biz bakalım şimdi. Görkemli evlerden gözünüzü alabilirseniz, ara sokaklara girip tarihî yerler görebilirsiniz...
Daha Fazla
© Tüm hakları saklıdır.
↑ Yukarı çık