11 Mart 2023

1999 depreminin sivil birikimi

1999 depremini aktif olarak yaşayanlar son Güneydoğu depreminde ortaya çıkan garipliklere çok şaşırmıyor, eski bir fotoğrafa bakmanın hüznünü duyumsuyor olabilirler.  

1999 yılı Marmara Depremi’nde arama/kurtarma/tedarik sürecinde aktif olarak yer alanlar, Güneydoğu depremi sonrasında yaşanan gelişmeleri izlerken, eski bir fotoğraf albümündeki resimlere bakıyormuş gibi duyguya kapılmış olabilirler.

Aralarında neredeyse çeyrek asırlık bir zaman dilimi olmasına rağmen, devletin yaşadığı abandone olma hâli, acil yapılması gereken ilk müdahalede görülen tereddütler, resmi düzeyde yetkili olanların halen ne yapmaları gerektiğini bilmemeleri gibi o kadar çok benzerlikler görüldü ki…

 Değişmeyen diğer bir aynılık ise, bu sefer olumlu anlamda kendini gösterdi ve siviller yine çok kısa zaman içinde organize olmaları ve olağan üstü bir dayanışma göstermeleriydi.

 Devlet yine sınıfta kaldı ve sivil cenah (abartmıyorum) yeniden destan yadı.

 O dönemde remi düzeyde yapılan acemilikler toplum nezdine bir nebze tolere edildiği söylenebilir.

 Sivil inisiyatiflerin de hiç tecrübesi ve hazırlığı yoktu ama, çok kısa süre içinde özgün bir örgütlenme modeli geliştirip arama ve kurtarma çalışmalarına aktif olarak katıldılar ve tıkır tıkır işleyen tedarik zincirleri oluşturabildiler.

***

 Sözü edilen sivil yapılanmalarından biri, benim de içinde yer aldığım ‘Deprem İçin Sivil Koordinasyon’ oluşumuydu. Kim başlattı, nasıl bir araya gelindiğini hatırlamıyorum bile.. İlk çekirdek kadro yaklaşık 20 kişi filandı…Oluşumun önemli bir bölümü Yurttaş Girişimi’nin üyeleriydi. Mebuse Tekay, Yüksel Selek, Ergin Cinmen, Ersin Salman, Esra Koç, Korhan Gümüş, Metin Karadağ, Uğur Kutay, Banu Uz, Aysel Yağmurdereli ilk aklıma gelen isimler… Ümit Kıvanç ve Zafer Kıraç’ın performansları olağan üstüydü, daha sonra deprem sahasına da gittiler diye hatırlıyorum.

 Sabahın erken saatlerinde çalışmaya başlıyor, sabah kahvaltısını orada yapıyorduk. Hava iyice karardığında eve gitme vaktinin geldiğini fark ediyorduk.

 Gölcük, Yalova, Değirmendere, İzmit’deki depremzedelerin ihtiyaçlarını karşılamak üzere yağ, bulgur, tencere, çadır, battaniye, hatta buzdolabı toplayıp bölgelere yolluyorduk. Hangi depoyu arayıp bir şey istesek “ Hemen gönderiyoruz” diyorlardı. En zor bulunan malzeme ‘Ceset Torbası’ydı. Grup içinde görev paylaşımın da ben ‘Ulaşım Sorumlusu’ olmuştum. Görevim, malzemeleri gönüllü taşıyacak kamyonet, kamyon ve TIR’ları temin etmekti. Forslu bir işim vardı yani…

 Bir süre sonra bölgeye gönderdiğimiz malzemelerin insanlara ulaşmadığı, depolarda tutulduğu ortaya çıktı. Çünkü insanlara dağıtım işini biz yapmıyorduk, valilik ve kaymakamların kontrolünde olan depolara imza karşılığı teslim ediyorduk. Ne ki, devletin memurları ve amirleri, artık ‘devlet malı’ haline gelmiş malzemelerin dağıtımı sırasında bir hata yapmaktan korkuyor, işleri olabildiğince yavaşlatıyorlardı. Bazı yiyeceklerin toplama merkezlerinde çürüdüğü ortaya çıkmıştı.

 Hatta, Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi öğretim elemanlarından bir grup ültimatom yayınlamışlardı:

Depremin, öncelikle devleti vurduğu; acil kurtarma ve yardım hizmetlerinin depremin üzerinden saatler, hattâ günler geçtikten sonra bile devlet tarafından ya gereği gibi ya da hiç organize edilip işletilemediği, depremin boyutlarının dahi yöneticiler tarafından çok geç algılandığı, kısacası devletin bütün kuruluş ve organlarıyla tam bir felç haline düştüğü apaçık ortaya çıkmıştır.”

Bunun üzerine bizim merkezden birkaç kişi deprem bölgesine gittiler. Valilik ve kaymakamlık düzeyinde yapılan görüşmeler ve izahatlardan sonra malzeme dağıtımında yaşanan aksamalar peyderpey giderilmişti.

***

O nedenle, 1999 depremini aktif olarak yaşayanlar son Güneydoğu depreminde ortaya çıkan garipliklere çok şaşırmıyordur, diye düşünüyorum.

 Ama, o günden bugüne güçlü dayanışma birikiminin aktarıldığını gördükçe de, eski bir fotoğrafa bakmanın hüzünlü sevincini  duyumsuyor olabilirler.

 ***

 Daha İyi Yargı Derneği’nin şiir tadında hukuk reformu önerileri

 Memlekete dair ne zaman bir umut çiçeklenmesi olsa,  Cahit Sıtkı Tarancı’nın bir şiiri hemen kendini hatırlatır:

 Memleket isterim/Gök mavi, dal yeşil, tarla sarı olsun/Kuşların çiçeklerin diyarı olsun

Türkiye önemli bir dönemeçten geçiyor. kış ortasında olsa bile havaların biraz ısınmasını fırsat bilen erik ağaçlarının çiçek açması gibi,  güzel bir geleceğe dair hala umudu olan insanlar da kıpır kıpır tomurcuklanma içindeler.

‘Güzel bir gelecek’ tasavvuru, herkesin meşrebine göre değişen bir beklentisi yaratıyor.

Daha kaliteli bir yaşam sürmek, ötekileştirmenin olmadığı  diyaloğa açık ve şeffaf bir yönetim beklentisi içinde olan insanlar var.

Böyle dönemler bazı insanlarda “ Demokratik bir hukuk devleti” özlemini tetikler, az şekerli köpüklü  bir kahve gibi höpürdeterek içmek isteği uyandırır.

Ve “ Ölmeden önce Türkiye’nin demokratik bir hukuk devleti olduğunu görmeyi  çok isterim” temennisi içinde olan insanların sayısı hiç de az değildir.

 Bu bağlamda, Daha İyi Yargı Derneği’nin de ‘Memleket İsterim’ şiirine benzer önerileri var:

 Mesela,  Adalet Yüksek Kurumu” adında bağımsız bir kurum olmasını istiyor.

 “Daimî Hukuk Şûrası” olsun diyor.

 “ Adalet Yüksek Mahkemesi” öneriyor.

Derneğin, hukuk temelli bir yapının üzerinde duran demokratik bir toplum için başka önerileri de var.

 Bugüne kadar ‘Yargı Reformu’ başlığında ne zaman bir paket açıklansa, büyük bir merakla inceliyorum. Her defasında, mekanik soğukluğunda ifadelerle karşılaşıyorum, o nedenle çok inandırıcı gelmiyor.

 Daha İyi Yargı’nın reform önerileri çok farklı, şiirsel bir tadı var gibi geliyor. Hepsinin haklı ve işlevsel bir yanı olduğu hemen fark ediliyor. Bu nedenle de canlı, dokunsan sıcaklığı hemen hissedilecek duygusu uyandırıyor.

 Hepsinden önemlisi, çoğumuzun yaptığı gibi Türkiye’de hukukun işleyişiyle ilgili homurdanmakla yetinmemesi, ortaya koyduğu somut önerilerini tartışmaya açması ve yeni çözüm arayışları içinde olması.

 Türkiye umutlu bir dönemece girmişken, homurdanmayı bir kenara bırakıp bir şeyler yapmak gerekiyor.

 Daha İyi Yargı Derneği gibi bir yapılanmanın var olduğunu (https://www.dahaiyiyargi.org/) bilmek bile insana iyi geliyor, sayfalar arasında gezinirken keyifle içilecek kahve isteğine neden oluyor.

 Kendine “ Ben ne yapabilirim?” diye soranlara ise, derneği sosyal medya takip listesine almak ve paylaşımlarını izlemek bile, özveri içinde uğraş veren paydaş hukukçuları motive etmeye yarayabilir.

 

Yazarın Diğer Yazıları

Ahmet Altan Davası’nın kilit ismi Mehmet Altan…

Avukat Figen Çalıkuşu: Aslında böyle yapılanma adı altında başlamadı süreç. Nazlı Ilıcak ayrı bir davada çok daha önce gözaltına alınmıştı, Mehmet Altan ve Ahmet Altan daha sonra subliminal mesaj vermek suçlamasıyla gözaltına alındı. Bu bir faciaydı. Dünya literatürüne bir komediydi. Diğer sanıklar da farklı değil. Bu nedenle davanın açılması çok uzun sürdü. Baktılar biz bunları tek tek suçlayamayacağız, o halde toparlayalım, medya yapılanması havası verelim, denildi. Dava açılınca soruşturma biter değil mi? Çünkü artık mahkeme süreci başlamıştır, savcı bir yandan soruşturmayı devam ettiremez. Savcının dosyayı kapatmadığını gördük. Soruşturma numarası açık, baktık hala delil araştırıyor. Çünkü o dosyadan suç çıkmayacağını biliyor. İki polise tutanak tutturulmuş, “Mehmet Altan bu örgütün içindedir, kanaatimiz böyledir” diye. Bu delil olur mu? Tabi ki olmaz. Olmadı da zaten. Gizli tanıkları biz hiç görmedik, duruşmalarda dinlenmediler. İstinaf Mahkemesi “Şu gizli tanığı bir dinleyelim” dedi, sevindik. Onlar da duruşma gününden bir gün önce bizden gizleyerek dinlediler.

Tencere/kapak hukuku

Yeni Adalet Bakanı’nın “Yeni Anayasa” tahayyülü olduğu söylentileri doğruysa, hukuk belki bu minvalde bir nebze gündeme gelebilir, bu konudaki tartışmalar epey gündemi işgal eder, gerisi Allah Kerim...

Osman Kavala: Denizler Altında 20 Bin Fersah

T24’te dün Gökçer Tahincioğlu’nun Osman Kavala’nın yargılama sürecini anlattığı yazısını okuduktan sonra, hayal meyal hatırladığım Jules Verne’nin “Deniziler Altında 20 bin Fersah” romanı aklıma düştü