15 Mayıs 2024

Eski geri gelseydi eski olmazdı

"Çin oyunu kurallara uygun oynamıyor, klübe katılsın ki yaptırımlarla karşılaşsın" derken... Bu kez "eski düzenin çözülmesi" ve Çin rekabetiyle başa çıkamayan, başta ABD, ardından AB ülkelerinin bu ülkeden gelecek ithalat üzerine önleyici gümrük vergileri koymalarıyla karşılaşıyoruz

Yoksul ülkeler büyürken, büyükler saflarını korumaya çalışıyor; kazanan üretim oluyor

Çok eski değil, 23 yıl önce Çin, Dünya Ticaret Örgütüne (DTÖ) üye olurken tüm OECD ülkeleri bayram ediyordu. Çin yıllardır ülke içinde yarattığı ve üretimin rekabet edebilirliğini destekleyen politikayı terk edecek, üretim maliyetlerini ve Yen'in diğer paralar cinsinden değerini "uluslararası serbest piyasa" kurallarına uygun olarak belirleyecekti. Bu serbest piyasa kurallarının, piyasanın, ne olduğunu çeşitli vesilelerle tartışıyoruz.

Bayram uzun sürmedi. Çin'in DTÖ'ye üye olarak küresel ekonomideki yerini güçlendirmesi Almanya başta olmak üzere OECD ülkelerinin Çin'den tedarik bir yana, orada üretim yapmalarına yol açtı. "Serbest piyasalar", ekonomik ilişkilerin yapısındaki sürekli değişimin ihtiyaçlarını karşılamak üzere şekil değiştirdi. 

Finansallaşma: Eski dünyanın gelir yaratma mucizesi

Finansallaşma birçok iktisatçının gözünde "bir numaralı kamu düşmanı". Bunun ilk meyvesini 2008 yılında ABD'de başlayan ve binlerce insanın krediyle aldığı evini yitirdiği "ipotek krizinde" gördük.

Bu modelde finansal "elitlerin" ve kurumların, ekonomi politikası ve bu alış verişin ekonomik sonuçları üzerinde etkisi artmaktadır. Reel sektörden finansal sektöre kazanç akışı büyümekte, gelir dağılışındaki bozukluk artmakta, ücretlerin büyümeden aldığı pay azalmaktadır. Bunun olası sonuçları ekonomik durgunluk ve borç deflasyonu, yani para değerindeki azalmaya paralel olarak borcun reel değerinin azalmasıdır.[1]

Altyapı projeleri çok uzun süre hizmet eder, yatırım bedelini herhangi bir endüstri yatırımına oranla çok daha uzun sürede geri öder. Bu nedenle bu tür projelerin finansmanında kamu kaynakları devreye girer. Ülkemizde yaşadığımız "kamu projelerinde gelir garantisi" bu usullerden biridir. Bu finansman şekliyle, finans mühendisliği, çeşitli borçlanma aletleriyle, ekonominin işleyişinde etkili olmakta, para politikasının etrafından dolaşmaktadır.

Modelin bir başka özelliği, bu özelliği ile parasını değerlendirmek isteyen bireylere, emeklilik fonlarına, yüksek getirili, kamu garantili yatırım imkanı sunmasıdır. Pekalâ, bu "sürecin" ortaya çıkması kapitalizmin temelinde yer alan "serbest rekabetin" sonucu değil mi? Evet, ama kimler için ve hangi bedelle?

Keynes: "Tasarruf her zaman yatırıma eşittir." Küresel planda evet, finansallaşma modeliyle hayır. Güçlünün tasarrufu, yoksulun yatırımına eşit.

Her toplumun ihtiyaç duyduğu yatırımları yapmaya yetecek imkanı olsaydı böyle bir finansmana ihtiyaç duyulmazdı.

Bu yatırımlar alışılmış teminatlandırma-sigorta sistemiyle desteklenebilseydi, veya ülkeler kendi imkanlarının ötesinde "çılgın projelere" kalkışmak yerine ayaklarını yorganına göre uzatsaydı, bu tür finansallaşma gereği olmazdı.

Ayağını yorganına göre uzatan ülkeler, hep kısa yorganla kısıtlı mı kaldı?[2] Doğru politika izleyerek, toplumun tamamının refahını bir başka dünya yerine, yaşarken bu dünyada arttıracak yatırım yapan ülkeler bugün Türkiye'den hayli yüksek gelir düzeyine ulaşmıştır.

Güçlüler oyunu bozuyor

Bayramın öteki yüzü kendisini gelişmiş ülkelerin ve özellikle ABD'nin Çin'le verdikleri ticaret açığında gösterdi. Nereden nereye? "Çin oyunu kurallara uygun oynamıyor, klübe katılsın ki yaptırımlarla karşılaşsın" derken... Bu kez "eski düzenin çözülmesi" ve Çin rekabetiyle başa çıkamayan, başta ABD (yüzde 100), ardından AB ülkelerinin (yüzde 50), bu ülkeden gelecek ithalat üzerine önleyici gümrük vergileri koymalarıyla karşılaşıyoruz. Maliye Bakanı Mehmet Şimşek olayı tartışırken Danimarka ile Türkiye örneğini vermiştir. Danimarka'da gelir ve kurumlar vergisinin kamu gelirleri içindeki payı yüzde 29 iken, Türkiye'de yüzde 5.6'dır. Ülkemizdeki uygulama, gümrük vergisiyle sınırlı kalmıyor, özel tüketim vergisi gibi, talebi kısıtlamayı hedefleyen dolaylı vergilerle tüm fiyat yapısı bozulmaktadır.[3]

Olaylar burada kalmıyor, İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra ticaretin gelişmesini desteklemek için kurulan Dünya Ticaret Örgütünün varlığı tartışılmaya başlanıyor. DTÖ'nün görevi, ülkeler arasında ticaretten doğan ihtilaflara çözüm getirmek. Gelişmekte olan ülkelerin ülkelerin özellikle tarım ürünleri ticaretindeki payının büyümesi, gelişmiş ülkelerin işine gelmiyor. Çünkü o ülkelerin nüfusunun tarımdan gelir elde eden payı önemlidir. Bu kurumun yönetimi, "büyük ülkeler öyle istediği" için yıllarca seçilemedi.

Seçmen kitleleri memnun etmeyi hedefleyen demokrasi ve yönetim anlayışının yol açtığı sıkıntılardan, küreselleşmenin krizde olduğu sonucu çıkartılamaz. Hangi sorunlara nelerin neden olduğu doğru tespit edilmelidir.

Küreselleşme ve tedarik

Tedarik, yani satın alma sadece nihai ürünlerin ticaretiyle sınırlı değil. Üretim sürecinde ana üreticinin hammaddeler yanında bazı bileşenleri, komponentları (aramalı) bunların üretiminde uzmanlaşmış üreticilerden tedarik etmesi tarih boyunca görülen bir olay, bir stratejik tercih.

Tedarik eskiden şirket yöneticilerinin, sermayedarların "kıskançlıkla" değerlendirdikleri bir stratejiydi. Sermayedar için iki duygu hakimdi: Tek bir tedarikçiye bağlanmamak, tedarikçileri birbirine kırdırmak. Bunun sonunda tedarikçi güçlenemez, yeni çözümler üretemez, müşterisi olan nihai üreticinin tedarik zinciri üzerindeki konumuna katkı yapamaz. 

Çeşitli ülkelerde doğrudan yatırım yapan sahibi ve marka şirketler, tedarikçilerinin pazarı, bağlantılarını nihai üreticinin bilmesini istemezler. Hatta onların ARGE çalışmalarına müdahale etmek isterler. Ülkemizde sık sık nihai üreticinin daha iyi bir fiyatla karşılaştığında tedarikçiye verdiği siparişi iptal ettiği görülür. Yaygın olan bu davranış sonunda kendileri de imalatçı olan tedarikçiler iflas eder. Otomotiv endüstrisinde bu nedenle intihar eden tedarikçilerden söz edilir.

Çip teknolojisi ve üretimin ayrışması, tedariğin önemi, Silo'dan yatay yönetime[4]

Üretim süreçleri geçen yüzyılın ikinci yarısında önemli bir gelişme yaşlamıştır. Çip teknolojisinin gelişmesi, üretim süreçlerinin küçük modüller olarak ayrışmasına olanak sağlıyor. Bu gelişme tedarik faaliyetinin önemini arttırmıştır. Çip teknolojisi üretim süreçlerinin nano boyutunda incelenmesine, ölçülmesine ve bunların çok kısa zamanda yapılmasına imkan vermiştir. Bu teknolojiden her an elimizde olan akıllı telefonlarda, her türlü üretimin, lojistiğin her aşamasında yararlanmaktayız. 

Küreselleşme ticaretin büyümesi yanında, üretimin bu paragrafta açıkladığımız nedenlerle dünyanın her ülkesinde organize edilmesine imkan vermiştir. Artık iki ülke arasındaki ticaretten değil, uluslararası ticaretin dikey entegrasyonundan söz ediyoruz. Bu dikey entegrasyonun ABD, Almanya ve Japonya merkezli olduğu, bu ülkelerde yerleşik markaların kendi bölgelerindeki tedarikçilerden gelen aramalları bir araya getirdikleri, monte ettikleri görülmektedir. Bu süreçte önemli olan ürün geliştirmeyi, tasarımı kimin yaptığı ve üretimi tedarikçileri arasında nasıl organize ettiğidir.

Dikey ticaret zincirleri

Türkiye bu modelde Almanya'da, Fransa'da, İngiltere'de yoğunlaşan otomotiv ve imalat endüstrileriyle, Fransa ve İtalya'da bulunan giyim endüstrisi markalarının tedarikçisidir. Bu modelde üretim maliyeti elbette önemlidir, ama esas hüner ürün fiyatlaması üzerinde etkili olabilmektir. Bunu yolu da tasarımda ve lojistikte yani mükemmel ürünü hızla pazara ulaştırmakta saklıdır. Geçenlerde uzun bir geçmişe sahip olan deri ürünleri imalatçısı firmanın, İtalya'da kurduğu fabrika sayesinde önemli İtalyan markalarının tedarikçisi durumuna geldiği haberi çıktı. Bu elbette önemli. Ama esas hüner, o marka ile rekabet edebilecek tasarımın, kaliteli üretimin sahibi olmaktır.


[1] Thomas Palley, What is Financialization, Why it Matters, The Levy Economics Institute and Economics for Democratic and Open Societies, Washington D.C., 2007

[2] Yorgan metaforunu, otoyol yerine demiryolu, köprü yaparken kimlerin hangi bedelle, ne zamandan itibaren veya ne zamana kadar yararlanabileceği, TOKİ binaları ve beton kulelerin yaratacağı iklim, trafik, şehirleşme sorunları bağlamında düşünebiliriz.

[3] Ünal Zenginobuz, Gökhan Özertam, İsmail Sağlam, Fatoş Göksen; Yurttaşların Cebinden Devletin Kasasına: Türkiye'de Kim Ne Kadar Vergi Ödüyor? BOUN ISS7EC 2006-18

Ünal Zenginobuz, Fikret Adaman,Fatoş Göksen, Çağrı Savcı; Vergi Temsiliyet ve Demokrasi, Econ Papers 2024.05.11

[4] A.Çelik Kurtoglu, Silo, T24, 14.02.2024

Ahmet Çelik Kurtoğlu kimdir?

Ahmet Çelik Kurtoğlu, 1942'de Ankara'da doğdu. 1965 yılında Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi'nden mezun oldu.

Akademik kariyerini 1982 yılına kadar aynı kurumda sürdürdü, Cambridge Üniversitesi'nde lisansüstü derecesi aldı. 1972-74 yılları arasında Yale Üniversitesi'nde doktora sonrası çalışmaları yaparken teknolojik gelişme ve endojen büyüme teorisi üzerinde yoğunlaştı, 1997-2006 yılları arası Galatasaray Üniversitesi'nde ders verdi.

T.C. Dışişleri Bakanlığı'nın görevlendirmesiyle 1978-82 yılları arasında B .M. UNCTAD "Teknoloji Transferi Davranış Kodu" müzakerelerinde T.C. delegesi olarak yer aldı.

1983-86 yıllarında arasında İktisadi İşbirliği ve Kalkınma Örgütü (OECD) Kalkınma Merkezi'nde araştırma yöneticisi olarak görev yaptı. Türkiye ve beş Asya ülkesinde Müşavir Mühendislik sektörü üzerinde yaptığı çalışma OECD tarafından yayınlandı.

1987 yılında Dış Ekonomik İlişkiler Kurulu (DEİK) kurucu direktörü olan Kurtoğlu, 1992 yılından itibaren Karadeniz Ekonomik İşbirliği İş Konseyleri Genel Sekreteri, daha sonra 2008 yılına kadar DEİK Yönetim Kurulu ve İcra kurulu üyesi olarak görev yaptı. DEİK pek çok Türk şirketin uluslararası işbirliği kurması sürecinde yardımcı oldu.

Prof. Dr. Kurtoğlu, yurtdışındaki faaliyetini 1994-2006 yılları arasında European Roundtable of Industrialists (ERT) adlı kurumda danışman olarak sürdürdü. ERT en büyük 50 Avrupa sanayi şirketi başkanları tarafından, AB Komisyonuna politika tavsiyesi yapmak üzere kurulmuştur. Politika tavsiyesi danışmanların oluşturduğu çalışma gruplarında geliştirilmektedir.

1999 yılında Kurdoğlu Danışmanlık A.Ş.'ni, 2003 yılında "İyişirket Danışmanlık A.Ş."yi kurdu ve strateji, şirket değerlemesi ve satış müzakeleri, iş geliştirme ve finansman, kurumsal yönetim (governance) konularında danışmanlık hizmeti verdi.

2001 yılında TMSF "9 Banka Yönetim Kurulu Üyesi" olarak, 2002-2007 yıllarında arasında Tekfenbank Yönetim Kurulu, 2012-2019 yılları arasında Tekfen Holding A.Ş. Bağımsız Yönetim Kurulu Üyesi olarak görev yaptı.

2007-2008 döneminde TEMA Vakfı Yönetim Kurulu Başkanı oldu

A.Çelik Kurtoğlu teknoloji ve uluslararası ekonomik ilişkiler konularında yayın yapmıştır. Son çalışması olan "Değer Zincirinin Evrimi", Aralık 2022'de Efil Yayınevi tarafından yayınlanmıştır.

 

Yazarın Diğer Yazıları

İktisat

Matematiksel iktisat, neo-klasik iktisadın temel taşı olan marjinal, marjinal maliyet, bireysel refah, dışsal ekonomi kavramlarını çözebilmiş midir, ölçebilmiş midir?

Echelle mobile

“Hareketli merdiven” insanları enflasyona karşı koruyabilir, ama burada söz konusu olan, yüzde 50-60 oranlarında enflasyon değildir. İş bu raddeye geldiğinde sorun yapısaldır. Onun temelinde de hukuk, adalet, hesap sorma vardır

Tarih tekerrürden ibarettir?

Hukuk yasaların üstündedir. Hukuk olmazsa, yasa, adalet olmaz. Bu nedenle doğru yönetim hukukun üç temeli üzerinde kuruludur: Saydamlık, sorumluluk, hesap verebilirlik, eşitlik

"
"