Çağdaşlığa, aydınlanmaya direniş
Coffee-house, restaurant, coca-cola, burgerking, fresh ve diğerleri dünya pek çok ülkede yerleşik, bazıları patent koruması altında kelimeler. Benzerlerini Türkiye'de yerel isimlerle üretip pazarlama girişimi başarılı olmadı. Çünkü bu isimler aynı zamanda patent koruması altında markayı, kaliteyi ifade ediyor.
Şehrin bazı bölgelerinde bu kelimeler hakim, diğer mahalleler ise tamamen Arapça kelimelerin işgalinde. Bu neyin göstergesi, Türkçeye, Türk'e karşı nefret mi? Öyleyse ona Osmanlı'dan beri alışığız. Erdoğan tutkusunun bir göstergesi mi? Erdoğan Türk olduğuna göre bu nasıl yorumlanmalı?
Londra'da Somalili taksi şoförleri Erdoğan diyor başka bir şey demiyor. Çünkü Erdoğan onlara önemli mali ve ayni yardım yapıyor; kaynak, Türkiye hazinesi, yani ödediğimiz vergiler.
Kuzenim bir hastanede tedavide, her yer Suriyeli, Somalili, Sudanlı diyor; Fatih'e yıllardır gitmedim, bilmem Türkçe konuşan eczane, bakkal bulabilir miyim!
Benliğimizi, kimliğimizi bu kadar mı unuttuk?
Bazı harfleri yutarak veya yayarak konuşmak özellikle gençlerimizin ve genç kadınların vazgeçemedikleri adeta toplumda "sınıf atlamak" için başvurdukları alışkanlık ve bu son yıllara has değil. Gençlik doğru Türkçe konuşmaktan hoşlanmıyor. Kendisini farklılaştırmak için İngilizce kelimeleri kullanıyor, üstelik onları da bilmiyor, beceremiyor.
Hindistan'da ilkokullarda satranç eğitimi veriliyor. Hoş ülkede Nehru zamanından beri 27 adet teknoloji enstitüsü çalışıyor. En önemli finans kuruluşlarının, teknoloji şirketlerinin başında Hintliler, Çinliler var.
İngiltere başbakanı bir Hintli, Ali Kemal'in torunu Borris Johnson başbakanlığı eline yüzüne bulaştırınca göreve geldi. Johnson pandemi sırasında tüm İngiltere evine kapalıyken, başbakanlıkta parti vermişti.
Hâl-i pürmelalimiz
Hep deriz ya, hayatta kalmamız mucize, bir kişisel örnek daha.
Eşimle 3 Haziran akşamı anlı şanlı, çiçeği burnunda AKM2de konsere giderken asansörün kayar kapısı giyotin gibi üstüne kapandı ve eşim yere kapaklandı. Sonuç, 12 numaralı ve vücudun tüm yükünü taşıyan 12'inci omurga kemiği kırıldı, çöktü. Eşim yaşamını yitirebilirdi, felç olabilirdi. Mucize oldu, Profesör Azmi Hamzaoğlu İstanbul'daydı. Her zaman can dostumuz olan Dr. Murat Görgülü ve Maçka Emar üzerinden hocaya ulaştık. Azmi Hoca hemen müdahale etti. Onun kutsanmış elleri ve Florence Nightingale ekibinin titizliği sayesinde eşimin canı kurtuldu.
Olayı CİMER'e taşıdık, iki gün sonra yanıt geldi: "Asansörlerin bakımını yapan falan şirketle görüşüldü, teknik bir sorun görülmedi. Buna karşın sistemin yavaşlatılması yoluna gidildi." Konu AKM'nin bağlı olduğu Kültür Bakanlığına iletildi, üzüntü ve geçmiş olsun mesajı geldi. Yeterli miydi? Bakanlığın AKM'de yeri yerinden oynatması gerekmez miydi? Her gün binlerce insan kullanıyor bu asansörleri.
Acaba asansör sisteminde neyi incelediler? Sensorlar çalışıyor muydu? Değişik katlardaki çağrı sistemi gerekli, yeterli ihtiyat sınırları içinde mi çalışıyordu, yeterli miydi? Böyle sistemlerin doğru çalışması için daha kaç kişinin omurgasının kırılması, felç olması, yaşamını yitirmesi gerekecek?
Yolda yürürken başımıza kiremit de düşebilir. İki yıl oluyor, birçok doktor muayenehanesinin, bir hastanenin bulunduğu Fulya'da yürürken, normal yüksekliğin (17 cm) üstündeki, herhalde 25-30 cm, kaldırıma takıldım, yere kapaklandım, alnım patladı. Hastane, bilmem kaç dikiş. İki ay önce yine Fulya'da düz yolda yürürken betonun dışına çıkmış demirlere takılıp yine kapaklandım, 6 dikiş.
Diyeceksiniz ki, sen yaşlanmışsın, evden dışarı çıkma. Diyeceğim ki, benim dikkatim de, reflekslerim de mükemmel, asıl işini terk etmesi gerekenler, yolları düzenlemesi gereken Şişli Belediyesi yetkilileri ve benzerleri. Her yer perişanlık. İş yerlerine kaldırım işgal izni vermekten, veya işgale göz yummaktan başka bir şey yapmıyorlar.
Nişantaşı, Osmanbey, Şişli esnafı Arap turistler sayesinde yıllardır büyük vurgun yapıyor. Hiç akıllarına gelmiyor ekmek kazandıkları yolları onartmak. Sağlığın, yol düzenlemesinin ne önemi var! Sanki onlar da müşterileri gibi çölde yaşıyorlar. Nasıl olsa gelir vergisi de ödemiyorlar. Oysa müşterilerinin geldiği ülkelerde alt yapı düzgün, neden mi, çünkü orada teknik ekipler, danışmanlar bir batı ülkesinden geliyor. Onların maliyetini karşılayacak gelirleri var ve o teknik ekipler "hesap veriyor".
Müşteri bu duruma alışık, kendi ülkesinde de devlet hasım, vergi ödemek haram, onun yerine zekat ödüyor. Nasıl olsa çöl petrol üretiyor, sözde devleti yöneten ailelerin hesap vereceği bir makam, hukuk yok, her şey şeyh efendide bitiyor. O da gerektiğinde müridlerini memnun ediyor, kaynak çölden geliyor nasıl olsa.
Hukuk - tazminat
Eşimin başına gelen olay ABD'de yaşansaydı AKM yönetimi, asansör şirketi hayli ağır tazminata mahkûm olurdu. Ülkemizde böyle şeyler lüks, böyle olaylara neden olanların sorumluluğu, tazminat yükümlülüğü kültürümüz yok. Mahkeme, yargıç tazminat talebini algılamaz. Ne istinaf, ne yargıtay onamaz. Yasalar Alman, İsviçre yasalarından farksız ama burası farklı bir dünya, aynı yüzyılda yaşıyoruz, ama bir türlü olmuyor. O yasaları tüm arka planıyla, temsil ettiği uygarlıkla birlikte algılayamıyoruz, içselleştiremiyoruz.
Eski Yargıtay Birinci Başkanı Prof. Sami Selçuk anlatmıştı. Genç bir yargıcın yazdığı kararı okurken bir yerde takılıyor ve yargıca neyi kasdettiğini soruyor. Yanıt, "Sayın Başkanım, (sayın kelimesi bol nasıl olsa), bir başka karardan kopyaladım, yapıştırdım", anlaması gerekmiyor kararı ve sonuçlarını. Üstelik bu olay bugün değil, birkaç yıl önce, yani sistem bu kadar çökmeden oluyor.
15 yaşındaki kız arkadaşını, kendisine ihanet ettiği için bilmem kaç yerinden bıçaklayarak öldürenlerin ülkesindeyiz. Katil aşık birkaç ayda veya yılda tahliye olur, sonra alıştığı yaşamı sürdürür, öldürmeye, dövmeye, yaralamaya devam eder, nasıl olsa cezası yok. Olan genç kıza olur. Böyle olaylar ayda yılda bir değil. Her gün birkaç kadın erkekler tarafından öldürülüyor. Dinde insan öldürmek var mı? Bizde iktidarda kalmanın yolu kadın dövmeyi, öldürmeyi hoş görmek. Yani çöl kültürü.
Güpegündüz, çeşitli nedenlerle insan öldürülüyor, hepsi çok tuhaf hukuk yokluğu ile kurtuluyor. Hüküm giymemiş insanlar yıllardır hapiste.
Acaba hesap versek düzelir miyiz? Kim, kime hesap verecek?
Anlamak, kavramak, tefekkür, ikrar
Cumhuriyet, hukuk ve dil devrimi, yüz yaşını doldurdu, gündelik yaşamda karşılığını görmüyoruz. Değişik yörelerin farklı dil-aksan özeliklerini taşıyan yurttaşlarımız, kelimeleri yazıldığı şekilde okumamakta ısrarlı. Özellikle yabancı dillerdeki kelimeleri, değil gerektiği şekliyle, telaffuz etmek, yazıldığı şekilde okumamak için adeta özen gösteriyor. Sanki doğru okumak karizma çiziyor. Bize yeni gelen şeyleri yapmaktan çekiniyor muyuz, aslımızdan koparız diye korkuyor muyuz yoksa?
Bir şeyleri benimseyemiyoruz, neden? Her şeyi alıştığımız gibi yapmakta ısrar etmemizin nedeni nedir? Yenilik deyince de başlıkta vurguladığımız kurabiye yerine qurabiye, lokum yerine loqum; bu Arap müşteriye şirin gözükmek için mi, neden?
Youtube'da bir programda halen İBB Genel Sekreter Yardımcısı olan Mahir Polat anlama süreçlerinin, önce anlama sonra kavrama-tefekkür ve ikrar şeklinde geliştiğini anlatıyordu. Bu fevkalade önemli bir tesbit ve ülkedeki bölünmenin, siyasetçinin bu bölünmeyi kullanmasının nedenlerini açıklıyor. Ötekileştirme siyasetçinin kendisine yakıştırdığı üslup, ama M. Polat'ın yorumu sorunun bir başka yanını hatırlatıyor.
Toplumun bir bölümü Atatürk çizgisinde, cumhuriyet ve aydınlanma doğrultusunda gelişirken, bunların karşısında gösterilen bölüm siyasetçi tarafından M. Polat'ın vurguladığı anlama-kavrama-tefekkür-ikrar modelinin dışına çıkamıyor. Hristiyanlık benzer kavgalardan geçmiş, bunların yol açtığı açmazları aşmak için yüz binlerce insanın yaşamını yitirdiği savaşları yaşamıştır. İnsanlık böyle dramları ikinci kez yaşamak zorunda değil. Üstelik Kuran'ın getirdiği İslam, Hristiyanlık'la karşılaştırıldığında çok daha demokrat bir din.
Hazinemize ihanet ediyoruz
Yılgınlık neden? Fizikten elektroniğe, sağlıktan mimarlığa, modadan müziğe, spordan sahne sanatlarına kadar dünyanın dört köşesinde iz bırakan birçok Türkiyeli varken, neden belli bir siyasal akımın bizi geriye çekmesine izin veriyoruz. Saydığımız başarı örnekleri kendi alanlarında ileri girmeyi sürdürüyorlar ve her yıl yenileri ekleniyor bunlara.
Lise mezunlarımız üniversite eğitiminin hemen ardından en önde gelen teknoloji şirketlerinde önemli görevler üstleniyorlar. Türk mühendisler çeşitli ülkelerde, dünyanın önde gelen şirketlerinde (Prof. Erdal Arıkan Çin'de Huawei şirketi) kırmızı halıyla karşılanıyor. Kore Başbakanı CERN projesinde çalışan ODTÜ parçacık fiziği profesörüne Davos'ta yarım saatini veriyor, konuşmanın devamı için davet ediyor.
Biz ülkemizde doğru çalıştırılmayan, insan canı düşmanı asansör kapıları, eğri büğrü kaldırımlar, en ağırı ise doğru işlemeyen hukuk düzeninde yaşamımızı sürdürmeye çabalıyoruz.
Neden?
Her zaman olduğu gibi birkaç konuya değindik. Çeşitli olaylarla karşılaşıyoruz, tepkimiz bir temel zaafı taşıyor, hesap vermemek. Değindiğimiz her konuda esas sorun bu. Hesap her zaman amire, müşteriye, kamuya verilmez. Her şeyden önce kişi kendi kendine hesap vermelidir. Adalet konusunda hiçbir ümidimiz kalmamıştır.
Çanakkale köprüsü inşaatında hatası nedeniyle 2015'te intihar eden Japon mühendis Ryoichi Kishi'nin ahlak standartlarına çok uzağız. Yoksa AKM'de kullanılan asansörlerin neden olduğu olayın üstü bu kadar kolay örtülemezdi.
Kişi kendi kendine hesap vermiyorsa, burada yasa, yaptırım zaafı değil, ahlak zaafı vardır. Bunu aklınıza gelen her duruma, olaya, kişiye, makama uygulayabilirsiniz. AKM kamuya ait bir yapı. Bu yapıda olan her olay kamunun sorumluluğundadır.
CİMER bir danışma mercii değildir. Yapılan başvuruları yüzeysel incelemelerle geçiştiremez. Sorumlunun, sorumluların bulunup cezalandırılması, böyle olaylarda zarar görenlerin tazmin edilmesi CİMER'in ve onun bağlı olduğu Cumhurbaşkanlığının sorumluluğundadır.
Ahmet Çelik Kurtoğlu kimdir?
Ahmet Çelik Kurtoğlu, 1942'de Ankara'da doğdu. 1965 yılında Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi'nden mezun oldu.
Akademik kariyerini 1982 yılına kadar aynı kurumda sürdürdü, Cambridge Üniversitesi'nde lisansüstü derecesi aldı. 1972-74 yılları arasında Yale Üniversitesi'nde doktora sonrası çalışmaları yaparken teknolojik gelişme ve endojen büyüme teorisi üzerinde yoğunlaştı, 1997-2006 yılları arası Galatasaray Üniversitesi'nde ders verdi.
T.C. Dışişleri Bakanlığı'nın görevlendirmesiyle 1978-82 yılları arasında B .M. UNCTAD "Teknoloji Transferi Davranış Kodu" müzakerelerinde T.C. delegesi olarak yer aldı.
1983-86 yıllarında arasında İktisadi İşbirliği ve Kalkınma Örgütü (OECD) Kalkınma Merkezi'nde araştırma yöneticisi olarak görev yaptı. Türkiye ve beş Asya ülkesinde Müşavir Mühendislik sektörü üzerinde yaptığı çalışma OECD tarafından yayınlandı.
1987 yılında Dış Ekonomik İlişkiler Kurulu (DEİK) kurucu direktörü olan Kurtoğlu, 1992 yılından itibaren Karadeniz Ekonomik İşbirliği İş Konseyleri Genel Sekreteri, daha sonra 2008 yılına kadar DEİK Yönetim Kurulu ve İcra kurulu üyesi olarak görev yaptı. DEİK pek çok Türk şirketin uluslararası işbirliği kurması sürecinde yardımcı oldu.
Prof. Dr. Kurtoğlu, yurtdışındaki faaliyetini 1994-2006 yılları arasında European Roundtable of Industrialists (ERT) adlı kurumda danışman olarak sürdürdü. ERT en büyük 50 Avrupa sanayi şirketi başkanları tarafından, AB Komisyonuna politika tavsiyesi yapmak üzere kurulmuştur. Politika tavsiyesi danışmanların oluşturduğu çalışma gruplarında geliştirilmektedir.
1999 yılında Kurdoğlu Danışmanlık A.Ş.'ni, 2003 yılında "İyişirket Danışmanlık A.Ş."yi kurdu ve strateji, şirket değerlemesi ve satış müzakeleri, iş geliştirme ve finansman, kurumsal yönetim (governance) konularında danışmanlık hizmeti verdi.
2001 yılında TMSF "9 Banka Yönetim Kurulu Üyesi" olarak, 2002-2007 yıllarında arasında Tekfenbank Yönetim Kurulu, 2012-2019 yılları arasında Tekfen Holding A.Ş. Bağımsız Yönetim Kurulu Üyesi olarak görev yaptı.
2007-2008 döneminde TEMA Vakfı Yönetim Kurulu Başkanı oldu
A.Çelik Kurtoğlu teknoloji ve uluslararası ekonomik ilişkiler konularında yayın yapmıştır. Son çalışması olan "Değer Zincirinin Evrimi", Aralık 2022'de Efil Yayınevi tarafından yayınlanmıştır.
|