24 Nisan 2024

Ulusal hükümranlık ve Çocuk Bayramı'nda ileriye bakış

Son ve temel koşul erken yaşlarda başlayarak, özellikle liseden itibaren temel konuların gelecek teknolojilere ağırlık verilerek öğretilmesidir

Dün Atatürk’ün öncelikle çocuklara adayarak bizlere sürekli görevimizi hatırlattığı “Ulusal Hükümranlık ve Çocuk Bayramı”ydı. Bu yazıda öncelikle çocuklarımıza ve ulusumuza karşı görevlerimizin başında gelen eğitim konusuna değineceğiz..

Hükümranlık artık sadece asker gücüyle değil, aynı zamanda çağdaş, demokrat yönetimle sürdürülebiliyor. Atatürk ilmi tek yol gösterici olarak gösterdi. Bugün ilim, teknoloji çok daha hızlı gelişiyor. Umarım hepimiz burada bazılarını dile getirdiğimiz örneklere bakarak bu bayramları hak ederek kutlarız. Bu her şeyden önce çocuklarımıza borcumuzdur.

Her sorunun çözümü temelde yatan yanlışın veya aksamanın giderilmesinden kaynaklanıyor. Yüzeysel, günü kazanan, palyatif önlemler çare olmuyor. Bu ekonomide de, siyasette de geçerli. Bu yaklaşım, teoriden sıkılan örneklerden hareket eden kişiler için çekici değil; ama öteki, yani temele inmeden sadece örneklerle yetinen davranış, sorunların kalıcı olmasına neden oluyor.

Ülkede yaşadığımız ve hayali para politikası, faiz, teorileri ve hesap vermeyi reddeden yönetim anlayışıyla derinleşen krizden çıkmanın yolu, temel sorunları halletmekten geçiyor. Bugün bu temel sorunlardan birini ele alacağız. Buluş konusu yol açtığı yüksek kazanç olasılığı ile herkesin ilgisini çekiyor. Bu konuda çeşitli çalışmalar, yazılar görüyoruz. Buluş nedir? Ürün buluşu, süreç buluşu, iyileştirici buluş, köklü-radikal buluş alışılmış kavramlar.

Buluş macera değildir, tesadüflerin sonucu değildir. Buluşu yaratan, arkasındaki temel bilgi birikiminin, akıllı ürün geliştiricinin elinde iş modeline dönüşmesidir. Temel bilgi nasıl, ne gibi ortamlarda gelişiyor? Einstein’ın genel izafiyet teorisinden, Crick ve Watson’un DNA ile ilgili çalışmalarından ve nörolojiden malzeme bilimine kadar çeşitli alanlardaki temel araştırmalardan söz etmiyoruz. Bu çalışmaların yeni ürün, yeni üretim tarzı yaratmasına yol açtığı girişimlerden örnekler vereceğiz.

Hemen okuyucuların yeni yeni karşılaşmaya başladığı “disruptive innovation-ucuz buluş” kavramına değinmeliyiz. Çünkü birçok iktisatçının bu tanımı doğru okumadığı görülüyor. Kavramın yaratıcısı Christensen’dan önce J. A. Schumpeter “yaratıcı yıkıcılık-creative destruction” kavramını önermişti.

Christensen’ın ucuz buluş kavramından kastı, ilk geliştirildiği şekliyle hem ürünün, hem de kullanılmasının pahalı olması nedeniyle, aynı çözümü getiren, aynı esas teknolojiyi taşıyan buluşlardır. Bu nedenle Christensen’in teorisini açıkladığı ilk kitabın adı, “The Innovator’s Dilemma- Buluşçunun İkilemi”dir. Bu imkan her buluş için geçerlidir ve ürün geliştiricinin ihtiyaçla teknik imkânı bir araya getirmesine bağlıdır. İlk IBM bilgisayarlardan sonra bilgisayar gücünde akıllı telefonlar, haberleşme teknolojisi sayesinde “Getir, Hepsi Burada” gibi örnekler sonsuzdur.

Ucuz buluşa örnekler vermemiz isteniyor. Prensip şu, temel teknolojiyi kavramak, çalışılacak endüstri ile nasıl bağdaştırılacağını tasarlamak gerekir. Yoksa ucuz buluşun bir formülü yoktur. Örnek; Kuantum matematiği-fiziği kuantum bilgisayarı getiriyor. Bu durumda kuantum fiziğini öğrenip ona uygun bilgisayar çözümleri araştırmak, geliştirmek gerekir. Kim yapacak bunu? Dünyada her insanın beyni 1.300-1.400 gram. 85 milyonluk bir kitleden bu çözümleri yapabilecek beyinlerin çıkmaması olanaksızdır. Önemli olan inanmak ve ısrarla gayret etmektir (persevere). Temelde yatan oluşum süreci, sürekli değişim öngörür ve değişim fırsat yaratır. Hüner fırsatla bilgiyi bir araya getirmektedir.

Bu gayretin ana girdisi bireyin algılama, düşünme, akıl yürütme becerisidir. Bu bağlamda çevre etkisi- eğitim (nature-nurture) önemlidir. Ailelerin, toplulukların, okulların, öğretmenlerin ve hepsinin üstünde aydınlanmayı benimsemiş bir devletin beyini bu yönde beslemesi bu sürecin temel taşıdır.

“Ucuz Buluş” kavramı, Karl Marx’ın 1850’lerde kapitalizmin nasıl sona ereceğini tartışırken kullandığı “yaratıcı yıkım” kavramıyla karıştırılır. O modelde, buluş, rekabet, yenilik kavramları yoktur. Onun yerine kapitalistin kâra doymazlığı ve değeri yaratan işçinin “sömürülmesi” ile tekelleşme vardır. Nitekim teknolojik gelişme ve tüketim toplumu K. Marx’ın F. Engels’la birlikte Komünist Manifesto’daki öngörülerinin gerçekleşmesini engelledi. Bu sayede kapitalizm, henüz, çökmedi, bilakis başta Komünist Çin olmak üzere ülkeler ayakta kalabilmek için teknolojik gelişme hedefine koşuyor.

Küreselleşme bu açılışa fırsat sağladı. Manifestonun gerçekleşmesini isteyenler bu nedenle küreselleşmeden hoşlanmazlar. Avrupa sosyal devlet anlayışı ve yönetimiyle, gelir dağılımının bozulmasını bir ölçüde kontrol edebiliyor. D. Trump ABD’de gelir dağılımı konusunda herhangi bir düzeltme öngörmediği gibi, değer zincirindeki küreselleşmeden de haberi olmadığı, onu sadece ticaretin önündeki sınırların kalkması olarak algıladığı için dört yıl önce korumacı önlemler aldı. Bunun sonucu, daha önce ABD’ne ihracat yapan Asya şirketleri, doğrudan ABD’de yatırım yaparak, Amerikan şirketlerine kendi toprağında rakip oldu. Küreselleşme böylece Amerikan işçisinin sorunlarına da çare getirdi.

ABD buluş cenneti. Bu buluşların birçoğunda genellikle Almanya temel teknolojinin geliştirildiği ülke; ancak bu buluşlarla tamamlanmıyor. Norveç, Nokia ile akıllı telefon pazarına girdi, ama Apple, Samsung gibi markalarla baş edemedi. Ürün geliştirme becerisi bakımından Motorola, Blackberry, iPhone rekabetine karşı koyamadı. Hiçbiri konuyu değer zinciri yönetimi bağlamında görmedi. Microsoft’ta W.Gates yazılımla, Apple’da S. Jobbs-S. Bozniak, R. Wayne hem teknoloji hem endüstriyel tasarımla piyasaya hakim oldular. Çünkü onlar tasarımla yola çıktılar ve nihai ürünün sürekli yenilenerek pazarlanmasına kadar evrimi yönettiler.

Bu gelişmenin nasıl bir kurumsal, endüstri politikası tercihinin sonucu olduğuna göz atalım.

ABD’nin buluş cenneti olduğunu söyledik. Bu kendiliğinden mi oluyor? W. Gates, S. Jobbs ve kimya, tarım, ilaç, otomotiv endüstrilerinde çalışan binlerce girişimci garajda veya benzeri alanlarda buluş yaparken yalnız başına mı, henüz ortada olmayan alıcılar için mi çalışıyorlar? AR-GE çalışmasının nasıl bir ürünle sonuçlanacağı bilinmez, adı üstünde yapılan “araştırma”dır, sonucu istenen yönde, endüstride de (1) olabilir, bir başka endüstride de. Yani doğru işleyen, bilginin her zaman herkes için kolaylıkla ulaşılabilir olması şart.

Dikkat edelim, burada tam ve mükemmel piyasadan söz etmiyoruz. Değer zincirinin evriminde eksik bilgiyi doğru okuyup değerlendirmek vardır. 1980’lerde, yani küreselleşme öncesi dönemde bilgi aynı şirket bünyesinde yaratılıp değerlendiriliyordu. Conglomerate denilen ve bünyesinde çeşitli endüstrileri bulunduran şirketler bu bakımdan ARGE çalışmalarında başarılı oluyordu. Silo anlayışıyla yönetilmediğinde bu organizasyonlar farklı bölümlerin deneyimlerinden, bilgi birikiminden yararlanıyordu. Su gibi, bilgi de değerlendirileceği yere akıyordu.

Kapitalizmin kalesi ABD’de kamu temel bilimdeki çalışmaları, üniversitelerdeki ve diğer araştırma kuruluşlarındaki çalışmaları proje bazında desteklemektedir. Bu sayede sadece teknolojik gelişme sağlanmış olmuyor, üniversitelerde proje geliştiren, yöneten öğretim üyelerinin geliri, maaşlarının birkaç katına ulaşabiliyor. Teşvik bununla da kalmıyor. Buluş yapan kişi veya kişiler başarıyı patent bürosunda tescil ediyor. Bundan sonrası bu kişilerin veya şirketlerin patentlenmiş gelişmeyi ürüne çevirmesine ve pazar yolunu açmasına kalıyor.

Bu sürecin arkasında ABD federal hükümetin DARPA (defense advanced research projects agency) adlı kamu kuruluşu vardır. 1958 yılında cumhurbaşkanı D. D. Eisenhower tarafından kurulan DARPA kamu fonları yani vergi gelirleriyle desteklenmektedir. Eisenhower ABD’de savunma endüstrisini kuran kişidir. Bir askerin komutan olmak yanında iş-proje anlayışına sahip başarılı yönetici olabildiğinin örneğidir.

DARPA’nın önemli özelliği ABD savunma sektörünün öncelikleriyle endüstrinin ihtiyaçlarını, önceliklerini bir araya getirebilmesidir. DARPA’nın yalnız ABD savunma sektörüne hizmet ediyor olmaması, Aselsan için önemli bir örnektir. Aselsan Kıbrıs çıkartması sonunda karşılaşılan ambargo üzerine “savunma” odaklı olarak kurulmuş ardından Havelsan, Roketsan ve TAİ kurulmuştur. Kuruluş hedefi, ülkede endüstri, sağlık, tarım ve diğer alanların yararlanmasına açılmamıştır.

Çin birçok alanda olduğu gibi teknoloji geliştirme, araştırma konularında da ABD ve diğer ülkelerle yarış halindedir. Daha doğrusu birçok alanda Çin ABD’nin önündedir. Teknoloji geliştirme konusunda bilim-fen ve teknoloji bakanlığı, National Natural Science Foundation of China, Milli Eğitim Bakanlığı bünyesinde bilim ve teknoloji bölümü ve Chinese Academy of Sciences görevlidir.

2015 yılında küresel araştırma-geliştirme harcamalarının yüzde 20’si Çin’de yapılmıştır. 2013 yılında Çin’de yapılan araştırma-geliştirme harcamalarının tutarı 179 milyar dolar olmuştur. ABD’de ARGE finansmanı-araştırma kuruluşları-üniversiteler ve endüstri arasındaki ilişkilerin patent bürosu üzerinden buluşlar yoluyla paraya çevrildiğine, monetize edildiğine değindik.

Çin kendine özgü bir yönetime sahip. Çin Komünist Partisi ülkeyi yönetirken, bazıları kamuya ait, diğerleri özel kişilere ait olmakla birlikte komünist partinin de temsil edildiği şirketler katma değer üretiyor. ASPI (Australian Strategic Policy Institute-Avustralya Bilim Politikası) dünyada teknolojik gelişmeyi takip eden enstitü. 2001 yılında Avustralya Hükümeti tarafından bağımsız, partizan olmayan kimlikle kurulmuş. Arkasında federal hükümet, Commonwealth topluluğu var. (2)

Devlet Başkanı Xi Jingpin’in “yeni üretim güçleri” olarak açıkladığı stratejide "Milli Eğitim Bakanlığı’nın görevi, ilk dört yıllık üniversite eğitiminde ağırlığın yüksek yarı iletken teknolojisine verilmesi" olarak tanımlanıyor.

Çin Komünist Partisi'nin 2017’deki 19. Kongresinde hedefler şöyle tanımlanıyor: Hegel olarak tanımlanan bir yorumla, sayısal (kantitatif)büyüme-yoğunlaşma niteliksel çöküşe, veya hızlı bir sıçramaya yol açabilir. Bu modelde önemli olan maliyet değil toplam faktör verimliliğidir.” Bunun sonucu, toplam faktör verimliliği artmayan endüstrilerden çıkılması, henüz bulunmamış teknolojiler üzerinde yoğunlaşılmasıdır. Stratejide araştırma bütçesinin yarısının yaşı 35’in altındaki girişimcilere, araştırmacılara tahsis edilmesi öngörülüyor.

ASPI’nin görevi bilim ve teknoloji alanındaki gelişmeleri izlemek. Kuruluş coğrafyasına ve kuruculara bakılınca, teknoloji konusunda en yoğun çalışmaların yapıldığı, Çin, Kore, Japonya, Tayvan, Vietnam, Endonezya gibi yerel kültürün ve siyasal tercihlerin etkili ve önemli olduğu ülkeler üzerinde odaklanması ve çeşitli alanlardaki araştırmalar hakkında bilgi üretmesi önemli.

ASPI yeryüzünde 44 teknolojideki araştırmaları izliyor. Bunların 37’sinde Çin lider ve bu bilinçli tasarım ve uzun vadeli planlama ile açıklanıyor. ABD ikinci sırada. İngiltere, Güney Kore ve diğer OECD ülkeleri bunları takip ediyor. En büyük araştırma kuruluşu Çin’de ve Çinli araştırmacılar ABD’dekinden 9 katı fazla “etkili” araştırma yayınlıyor. Bunlar savunma ve uzay konularında, nano ölçekli endüstrilerde yoğunlaşıyor. ABD sağlık alanında- araştırmaların yüzde 28.5 ile kaydediliyor.

ASPI raporunda ileri teknoloji endüstri ülkeleri başta olmak üzere bir çok ülkede araştırma kuruluşları, teknolojik başarı düzeyi hakkında bilgi veren tabloları incelemek mümkün.

Sonuç olarak teknolojinin önemini tekrarlamak gereksiz. Önemli olan bunun nasıl organize edildiği, temel araştırmaların nasıl buluşlara yol açarak endüstrinin ve sonunda tüketicinin önüne geldiği. Temel araştırma araştırmaların birbirini etkilediği, buluşun doğru iş modelleriyle gerçekleşerek nihai kullanıcıya ulaştığı unutulmaması gereken koşullar. Tabii bunların olması doğru hukuk düzeninin varlığına ve işletilmesine bağlı.

Nihayet son ve temel koşul erken yaşlarda başlayarak, özellikle liseden itibaren temel konuların gelecek teknolojilere ağırlık verilerek öğretilmesidir. Bunun şartı eğitimin evden başlatıldığını ve eğitimi verecek olanların bu bilgilere sahip olmasıdır.


(1) Çelik Kurtoğlu, Üretimin Uluslararasılaşması ve Teknololjik Gelişme, A.Ü.Siyasal Bilgiler
Fakültesi, Ankara, 1982

(2) ASPI’s Critical Technology Tracker, Global Race for Future Power ,Jaime Gaido, Jennifer Wang-Leung, Stephane Robin, Danielle Cave, Policy Brief (ReportNr.69/2023racker Jaime)

Ahmet Çelik Kurtoğlu kimdir?

Ahmet Çelik Kurtoğlu, 1942'de Ankara'da doğdu. 1965 yılında Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi'nden mezun oldu.

Akademik kariyerini 1982 yılına kadar aynı kurumda sürdürdü, Cambridge Üniversitesi'nde lisansüstü derecesi aldı. 1972-74 yılları arasında Yale Üniversitesi'nde doktora sonrası çalışmaları yaparken teknolojik gelişme ve endojen büyüme teorisi üzerinde yoğunlaştı, 1997-2006 yılları arası Galatasaray Üniversitesi'nde ders verdi.

T.C. Dışişleri Bakanlığı'nın görevlendirmesiyle 1978-82 yılları arasında B .M. UNCTAD "Teknoloji Transferi Davranış Kodu" müzakerelerinde T.C. delegesi olarak yer aldı.

1983-86 yıllarında arasında İktisadi İşbirliği ve Kalkınma Örgütü (OECD) Kalkınma Merkezi'nde araştırma yöneticisi olarak görev yaptı. Türkiye ve beş Asya ülkesinde Müşavir Mühendislik sektörü üzerinde yaptığı çalışma OECD tarafından yayınlandı.

1987 yılında Dış Ekonomik İlişkiler Kurulu (DEİK) kurucu direktörü olan Kurtoğlu, 1992 yılından itibaren Karadeniz Ekonomik İşbirliği İş Konseyleri Genel Sekreteri, daha sonra 2008 yılına kadar DEİK Yönetim Kurulu ve İcra kurulu üyesi olarak görev yaptı. DEİK pek çok Türk şirketin uluslararası işbirliği kurması sürecinde yardımcı oldu.

Prof. Dr. Kurtoğlu, yurtdışındaki faaliyetini 1994-2006 yılları arasında European Roundtable of Industrialists (ERT) adlı kurumda danışman olarak sürdürdü. ERT en büyük 50 Avrupa sanayi şirketi başkanları tarafından, AB Komisyonuna politika tavsiyesi yapmak üzere kurulmuştur. Politika tavsiyesi danışmanların oluşturduğu çalışma gruplarında geliştirilmektedir.

1999 yılında Kurdoğlu Danışmanlık A.Ş.'ni, 2003 yılında "İyişirket Danışmanlık A.Ş."yi kurdu ve strateji, şirket değerlemesi ve satış müzakeleri, iş geliştirme ve finansman, kurumsal yönetim (governance) konularında danışmanlık hizmeti verdi.

2001 yılında TMSF "9 Banka Yönetim Kurulu Üyesi" olarak, 2002-2007 yıllarında arasında Tekfenbank Yönetim Kurulu, 2012-2019 yılları arasında Tekfen Holding A.Ş. Bağımsız Yönetim Kurulu Üyesi olarak görev yaptı.

2007-2008 döneminde TEMA Vakfı Yönetim Kurulu Başkanı oldu

A.Çelik Kurtoğlu teknoloji ve uluslararası ekonomik ilişkiler konularında yayın yapmıştır. Son çalışması olan "Değer Zincirinin Evrimi", Aralık 2022'de Efil Yayınevi tarafından yayınlanmıştır.

 

Yazarın Diğer Yazıları

İktisat

Matematiksel iktisat, neo-klasik iktisadın temel taşı olan marjinal, marjinal maliyet, bireysel refah, dışsal ekonomi kavramlarını çözebilmiş midir, ölçebilmiş midir?

Echelle mobile

“Hareketli merdiven” insanları enflasyona karşı koruyabilir, ama burada söz konusu olan, yüzde 50-60 oranlarında enflasyon değildir. İş bu raddeye geldiğinde sorun yapısaldır. Onun temelinde de hukuk, adalet, hesap sorma vardır

Tarih tekerrürden ibarettir?

Hukuk yasaların üstündedir. Hukuk olmazsa, yasa, adalet olmaz. Bu nedenle doğru yönetim hukukun üç temeli üzerinde kuruludur: Saydamlık, sorumluluk, hesap verebilirlik, eşitlik

"
"