06 Mart 2018

Birileri “sopa” yerken, onlar “havuç” yiyor

Türkiye her anlamda, her alanda çoraklaşıyor, çöl oluyor...

Herkes tepesinde sallanan bir “sopa”nın gölgesinde yaşıyor...

Gazeteci haberini yazarken...
Yazar bilgisayarın karşısında ne yazacağını düşünürken...
Televizyon programcısı işleyeceği konuyu ve konukları seçerken...i
Senarist ve yapımcı film veya dizinin içeriği üzerine kafa yorarken...
İşadamı kiminle iş yapacağını, kime ilan ve reklam vereceğini, sponsor olacağını planlarken...
Akademisyen bir konferansta konuşmacıyken...
Sivil toplum örgütü bir olay karşısında tepki verip vermemeyi tartışıken...
İnsanlar kalabalık bir ortama girerken...
Telefonla konuşurken...
Sosyal medyayı kullanırken...

Hep aynı tedirginliği, endişeyi, korkuyu hissediyor...

Başıma bir iş gelir mi?
Bilmem neci diye suçlanır mıyım?
Üstüme bir suç yıkılır mı?
İşimden kovulur muyum?
Dışlanır mıyım?
Dizim yayından kaldırılır mı?
Vergi cezası alır mıyım?
Mahkemeye düşer miyim?
Tutuklanır mıyım?
Mahkum olur muyum?

Bu kabus ikliminde, demokrasi, özgürlük, adalet, hukuk, sanat, bilim nefes alamaz, ölür...

Hal böyle olunca, beyin durmuyor göçüyor, seviye ve derinlik kaçıyor, devlet ehliyetsiz ve liyakatsızlara, bilim, fasulyeye kuran dinletince daha çok ürün verdiğini kanıtlayan (!) öğrenciyi ödüllendirenlere (TÜBİTAK), sanat, sanatın yaratıcı ve itirazcı ruhunu Saray’ın kapısına gömenlere, meydan fedailere, mafyaya, damacanadan, asansörden, yastık, yorgandan tahrik olunabileceğinden söz eden sapkınlara kalıyor...

Türkiye her anlamda, her alanda çoraklaşıyor, çöl oluyor...

Bu akla ziyan gidişe karşı çıkan, sesini yükselten ya da potansiyel tehdit olarak görülenler, kovuluyor, dışlanıyor, sürülüyor, ilan, reklam ve iş alamıyor, kapısında aniden maliyeciyi buluyor, mahkemelerde sürünüyor, tutuklanıyor, mahkum oluyor...

Tabii, çıkarlarını her şeyden önce tutan ve kendilerini tek adamın yanında konumlandıran gazeteci, yazar, akademisyen, sanatçı, işadamı, sivil toplumcu için bu geçerli değil elbette...

Onlar bu korku düzeninin bekçiliğini, avukatlığını, paralı askerliğini ve sözcülüğünü yapıyor...

Ülkenin nereye gittiği, çektirilen acı ve zulüm, yaşatılan adaletsizlikler umurlarında değil...

Tek adama mümkün olduğunca yakınlaşıp, hayran hayran yüzüne bakıp, bu ilişkiyi nasıl paraya çevirebileceklerinin hesabını yapıyor onlar...

Yani birileri “sopa” yerken, onlar “havuç” yiyor...

Peki, bir gün “havuç tarlası” kuruduğunda ne yapacaklar?

Zira hayat herkes için devam ediyor olacak...

Yazarın Diğer Yazıları

Delors asla "AB, Hristiyan kulübüdür" demedi; peki, bu haksız algı neden üstüne yapıştı kaldı?

Avrupa Birliği'nin oluşumunda büyük pay sahibi olan Jacques Delors, Türkiye'de maalesef "Batı ve Hristiyan klübü"nün sözcüsü olarak tanıtıldı, yansıtıldı. Kendi kulüpçülüklerini sürdürmek için Avrupa'dan medet umanların yazdıklarının aksine, "Türkiye'ye tavır almak, AB'yi Hristiyan kulübüne dönüştürme riski taşır" demişti

Türkiye bu kadar tehdit ve hakaret eden bir Cumhurbaşkanı görmedi

Erdoğan, Fatih Portakal üzerinden tüm muhalefete gözdağı veriyor...

Erdoğan'a nasıl hakaret etmişim?

Soylu'nun “Sahtekar, düzenbaz, alçak” ifadelerini AİHM kantarında tartan savcılar “Eleştiri hakkı” derken, Erdoğan şikayetçi olunca eleştiri içeren cümleleri hakaret sayıyor...

"
"