13 Mart 2025
“İnsan varlık ve hiçlik arasında ortada durmaktadır”
Descartes
Aklın kategorilerine göre değil de Varlık kategorilerine göre ele alınan felsefe kitabı “Varlık ve Hiçlik” Sartre’ın felsefe dünyasını sarsan kitabının ismidir: ancak daha önce bunu bu şekilde kullanan iki 17.yüzyıl filozofu da var. Önce Descartes’den (1596-1650) sonra da Pascal’dan (1623-1662) aynı lafı duymuş bir “felsefe tarihi” arkamızda durmakta. Sartre ise döneminde Deleuze’den diğer çağdaş filozoflara kadar hatta edebiyatçılara kadar etkisini duyurmuştur. Bu iki an arasında duran insan ise 17.yüzyılda inanca ve Tanrı’ya dayanmaktaydı. Sonra 18.yüzyıla gelindiğinde Aydınlanma düşüncesiyle insana dayanmaya başlayarak, antropolojiyi, sosyal ve beşerî bilimleri merkeze koymaya başladı.
20. yüzyılda Sartre varlık ve öz arasında bir ayrıma dayanarak insanın ikili halini sürdürdü. Beden ve ruh ayrımı Descartes’dan ve insanın bir bütünlüğü olmadığını savunan “şüphe düşüncesini” merkeze yerleştirdiğinden beri, ruhun Tanrı’ya yani insanın dışından gelen bir güce ve de bedenin ise bir uzama bağlı olduğu düşüncesini geliştirmişti.
Spinoza her ne kadar Tanrı’yı fiziğe yani doğaya ve insanı da biçimlere bağlı olarak Tözün biçimleri arasında saymış olsa da Töz Tanrı’nın kendisiydi. Böylece bilim ile iman arasındaki ikilik ve birlik tartışmaları 17.yüzyıldan itibaren bilimsel düşünceye yol almaya başlamıştı.
Bugün bu düşüncenin içinde bulunmaktayız; ancak iman ve akıl arasındaki ikilik artık bilimsel olanı ön planda görerek yan yana gelebilmekteler. Dinin bilime göre yorumlanması da bu anlamda modernlik ile alakalandırılmakta. Bu düşüncenin içinde barınmakta olsak bile son dönemlerde din ve akıl veya bilim ve metafizik arasındaki ikilik yeniden gündeme geldi. Postmodernizmin içine yerleşen bu geri gelen bakış bilimin kendi çelişkilerinden de kaynaklanmakta bu bakımdan. İki hakiki bilimsel görüşün birbirlerine zıt olarak işlemeye başlaması bilimi ilerletmekte olsa bile bir şüpheyi işin içine sokmaya başlamıştı daha 1980’li yılların ikinci yarısına geldiğimiz dönemlerde.
Bugün ABD’nin bilimsel araştırmalara kısıtlama getirmeye başlaması ise bu geri dönmekte olan ikili bakış açısından bilimin siyasete bağlı olarak işlemek zorunda kaldığı Galileo dönemini hatırlatmakta belki de ilk olarak; çünkü devletin bakışıyla bilimsel araştırmaların ihtiyacı olan desteğin çekilmesi demek, bilimi yasaklamak demek olmasa bile bilimsel araştırmaların devletin güvenliği açısından şüpheli sayılmasını düşündürtmekte değil midir?
Bir zamanlar, bundan beş-on yıl önce bir tartışma söz konusuydu entelektüel dünyada. 1949 yılında yayınlanan “1984” ile Orwell mi yoksa 1931 yılında yayınlanan “Cesur Dünyalar” ile Huxley mi günümüze yaklaşmakta? tartışmasıydı bu. İkisinin de bugüne yaklaşan yanları yok değil. Birincisi daha devlete ikincisi ise daha topluma dair öngörüler taşımakta. Distopyalar zaten ütopyaların yerini almakta gecikmemişti. Dünyaların en iyisinde yaşayan bilim dünyasının umut ışıkları kırılmaya başlamıştı.
“1984” adlı distopya romanda “aşkın yasak olacağı” bir siyasi rejim, gerçekte hayal bile edilemezdi. Hatta günün birinde sinema dünyasında 2024 Altın Palmiye ve 2025’te en iyi film olarak Oscar ödüllerini alan bir filmin (Anora) Rus ve Amerikalı aşkının bir kâbus ve sefalet olacağını da düşünür müydük? Belki de James Bond filmlerinde “Glasnost” sonrasında, 1980’li yıllara girdiğimizde, Despot SSCB dünyasının Rus ve demokrat Batı dünyasının “Kraliçenin Emrindeki” ajanlarının, birlikte kötülüğe karşı savaşacakları bir ittifak dışında bu filmler sanki bir umut olarak verilmekteydi. Nükleer savaşlarının 1962 yılında bir yandan Küba’da SSCB’nin yerleştirdiği nükleer füzelere karşı Domuzlar Körfezi üzerine ABD füzelerinin yönlendirilmesi ve diğer yandan 1961’den itibaren Ankara’ya yönlendirilen SSCB Jüpiter nükleer füzelerinin dünya savaşının köşesinden dönmesi dışında, o günden bugüne bu kadar savaş çığlıkları atılmamıştı.
ABD’nin müttefik değil de Batı Avrupa’nın nerdeyse karşısında almakta olduğu tavrı da seçimler öncesi Demokrat Parti üyesi, ABD Temsilciler Meclisi Başkanlığını iki kez yapmış olan (2007-2011 ve 2019-2023) Nancy Pelosi ifade etmeye çalışmaktaydı; ama herhalde o zaman, bu kadar ciddiye alınmamıştı.
Bugün sansür ve kelimeler birbirlerini izlemekteler. ABD’de bilim üzerine yapılan araştırmalara getirilen kısıtlamalar bazılarına göre Orwel’in SSCB için hayalgücünü gerçekle birleştiren yapısının yerine yerleşmeye başlamakta: Gerçek hayatta, gerçek siyasette ve gerçek sansürleme girişiminde. Bu açıdan bakıldığında kelimeler yasaklanma yolundalar. Üniversitelerde ve araştırma alanlarında artık bazı kelimeler ve yöntemler söz konusu edilemeyecek. Burada hepsini saymama gerek yok sanırım. Sosyal medyada bunları görmek mümkün. En çarpıcıları: Aktivizm, düşünce avukatlığı yapmak, ırkçılık karşıtlığı, ırkçı karşıtı, riziko, sınır, aidiyet, biyolojik dişi, biyolojik eril, doğuştan erkek veya doğuştan kız, siyah ve latino, süt veren halk, süt veren kimse (süt anne), temiz enerji, iklim krizi, iklim bilimi, seks işçisi, cemaat çeşitliliği, çeşitlilik, kültürel fark, kültürel duyarlılık, kültürel miras, kültürel uygunluk, sakatlık, cins kimliği, çevre adaleti vb. Bunlar yasaklanmakta devletin yardımları kategorisinin dışına atılmakta ve kamuya zarar vermekle suçlanmakta.
Halbuki 1990’lı yılların başından beri cinsellik, cins kimlikleri, etnik kimlikler ve ırk meselesi Amerikan Üniversitelerinin Kampüslerinde en çok tartışılan konulardı. 1994 yılında Charles Taylor’un “Çokkültürlülük” kitabı yayınlandığında etnik ve kültürel çeşitlilik evrensel bir şekilde ele alınarak dünyada birçok dile çevrilmişti.
Bunun yanında binden fazla bilim araştırmacısı işten çıkarılmakta. Amerikan Meteoroloji Cemiyeti olarak bilinen bilimsel araştırmalar yapan, gelecek doğa rizikolarını öngören ve halkı bilgilendiren bu cemiyet kamu yararı dışına çekilmekte. İklim krizini öngören araştırmacılar kamu güvenliği ve ABD’nin ekonomik dünya liderliği için “tamir edilemeyecek yaralar” açmaktan suçlanmaktalar. Bu ajans gemileri ve radarları tamir etmek için kamusal finans bulamayacak artık. Çevreyi Koruma Ajansı da elemanlarının bazılarını işten çıkarmak ve bütçesini %65’e indirmek zorunda. Bunlara göre, araştırmalar daha çok fosil enerjisine öncelik verecek. Çevreyi de insanı da zarara sokması kale alınmayacak anlamına gelmekte.
ABD bugün bilime savaş açmış durumda gözükmekte. Bilim yerine astroloji ve dini değerleri ön plana çıkarmak istemekte. Bu bize 17. yüzyıl tartışmalarını hatırlatmakta. Kilise’nin bilimsel özgürlüklere set çekerek, ilahiyat düşüncesinin kanunlarına uymayacak gelişmeleri engellemesine göz kırpmakta değil mi acaba?
Ali Akay kimdir? Ali Akay Paris'te, 1976-1990 yılları arasında Paris VIII Üniversitesi'nde Sosyoloji, Felsefe ve Siyaset Bilim okudu. 1990 yılından beri İstanbul'da, Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Sosyoloji Bölümü'nde öğretim üyesidir. Aynı Üniversitenin Resim Bölümü'nde 1992 yılından beri doktora derslerini sürdürmektedir. Yurt dışında Paris, New York ve Berlin'de dersler vermiştir. Türkiye'de ve yurt dışında birçok kurumsal ve kurum dışı sergilerin küratörlüğünü yapmıştır. 1992 yılında Toplumbilim dergisini kurmuş ve 2011 yılına kadar bu dergiyi sürdürmüştür. 2011 yılında, Toplumbilim dergisinin yeni ismiyle şu anda devam etmekte olan Teorik Bakış dergisini kurmuştur. Yurt içinde ve yurt dışında yazıları yayımlanmıştır ve sanat, sosyoloji ve felsefe üzerine birçok kitabı vardır. |
“Memnuniyet kriterleri” bu kadar değişiyorsa o zaman nasıl bir toplum hayal etmeye başlayacağız? Bu homojenleşen bir toplum mu olacak, yoksa birbirleriyle kavgalı düşman kardeşler mi?
Bugünün jeopolitiğini belirleyen ender topraklar, hammaddelerin peşindeki bir yayılma siyasetinin parçası olarak durmakta. Bugün bilinmesi gereken; belki de bu işgallerin “sömürge” döneminde olduğu gibi askeri bir şekilde mi yapılacağı yoksa “neo-sömürgecilik” zamanında yapıldığı gibi ekonomik işgal şeklinde mi yapılacak olduğudur
Bilgisayarların insan zekâsına oranla daha mükemmelleştiği bir dönem başlıyor. İnsanı taklit eden ve simülasyon dünyasına bizi taşımaya başlayan ve bu anlamda da daha hızlı çalışan makinasal yetenekleri bizim yaşam ve çalışma koşullarımızı ele geçirme üzerine geliştirilmekte
© Tüm hakları saklıdır.