04 Aralık 2024

Kürt sorunu çözülemez, kimse kimseyi kandırmasın!

Tüm vatandaşlara tanınmış haklardan Kürtleri de yararlandırmak, yani “eşit vatandaşlık hakları” yeterli mi? Yoksa Kürt kimliği hukuksal boyutta resmen tanınmadıkça ve korunmadıkça Kürtler açısından gerçek çözüm sayılmayacak mı?

Kürt sorunu hakkında kamuoyunda iki farklı yaklaşım görülüyor:

İlki, demokratik yaklaşım:

“Kürt sorunu vardır ve bu sorun artık çözülmelidir” diyenler.

Bunların çözüm önerisi ise, “demokratik yollarla ve seçilmiş meşru muhataplarıyla çözülsün” yaklaşımı.

Diğeri ise inkârcı ve retçi yaklaşım.

“Kürt sorunu yoktur terör sorunu vardır” diyenler.

Bkz. Sayın Bahçeli’nin önerisi.

Bunların çözüm önerisi ise oldukça naif: “Öcalan’ı serbest bırakalım, o da PKK’ya çağrı yapsın ve silahlar bırakılsın, ortalık güllük gülistanlık olsun” yaklaşımı.

Sanki Kürtlerin tek sorunu Öcalan’ın hapiste olmasıymış gibi!

Bunlar Türkler cenahındaki yaklaşımlar.

Kürt siyasi hareketinin bu konudaki yaklaşımı ise kendi içinde daha karmaşık hatta biraz da tutarsız görünüyor.

Öcalan’ın Kürt tarafının baş müzakerecisi olacağı iki eşit taraf arasında karşılıklı müzakere ve pazarlıkla çözülebilecek bir sorun olarak gördükleri anlaşılıyor.

Aslında soruna “inkârcı” Türklerin yaklaşımı ne kadar naif ve gerçeklikten kopuksa, radikal Kürt cenahın yaklaşımı da o kadar realiteden kopuk ve hayalperest.

Başka bir anlatımla, Kürt sorununu sadece terör sorunundan ibaret gören “inkârcı” yaklaşım ile sanki bu sorunun bir parçası olarak hiç terör sorunu yokmuş gibi izlenim vermeye çalışan “radikal” yaklaşım arasında sıkışınca, iş zaten baştan kilitleniyor.

Oysa Türklerin yüzde 90’ının “teröristbaşı” olarak gördüğü ve nefret abidesi olarak mimlediği birini meşru muhatap olarak bu topluma kabul ettirmeye zorlarlarsa Kürt sorunu bu topraklarda en az 100 yıl daha çözülmez!

Aynı şekilde, bir yandan seçilmiş yerel yöneticileri hemen görevden alıp yerlerine atanmış memurları getirip, halay çeken hatta Kürtçe konuşanları gözaltına alıp; diğer yandan “Kürt sorunu yoktur” derseniz de bu sorun daha en az 100 yıl çözülmez.

Böylece radikal Kürtlere de radikal Türklere de kalırsa bu sorun böyle sürüp gider ve hayatta çözülmez.

Sadece boş boş konuşulur, enteresan çıkışlar birbirini izler, toplum boş laflarla oyalanır, iki taraftan da bu işten ekmek yemeye devam eden hem cephedekiler hem politikacılar çözümsüzlükten nemalanmaya devam eder.

Zavallı halk da (hem Türkler hem Kürtler) bu işin hem maddi hem manevi faturalarını daha uzun yıllar ödemeye devam eder.

Demokratik yaklaşımın çözümü ne kadar gerçekçi?

Öte yandan, işin daha da üzücü ve hayal kırıklığı yaratıcı boyutu ise şu:

Tamam, hem radikal Kürtlerin hem de inkarcı Türklerin çözüm yaklaşımı son derece gerçeklikten kopuk ve üzerinde tartışmaya bile değecek ciddiyeti yok.

İyi de bu konudaki demokratik yaklaşımın çözüm perspektifi ne kadar realist?

Kürt sorunu “demokratik yollarla ve seçilmiş meşru muhataplarıyla çözülsün” demek ilk bakışta çok şık ve çekici görünüyor kuşkusuz.

Ama biraz üzerinde düşünce aslında sadece çok konformist ama içi aslında “boş” bir yaklaşım.

Tamam da meşru muhataplar bu sorunu nasıl çözecekler?

Burada “çözüm” denilen şey ne?

Öncelikle bu noktada neyin “çözüm” olarak varsayılacağı noktasında konsensus sağlamak gerekiyor.

Örneğin Kürtlere sadece mevcut Anayasaya ve kanunlara göre eşit vatandaşlık hakları vermek, seçilmiş yerel yöneticileri görevden almamak, zorunlu hallerde atanmışlar yerine diğer seçilmişleri vekil yapmak, ifade özgürlüğünü tam işletmek, yerel dillerde konuşmaya serbestlik tanımak seviyesinde kalan bir reform Kürt sorununa gerçekten çözüm olacak mı?

Tüm vatandaşlara tanınmış haklardan Kürtleri de yararlandırmak, yani “eşit vatandaşlık hakları” yeterli mi?

Yani Kürtlere yönelik “tolerans”ın, fazla abartılmamak kaydıyla salt biraz yerel kültürel farklılık boyutunda kalması Kürtler açısından yeterli olacak mı?

Yoksa Kürt kimliği hukuksal boyutta resmen tanınmadıkça ve korunmadıkça Kürtler açısından gerçek çözüm sayılmayacak mı?

Yani “etnik köken bazında resmi tanıma” sağlanmadan olmaz mı?

Bu çözümün gerektirdiği asgari seviyedeki somut uygulamalar ise belli.

Kürt kimliğinin yasal hatta anayasal seviyede açıkça resmen güvenceye alınması.

İkinci resmi dil olmasa da Kürtçenin özellikle Kürt yoğun bölgelerde Türkçe ile idari ve kamusal işlerde de rutin olarak kullanılması (sokak, cadde tabelaları dahil idari yazışmalarda rutin kullanımı gibi.)

Kürtçe yayın yapan özel kuruluşlara izin verilmesi.

Kürt yoğun bölgelerde Kürtçe eğitim veren kamu ve özel okulların açılması.

Salt il seviyesinde değil bölgesel seviyede de yerel idarelerin kurulması.

Halen ulusal seviyede yürütülen bazı kamu hizmetlerinin yerel idarelere devredilmesi (sağlık, tarım, turizm, okul öncesi eğitim, hatta ilköğretim vs.)

Bunlar demokratik Batı ülkelerinde farklı etnik yapıdaki bölgeler için rutin biçimde tanınmış ve uygulanmakta olan asgari seviyedeki “azınlık hakları.”

Örneğin İspanya’nın Katalan ve Bask bölgelerine tanıdığı.

Belçika’nın Valon bölgesine tanıdığı.

Hatta bizim gibi üniter yapıdaki Fransa’nın Korsika ve Bask bölgelerine tanıdığı ve şimdilerde de Brötanya bölgesine tanımaya hazırlandığı gibi.

Kimse kimseyi kandırmasın!

Kürtler açısından temel sorun hatta açmaz şu:

Eğer eşit vatandaşlık hakları tanınması yetmeyecekse, burada sayılan asgari azınlık haklarının çoğunun tanınması için Anayasa değişikliği gerekiyor.

Bu da referandum demek.

O halde iş dönüp dolaşıp şuna gelecek:

Referandumda bunlara onay çıkar mı?

Türklerin çoğunluğu Kürtlere bu azınlık haklarının tanınmasına hazır mı?

Benim gördüğüm, Türklerin çoğunluğunun buna henüz hazır olmadığı.

Bu konuda eskiye oranla belli bir gelişme varsa da ve Türklerin çoğunluğu, özellikle son kayyım rezaletlerinden sonra, artık bir Kürt sorunu bulunduğunda hemfikir olmaya başlasa da, burada sayılan tipik ve hatta minimum azınlık haklarının verilmesine henüz onay vermeyecekleri çok açık.

Belki uzun vadede genel kanı değişir. Ama gerçekçi olmak gerekirse, kısa vadede imkânsız görünüyor.

Bu sorun ayrıca Güneydoğu sınırlarımızda (Suriye ve Irak) fiilen oluşan Kürt özerk bölgeleri hakkındaki iyice açmaza girdiği görülen geleneksel devlet politikasının sorgulanması da dahil, daha ön yargısız ve sıfırdan yeni yaklaşım ihtiyacından da bağımsız değil.

Hatta sorunun psikolojik temellerinde belki de içte ve dıştaki tüm Kürtleri hasım veya düşman olarak görmek yerine artık müttefik olarak görmeye ilişkin bir paradigma değişimi tartışması da gerekiyor. Ama hemen olacak iş değil tabii.

O halde kimse kimseyi kandırmasın.

Özellikle de Kürtler artık daha fazla kandırılmasın.

Kürtler de kendilerini oyalama amaçlı naif önerilere aynı saflıkla prim vermesin.

Kürt sorununa Batı standartlarındaki kesin ve net çözüm, bu topraklara daha çok uzun yıllar gelemez.

Gerçekçi olun, imkansızı istemeyin!

Kürt sorunu çözülemez!

Bu konudaki tek gerçekçi ve tutarlı yaklaşım, en azından kısa ve orta vadede öncelikle “eşit vatandaşlık” temelindeki demokratik hak ve özgürlüklerin yeniden devreye sokulması ve yerleştirilmesi.

Daha eşit vatandaşlar olarak anayasal ifade özgürlüğünü ve demokratik toplantı ve gösteri hakkını bile kullanamayan Kürtlere hangi ideal çözümden bahsediyoruz?

Halay çekti diye, otobüste Kürtçe konuştu diye, kayyım uygulamasına tepki verdi diye, cenazede taziyede bulundu diye, kitap yazdı diye halen gözaltına alınan, soruşturma açılan hatta tutuklanan kişiler varken, Kürt sorununa “çözümü de biz getiririz” diyen iktidar bloğuna inananlar ve hatta çözüm için içi boş vaatlere övgüler düzenler ya gerçekten saf.

Ya da mevcut pozisyonlarının sağladığı konfordan vazgeçmek istemeyip, aslında hem bizimle hem de Kürtlerle “eğleniyorlar.”

Bazen büyük bir sorunun çözülemeyeceğini baştan tespit ederek gerçekçi olmak, insanların çözüm olacakmış gibi oyalanması ve kandırılmasından daha hayırlıdır.

Ali D. Ulusoy kimdir?

Halen Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi İdare Hukuku Anabilim Dalı Başkanı ve öğretim üyesi olan Prof. Dr. Ali D. Ulusoy, 1968 yılı Mersin Mut doğumludur.

Öğretim üyeliği yanında EPDK Hukuk Dairesi Başkanlığı, BDDK Hukuk Danışmanlığı, Başbakanlık Bilgi Edinme Kurulu Üyeliği, TOBB-ETÜ Hukuk Fakültesi kurucu dekanlığı ve İzmir Yaşar Üniversitesi rektör yardımcılığı gibi idari görevlerde bulunmuştur.

ABD Los Angeles California Üniversitesinde (UCLA) iki yıl (2006-2007; 2017-2018) misafir öğretim üyesi olarak kalmıştır. 2011-2014 arası üç yıl Danıştay Üyeliği yapmış ve kendi isteğiyle ayrılıp üniversiteye dönmüştür.

Uzmanlık alanları: İdare hukuku, İdari yargı, Ekonomik kamu hukuku, İdari yaptırımlar, İnsan hakları, Devlet-din ilişkileri.

Lisans: Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi. Yüksek Lisans: Fransa Bordeaux Üniversitesi. Doktora: Fransa Bordeaux Üniversitesi. Doçentlik:2002, Profesörlük: 2008.

Yazarın Diğer Yazıları

Suriye’de Dışişleri Bakanı’ndan çalınan rol

Şam’daki namaz ve HTŞ lideri ile görüşme “şov”unda Dışişleri Bakanı Hakan Fidan’dan rol mü çalındı?

Özgür Özel’in liderlik sınavı

Sayın Yavaş’ın partiden dışlanıp, bağımsız aday olması durumunda ise, pekâlâ mümkün olan kazanması halinde CHP bir kez daha kaybetmiş olacak. Bunun faturası da kuşkusuz Sayın Özel’e kesilecek ve büyük olasılıkla genel başkanlıkta kalması mümkün olmayacak. Belki de siyasi yolculuğunun sonuna gelecek

İki bakan, iki farklı performans: Milli Eğitim ve Dışişleri

Batı dünyasının laiklik dahil, demokrasi, hukuk ve insan hakları standartlarına uymayı ayak bağı gören siyasi iktidarların ülkeyi Batı’dan uzaklaştırmasına izin vermemek, bu ülkenin gelecek kuşaklarına karşı en önemli borcumuzdur

"
"