27 Kasım 2024

Özgür Özel’in liderlik sınavı

Sayın Yavaş’ın partiden dışlanıp, bağımsız aday olması durumunda ise, pekâlâ mümkün olan kazanması halinde CHP bir kez daha kaybetmiş olacak. Bunun faturası da kuşkusuz Sayın Özel’e kesilecek ve büyük olasılıkla genel başkanlıkta kalması mümkün olmayacak. Belki de siyasi yolculuğunun sonuna gelecek

CHP Genel Başkanı Özgür Özel

CHP Genel Başkanı Sayın Özgür Özel bir grup hukukçu akademisyen ile genel sohbet amaçlı olarak verdiği bir yemeğe beni de davet etme nezaketi gösterdi. Kendisine teşekkür ediyorum.

Organizasyonu yapan Ankara Milletvekili Sayın Murat Emir’e de ayrıca teşekkürler.

Böylece Sayın Özgür Özel’i biraz da olsa şahsen tanıma ve uzunca bir süre sohbet etme fırsatı buldum.

Öncelikle vurgulamak gerekir ki ülkenin ana muhalefet partisi liderini tüm toplumun ve kamuoyunun daha yakından tanıması demokrasilerde son derece doğaldır. Bu tanıtımın doğrudan ana muhalefet lideri, ekibi ve çevresi tarafından yapılması zaten olağan bir durumdur.

Buna ilaveten, gazetecilerin, akademisyenlerin ve toplumun kanaat önderliğine soyunan diğer kesimlerin de böylesine önemli konumda bulunan kişiyi kendi gözlemleriyle, bakış açılarıyla ve kişisel değerlendirmeleriyle tanıtması da sanırım toplumu ayrıca aydınlatıcı olacaktır.

Bu itibarla kendisi hakkındaki kişisel gözlemimi burada sizlerle paylaşmakta sakınca görmedim.

Özellikle vurgulanması gereken ilk husus, Sayın Özel’in toplumun her kesimi ile son derece samimi, önyargısız ve direkt biçimde diyalog kurmaya ve kendi politik yaklaşımlarını her kesime aktarmaya olan hevesi takdire şayan.

Yani alıştığımız diğer siyasi liderlerin aksine, kendisi hakkında sanırım en söylenemeyecek şey kibirli olduğu.

Kibir ve “ağır abi”liğin bu kadar semtine uğramadığı bir siyasi parti lideri görmek şaşırtıcı oldu diyebilirim. Sonuçta pek alışık olduğumuz şey değil!

Diğer yandan, açıkça belli oluyor ki, uzun yıllardır ana muhalefet partisi içinde ve üst yönetiminde milletvekili, Meclis grup başkan vekili, grup başkanı ve genel başkan yardımcılığı gibi görevler yürütmüş olması kendisine siyasette ciddi bir tecrübe kazandırmış.

Gerçi siyasetteki en üst karar verici olma yani liderlik tecrübesi dışındaki “2. adamlık” tecrübeleri, sonrasındaki liderlik için totalde artı mı yoksa eksi mi yazar tartışılır.

Çünkü 2. adamlığa kendisini fazla alıştırmak, liderlik vasfının gerektirdiği etkin bir nihai karar alıcı olmak adına doğru zamanda net biçimde inisiyatif alma ve elini taşın altına koyabilme vasıflarının körelmesine de sebebiyet verebilir.

Yani 2. adamlığın konforuna fazla alışmak bazen olumsuz da olabilir.

Kendisi için, uzun süren 2. adamlık görevlerinin böyle bir dezavantaj oluşturup oluşturmayacağını zaman gösterecek. Ama şimdilik inisiyatif almada tereddüt göstermediği söylenebilir.

Herkesin hata yapma lüksü var ama CHP’nin yok!

Siyasetteki uzun süreyi bulan tecrübenin kazandırdığı tahmin edilebilecek kendisinde gözlemlediğim bir diğer dikkat çekici özellik ise sert eleştirilere karşı kendi pozisyonunu aynı sertlikle savunma kararlılığı ve fakat sert eleştiri sahibiyle ipleri koparmadan işi idare edebilme ve gergin durumları yönetebilme becerisi.

Örneğin sohbette bir ara kendisini, hukuken meşru temsilciler varken Bahçeli’nin Öcalan’ın muhatap alınması önerisine karşı yeterince net bir ifadeyle karşı çıkmamakla ve DEM Partili başkanlara kayyım atamalarda -onların hukuki durumu Esenyurt’tan farklı olduğu için- tepki dozunu ayarlayamamakla eleştirdim.

Aslına bakarsanız bu eleştiriyi yaparken üslubumu pek de iyi ayarlayamadım ve kastımı biraz aşarak, gereğinden sert bir tarzda Sayın Başkan ile polemiğe girdim.

İşin içine azıcık akademisyen “snop”luğu da girince, haddimi biraz aştığım bile söylenebilir.

Sayın Başkan eleştirimi kabul etmemekle ve kendi pozisyonunun haklılığında katı biçimde ısrarlı olmakla birlikte, doğrusu biraz heyecanlı biraz da snop bir akademisyene karşı ipleri koparmadan ve kırıp dökmeden ortamı iyi idare etti.

Aslında toplumda ana muhalefet partisinden ve yeni genel başkanından beklenti çok çok yüksek.

İktidarın aralıksız 22 yıllık ülke yönetiminden hiç memnun olmamış olan ya da artık memnun olmayan her kesim umudunu CHP’ye ve yeni yönetimine bağlamış durumda.

Benimki gibi gereğinden fazla sert tepkiler bile aslında iyi niyetli.

Ana muhalefetin bir kez daha hata yapıp, iktidarı elinin tersi ile itmesine müsaade etmek istemiyor insanlar.

Herkesin hata yapma lüksü var ama ana muhalefetin artık hata yapma kontenjanı çoktan doldu.

Beklenti çok yüksek olunca da her beklentiye yanıt vermek tabii ki kolay değil.

Eleştiriler de hemen artabiliyor ve eleştiri dozları anında yükselebiliyor.

Ana muhalefet yönetimine düşen ise toplumdaki bu tepkiyi iyi yönetebilmek.

Lider olmanın dayanılmaz ağırlığı

Sayın Özel’in ana muhalefet lideri olarak öncelikli hedefi tabii ki son yerel seçimlerde 1. parti konumuna yükselen partisinin bu pozisyonunu korumak hatta daha da ileri götürmek, iktidar partisi ile arayı daha da açmak olmalı.

Bunun pratikteki yolunun da toplumun hiçbir kesimin küstürmeden herkesin desteğini almaya çalışmak olduğu belli. Kürtleri, Alevileri, Atatürkçüleri, merkez sağı, ılımlı milliyetçileri, dindarları, muhafazakârları küstürme lüksü yok. Son seçimde bu kesimlerden de oy aldı ve almaya devam etmesi şart.

Ne var ki bu noktada kaçınılmaz bir risk de var.

Ülkedeki hiçbir kesimi kızdırmamak adına bazen siyasetin önemli sorunlarına karşı da gereken net tavrı alamamak ve verilmesi gereken net tepkiyi verememek, toplumda partisine ve kendisine karşı ciddi bir güvensizlik yaratmayacak mı?

Çünkü bu noktada madalyonun diğer yüzü şu:

22 yıldır iktidarda kalabilmiş ve dolayısıyla ülkenin çoğunluğunun güvenini öyle ya da böyle kazanabilmiş bir iktidara alternatif olacaksanız, halkın çoğunluğunun gözünde “bu kez de bunlar işbaşına gelirse bunlar bu işi becerebilir, ülkeyi layıkıyla yönetebilir!” şeklinde bir güven oluşturabilmeniz gerekir.

Yani iktidar değişimi için belki de en önemli ön şart, halkın gözünde “bunlar yapabilir!” yönünde bir güven oluşturabilmek.

Bu güveni oluşturabilmek ise 22 yıldır maç kazanamayıp sürekli kaybeden ve şampiyonluğu hiç görememiş bir takım için öyle kolay iş değil.

Her kesimi mutlu etmek için etliye sütlüye karışmayıp sürekli tribünlere oynamak ve gol atmaya çalışmayıp sürekli orta sahada top çevirmeye çalışmak size maç kazandırmaz.

Üstelik ülkedeki toplam oyların yüzde 65-70’inin sağ eğilimli olduğu bilinen ülkede Merkez Sol’da veya Sosyal Demokrat çizgideki bir partinin iktidara gelmesi için çok daha fazla çalışması ve daha da fazla gole yönelik ataklar yapması şart.

Yani önemli konularda daha elini taşın altına koyan tutarlı bir yaklaşımla, halka güven vermek en kritik iş.

O yüzden, gerekirse kendi aralarından meşru bir muhatap bulmak istemeyen ve Türklerin ezici çoğunluğunun meşru muhatap olarak görmesi kesinlikle mümkün olmayan terör örgütü liderini tek muhatap görmek isteyen Kürtlere de eleştiri getirebilmeli.

Gerekirse evrensel insan hakları standartlarını görmezden gelerek meşru Kürt siyasetçilerin sonsuza dek hapiste tutulmalarına destek veren Türk milliyetçilerine de karşı durabilmeli.

Gerekirse anayasal laikliği iyice sulandırmak isteyen muhafazakârlara karşı gelebilmeli.

Gerekirse militarizmle mücadele kisvesi altında dolaylı Atatürk düşmanlığı yapılarak, uzun yılların askeri teamülünü uygulayan teğmenlere verilecek cezaya net tepki verilebilmeli.

Tabii ki en uygun tepki dozuyla ve ikna yöntemleriyle. Ama açık ve net biçimde.

Taviz verilmemesi gereken yerde taviz de vermeden.

Zira 1. parti olmanın bir gereği de bazen oyunun kurallarını ve gündemi, yani siyasette neyin “norm” olacağını kendisinin belirlemesi.

Örneğin, Sayın Özgür Özel’in, uzun yılların askeri teamülünü yerine getirerek Atatürk övgüsü nedeniyle Ordu’dan atılmaya çalışılan teğmenlere net biçimde sahip çıkarak, geçenlerde “bu teğmenler atılırsa iktidara geldiklerinde teğmenlerin geri gelip onların atılmasında imzası olanların gideceği” yönünde net tepki vermesi bence gerçekten müthişti ve takdire şayandı.

Özgür Özel’in en büyük sınavı

Bütün bunlar tamam. Ama ana muhalefet lideri olarak Özgür Özel’in kuşkusuz en önemli sınavı önümüzdeki ilk cumhurbaşkanlığı seçimlerini partisinin kazanmasını sağlayıp sağlayamayacağı olacak.

Genel seçimlerde partisinin TBMM çoğunluğunu alması da kuşkusuz önemli. Ama artık bu yeni sistemde iktidara gelmek demek aslında cumhurbaşkanlığını kazanmakla eşanlamlı.

Bu noktada ise Sayın Özel için gerçek başarı ve maharet, partisinin iki potansiyel cumhurbaşkanı adayının adaylık süreçlerini iyi yönetebilmek.

Diğer bir ifadeyle, Mansur Yavaş ile Ekrem İmamoğlu arasında adaylık için mümkünse önce uzlaşma sağlamak.

Uzlaşma mümkün olmazsa da özellikle Mansur Yavaş’ı küstürmeyip partide tutabilmek.

Gerekirse partinin ilk turda ikisini de aday göstermesini sağlayarak 2. turda her durumda partisinin kazanmasının önünü açmak.

Yani cumhurbaşkanlığı seçimlerinin ana oyun kurucusu olmak. Kazanan teknik direktör olmak.

Bunun o kadar da kolay iş olmadığı belli.

Sayın İmamoğlu parti tabanından aldığı büyük güçle bir an önce partisinin tek CB adayı olmak için bastıracak gibi görünüyor.

Sayın Yavaş’ın partiden dışlanıp, bağımsız aday olması durumunda ise, pekâlâ mümkün olan kazanması halinde CHP bir kez daha kaybetmiş olacak.

Bunun faturası da kuşkusuz Sayın Özel’e kesilecek ve büyük olasılıkla genel başkanlıkta kalması mümkün olmayacak.

Belki de siyasi yolculuğunun sonuna gelecek.

O yüzden bu iki aday işini çok iyi yönetebilmesi kendi siyasi geleceğini de belirleyecek.

İşi zor ama bence yapabilir.

Yeter ki geçen seçimdeki 6’lı Masa gibi bu en önemli sorun (adaylık) sürekli “halının altına süpürülüp” ötelenmesin ve son ana kadar beklenip, devrilen arabanın altında kalınmasın!

Ali D. Ulusoy kimdir?

Halen Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi İdare Hukuku Anabilim Dalı Başkanı ve öğretim üyesi olan Prof. Dr. Ali D. Ulusoy, 1968 yılı Mersin Mut doğumludur.

Öğretim üyeliği yanında EPDK Hukuk Dairesi Başkanlığı, BDDK Hukuk Danışmanlığı, Başbakanlık Bilgi Edinme Kurulu Üyeliği, TOBB-ETÜ Hukuk Fakültesi kurucu dekanlığı ve İzmir Yaşar Üniversitesi rektör yardımcılığı gibi idari görevlerde bulunmuştur.

ABD Los Angeles California Üniversitesinde (UCLA) iki yıl (2006-2007; 2017-2018) misafir öğretim üyesi olarak kalmıştır. 2011-2014 arası üç yıl Danıştay Üyeliği yapmış ve kendi isteğiyle ayrılıp üniversiteye dönmüştür.

Uzmanlık alanları: İdare hukuku, İdari yargı, Ekonomik kamu hukuku, İdari yaptırımlar, İnsan hakları, Devlet-din ilişkileri.

Lisans: Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi. Yüksek Lisans: Fransa Bordeaux Üniversitesi. Doktora: Fransa Bordeaux Üniversitesi. Doçentlik:2002, Profesörlük: 2008.

Yazarın Diğer Yazıları

Suriye’de Dışişleri Bakanı’ndan çalınan rol

Şam’daki namaz ve HTŞ lideri ile görüşme “şov”unda Dışişleri Bakanı Hakan Fidan’dan rol mü çalındı?

Kürt sorunu çözülemez, kimse kimseyi kandırmasın!

Tüm vatandaşlara tanınmış haklardan Kürtleri de yararlandırmak, yani “eşit vatandaşlık hakları” yeterli mi? Yoksa Kürt kimliği hukuksal boyutta resmen tanınmadıkça ve korunmadıkça Kürtler açısından gerçek çözüm sayılmayacak mı?

İki bakan, iki farklı performans: Milli Eğitim ve Dışişleri

Batı dünyasının laiklik dahil, demokrasi, hukuk ve insan hakları standartlarına uymayı ayak bağı gören siyasi iktidarların ülkeyi Batı’dan uzaklaştırmasına izin vermemek, bu ülkenin gelecek kuşaklarına karşı en önemli borcumuzdur

"
"