17 Mayıs 2020
Binlerce yıl boyunca insanlar zaman içinde yavaş, ama tedricen de olsa doğanın bilgisine giderek artan ölçüde sahip olacaklarına inandılar. Bilinmeyenler ve belirsizlikler zaman içinde aydınlığa kavuşturulacak, doğal ve toplumsal hayattaki düzen deşifre edilip, daha mükemmel bir hayatın yolu açılacaktı. Tek yapmamız gereken daha fazla öğrenmek, daha fazla çalışmak, bilgilerimizi mütemadiyen artırmak gibi görünüyordu. Bu fikrin sosyal alana izdüşümü ideal toplumlar inşa etmenin her geçen gün daha muhtemel olacağıydı.
19. asrın sonlarından 1930’lara kadar doğa bilimlerindeki gelişmeler bu inanışı derinden sarsmıştı. Cantor, Boltzmann, Gödel gibi bilim insanları doğa bilimlerinde belirsizliği aşmaya çalışırken tam tersi bir noktada kendilerini buldular. Belirsizliğin, sürekli değişimin, entropinin bilimsel pratiğin tam da merkezinde olduğunu fark ettiler. Daha sonra Einstein’ın İzafiyet ve Heisenberg’in Belirsizlik teorilerinin isimleri bile bu ironik durumu perçinleyecekti. 18. Asır Aydınlanma’sına özgü doğanın ve toplumsal düzenlerin mahiyetinin günün birinde tamamen çözümlenebileceği, ideal doğa ve toplum düzenlerine ulaşılabileceği yönlü naif beklentisi bu dönemde büyük darbe yedi. Tersine, gerçekliğin ancak ihtimal dahilinde bilinebileceği, "karmaşık" sistemlerin anlaşılmasının farklı bilimsel pratiklere gereksinim duyacağı giderek genel kabul görmeye başladı.[1]
Düzen ve kanun bulma arayışı belirsizliğin diyalektiğine, ideal arayışı optimuma ve kesinlik arayışı olasılığın keşfine doğru evrilecekti.
Bugün bu virüsle mücadele bizlere daha şimdiden belirsizlikle başetmenin önemini, hayatı olasılıklar zinciri içinde anlamanın zorunluluğunu ve ideal çözümler yerine her düzeyde optimum kararlar almanın mecburiyetini öğretiyor.
Covid-19 hastalığı hakkında birkaç ay önce bilinenler bugün çürütülüyor, birkaç ay önce kullanılan, hararetle tavsiye edilen ilaçların tehlikeleri, yan etkileri ve hatta işe yaramadığı görülebiliyor. Tedavi protokolleri değiştiriliyor, hastalığın doğası bile sorgulanıyor. Başta bir solunum hastalığına indirgenen Covid-19'un bugün farklı organları ve sistemleri de etkilediği düşünülüyor. Belki de "sistemik" (kan?) bir mekanizma üzerinden etki yaptığı olduğu ortaya çıkacak, bekleyip görmek gerekecek.
Dahası var: Bu hastalığın ölüm oranlarına ve yayılma biçimlerine dair pek çok farklı görüş ve çalışma mevcut. Bu bağlamda sıkça dillendirilen bir iddia Covid-19'un abartıldığı, bunun mevsimsel gripten daha tehlikeli bir hastalık olmadığı. Bu iddia özellikle devletlerin aşırı önlem almasına, sokağa çıkma yasaklarına, karantina uygulamalarına karşı protesto eden kitlelerin adeta sloganı olmuş durumda. Savuncuları arasında Stanford profesörlerinden John Ioannidis gibi birçok ünlü bilim insanı da bulunuyor. Hastalığın abartıldığını, bu kadar çok ülkede insanların evlerine kapatılmasının yanlış olduğunu iddia ediyorlar.[2] Mevsimsel gripten daha tehlikeli olmayan bir virüs için neden bu kadar yaygara kopartıldığını, göz göre ekonomik hayatın neden sekteye uğratıldığını soruyor, sorguluyorlar. Bir "fiyaskodan" bahsediliyor. (Ioannidis daha sonra kendi argümanlarının spesifik bazı sağlık politikaları için kullanılmaması gerektiğini söylese de aslında Stat’daki yazısında net bir şekilde bu politikaları eleştiriyordu. Amerikan aşırı sağcıları "mal bulmuş mağribi gibi" bu prestijli bilim adamını televizyolarında ağırladılar.) Türkiye’de de çok sayıda insan, hatta bazı doktorlar, böyle düşünüyor. Ekonomik kriz artıkça böyle düşünmeye meyleden insanların sayısının artacağı da sürpriz olmayacak. Gerçeğin aranması değil önemli olan, arzu edilen için, kısa vadeli kaygılar için kullanılabilecek veri bulmak tüm dert.
İddiaları eldeki verilere güvenilemeyeceği, hastalığı semptom geçirmeden geçiren hastaların sayısının muazzam boyutlarda olduğu. Çeşitli ülkelerin bilim kurullarının ve Dünya Sağlık Örgütü gibi kuruluşların kabul etmeye meylettikleri verilerin abartıldığı kanaatindeler.
Sahiden Covid-19 ile mevsimsel grip arasında tehlike açısından çok fazla fark yok mu aslında? Bu soruya üç biçimde cevap verilebilinir. Birincisi pek çoğunun neredeyse kesinlik düzeyinde vurguladıkları gibi "hayır". Yani aslında fazla fark yok. Covid-19 abartılıyor. İkinci cevap ise "evet var." Üçüncüsü daha temkinli: Henüz eldeki verilerle bunu tam bilemeyiz, ama eğilimleri görebilir, önlemlerimizi ona göre alırız. Yani "optimum" seçeneğe oynarız.
Covid-19'un abartıldığını düşünenlerin en önemli argümanı ölüm oranlarının mevsimsel gripten çok da farklı olmadığı. Zaten örneğin Ioannidis’in ünlü yazısına bakarsanız üzerinde tek durduğu nokta bu. Ölüm oranları abartılıyor iddiasında.[3] Öyle mi sahiden?
Mevsimsel gripte Amerikan CDC tarafından son dokuz yılda semptomları görülen vakalar bağlamında ölüm oranı yüzde 0.1, yani binde bir. Ama nasıl ki Covid-19 hastalığını çok sayıda insan semptomlar göstermeden atlatıyorlarsa, aynı şey mevsimsel grip için de geçerli. Onlar da dikkate alınırsa bu oranın çok, ama çok daha düşük olduğu söyleniyor. Bu durumda iddia edilen rakam yüzde 0.04, yani on binde 4.[4]
Covid-19 için ise sayılar çok değişken. Semptomu saptanan hasta sayısına göre ölüm oranları korkunç yüksek: Grip için binde 1 olan oran burada bir noktada İtalya gibi ülkelerde yüzde 10’lar seviyesinde görülebildi. 13 Mayıs itibariyle dünyada ölümlerin toplam vakaya oranı yüzde 6.8. Türkiye’de yüzde 2.7. Bu referans noktasından bakıldığında arada büyük uçurum var!
Eğer nüfusun enfekte olup da semptom göstermeyen kalabalık kitleyi de dahil edersek bu oran elbette çok düşüyor. Son zamanlarda yapılan ve genel olarak "kamuoyu yoklaması" tarzındaki testler de göz önüne alındığında bu oran binde 1’den binde 10’lara kadar uzanan bir yelpazede. Demek oluyor ki yine de grip için on binde 4 olan orandan kat be kat daha öldürücü bir virüs ile karşı karşıyayız. Neredeyse 27 katını işaret eden hesaplamalar var. Pek çok sayılmayan ya da sayılamayan Covid-19 ölüm vakalarını da katarsak bu oranların daha da yüksek olacağı ihtimali pekişiyor.[5] Üstelik de dünya bu kadar kapanmışken, ortalıkta bu denli ciddi bir karantina söz konusu iken bile Covid-19 kat be kat daha yüksek oran sergiliyor! Üstelik bu yüksek oranlar hiç görülmemiş düzeyde önlem alınmış bir dünyada karşımıza çıkıyor. Kaldı ki Ioannidis gibilerin tezlerini dayandırdıkları rakamlar kimlerin hastalığı geçirip geçirmediğini gösteren testlerin güvenilirliğiyle de alakalı. Bu testlerin güvenilirliği hakkında ciddi kaygılar var. Ioannidis’in de yürütücülerinden biri olduğu Stanford çalışmasının güvenilirliği ve fonlanması konusunda da önemli sıkıntılar olduğu ileri sürülüyor.[6]
Bir virüsün tehlike boyutunu tek başına ölüm oranı da belirlemiyor üstelik. Yayılma hızı da çok önemli. Yani bir kişinin kaç kişiye virüsü bulaştırdığı. HIV, SARS ve MERS gibi salgınlarda öldürme hızı korkunç yüksek idi, ancak bunlar Covid-19 gibi kolay bulaşmıyorlardı, o nedenle hastalığı kapanlar için ölüm oranı çok fazla olmakla beraber, yayılma hızı düşük olduğu için toplamda görece az sayıda insan hastalığı kapıp hayatını kaybediyordu.
Mevsimsel gribin yayılma hızının 1.3 olduğu düşünülüyor, yani ilk hasta 1.3 kişiye, onlar da her biri 1.3 kişiye bulaştırıyorlar. Sonuçta katlanarak giden bir artış söz konusu. Yani onuncu çembere gelince 1.3’ün onuncu kuvvetini alırsak 14 kişi sadece bu çemberde bulaştırıcı olabiliyor. Ama Covid-19'un bulaşıcılık hızı (R0 değeri) çok daha fazla, elbette bu alınan önlemlere göre değişen bir hız, sabit bir sayı değil. Ancak bir ara bu sayının 5 olduğu yerler görüldü ve pek çok yerde 3 olduğu biliniyor. Biraz gevşeten Güney Kore’de geçen gün bir kişinin yüzlerce kişiyi enfekte edebildiği ortaya çıktı. DSÖ bu sayıyı Mart ayında güncelleyerek 2 ila 2.5 arasına çıkardı. Türkiye’de Sağlık Bakanı 13 Mayıs itibariyle 1.56 olduğu bilgisini verdi.[7] Biraz önce mevsimsel grip için bulduğumuz 14 sayısı R0 1.56 olursa 85, 2 olursa 1024, 3 olursa 59.000 olabiliyor. Grip ile aynı öldürme oranı olduğu kabul edilse bile, ki değil, bu yayılma hızı nedeniyle Covid-19 adeta "sürümden kazanarak" mutlak anlamda çok sayıda insanın ölümüne neden olabilir. Uzmanlar bu yayılma hızında kuluçka süresinin uzunluğunun öneminin altını çiziyor. Bu anlamda Covid-19, tabir-i caiz ise, gribe göre çok daha "sinsi" bir virüs, çok daha bulaşıcı.[8]
Bütün bunlardan sonra yukarıdaki sorunun cevabı nedir? Yani mevsimsel grip ile Covid-19 tehlike açısından nerede duruyor şu an itibariyle? Şaşıracaksınız ama galiba en doğru cevap "halen bilmiyoruz" olmalı. Veriler yetersiz, zaman zaman yanıltıcı, zaman içinde değişiyor ve de testler şu an için maalesef güvenilmez. Bu virüsün nasıl, hangi mekanizmalarla yayıldığı bile tam bilinmiyor. İhtiyatı elden bırakmamakta fayda var.
Peki ama Covid-19'un abartıldığını, bir "fiyasko" yaşandığını iddia eden Ioannidis gibi insanlar, "aslında üç aşağı beş yukarı aynı oranda tehlike var" diyenler neye güveniyorlar? Eğilimler onların söylediğinin tam tersini söylerken üstelik.[9] Bugün ana eğilim Covid-19'un çok daha tehlikeli olduğu yönünde. Bağışıklığımızın olmadığı, tanımadığımız bir hastalık olması gerçeği var önümüzde. Hangi mevsimsel gripte bu kadar çok sağlık çalışanı ölüyor? Üstüne üstlük grip için aşı var!
Tüm bunlara rağmen, biz yine de bugün için "bilemeyiz" diyelim ama ana eğilimin ne olduğunu da bilelim! Bunu bilmek özellikle karar mekanizmasının başındaki yöneticiler için son derece önemli. Onlar "biz bilemeyiz" deme lüksüne sahip değiller çünkü. Ellerindeki ana eğilimi tespit edip, ona göre politika belirlemek durumundalar. Şu andaki ana eğilim çok net biçimde aşısı ve ilacı olmayan Covid-19 hastalığının aşısı olan, tanıdığımız, bildiğimiz mevsimsel gripten çok daha tehlikeli olduğu yönünde. Bu "eğilimi" ortada böyle bir gerçek var diye almak durumdalar. Kaldı ki belirsizliğin hüküm sürdüğü bu tür durumlarda en ihtiyatlı, en az risk alma yönündeki seçenekleri tercih etmek daha mantıklı.
Öte yandan bütün bu bilgilerden sonra size çelişkili gibi gözükebilir ama Covid-19'un daha tehlikeli olma ihtimalinin ziyadesiyle ağır basması illa da sokağa çıkma yasağı, karantina gibi seçeneklerin en "uygun" seçenekler olduğunu göstermeyebilir. Aşı ve ilaç konusunda süregiden belirsizliği hesaba katmak lazım örneğin. Keza toplumların ve ülkelerin çeşitli özelliklerine göre ve salgının seyir durumuna binaen karar alıcılar farklı yöntemler uygulayabilirler. Örneğin "sürü bağışıklığı" politikası izleyen İsveç’te şöyle düşünüyor olabilirler: "Nasıl olsa herkes bunu mecburen geçirecek, ben ilk dalgayı ağır atlatsam da hiç olmazsa ikinci ve üçüncü dalgaları yaşamayayım, üstelik de bu arada ekonomimi ayakta tutayım, o nedenle de 'sürü bağışıklığı' yapayım. Üretken olmayan ve 'pahalı' bir ileri yaş kitlesinden kurtulmak da bonus olsun" diye bir hesap yapıyor olabilirler. (Öjeni politikalarının 1970’lere kadar bu ülkede uygulandığını da tarih meraklıları için not edeyim.)
Her toplum, her ülke kendi özelliklerine göre, kendi kaynakları ölçüsünde bu salgınla mücadele edecek. Pek çok değişkenin ve belirsizliğin varolduğu bir ortamda nihayetinde "tercihlerde" bulunacaklar. Bu tercihler ideal degil, optimum tercihler olacak ve olasılıklar dikkate alınarak belirlenecek. Yer yer belki Covid-19'dan ölümler göze alınıp, diğer hastalıkların önüne geçilmeye çalışılacak. (Pek çok kronik hastalığı olan kişinin hastaneye gitmemelerinin yaratacağı başka toplum sağlık riskleri gibi.) Belirli düzeyde ölümler açlıktan ölümlere ve sosyal patlama riskine göre tercih edilebilecek. Tüm bunlar "ideal" tınlamıyor, evet, ama gerçek hayat maalesef "optimum" tercihlerle yaşanıyor.
Bu tercihler anlaşılabilinir, tartışılabilinir. Ancak "bu hastalık olsa olsa mevsimsel grip kadar tehlikelidir" gibi aslında eğilimin de net bir şekilde karşıtını gösterdiği bir iddiaya göre tercihte bulunmak, sahiden buna inandığı için spesifik kararlar almak, irrasyonel olacağı gibi, yöntemsel olarak da yanlış ve riskli olacaktır. Ayrıca böyle bakıldığında bu tercihleri bırakalım halka, elitlere anlatmakta bile sıkıntı çekilebilecektir.
Sokağa çıkma yasakları, karantina gibi belirli uygulamalara çok farklı açılardan karşı olmak için illa da "mevsimsel gripten daha tehlikeli değil" iddiasının arkasına sığınmaya gerek yok. Virüs bize belirsizlik ortamında olasılıkları ve optimumu dikkate almanın değerini ve mecburiyetini öğretiyor; sayıları, istatistiği, grafikleri doğru okuyup anlama konusunda hepimizi eğitiyor. Ünlü bilim adamı, "oyun kuramcısı" John Nash "matematik bilmeyen toplumlarda adalet olmaz" demiş. Böyle toplumlarda "sağlık da olmaz" diye eklemek gerekir.
[1] Bu kabul bilimsel pratiğe yüz çevirme anlamında kesinlikle okunmamalı, sadece naiv ve doğrusal bir ilerleme anlayışıydı sorgulanan. Yoksa bilim her açıdan devasa bir yol katetti, pek çok alanda önemli gelişmeler kaydedildi.
[2] Ioannidis ve ekibi daha sonra iddialarını ters yönde revize ettiler: Bakınız https://undark.org/2020/05/09/john-ioannidis-responds/
[3] Bakınız: https://www.statnews.com/2020/03/17/a-fiasco-in-the-making-as-the-coronavirus-pandemic-takes-hold-we-are-making-decisions-without-reliable-data/
[4] Bakınız Justin Fox, "The Coronavirus Isn’t Just the Flu, Bro", https://www.bloomberg.com/opinion/articles/2020-04-24/is-coronavirus-worse-than-the-flu-blood-studies-say-yes-by-far
[5] A.g.e.
[6] Bakınız: https://www.buzzfeednews.com/article/stephaniemlee/stanford-coronavirus-neeleman-ioannidis-whistleblower
[7] Bakınız https://www.bbc.com/turkce/haberler-dunya-52197229
[8] Bakınız: https://edition.cnn.com/2020/05/01/health/flu-vs-coronavirus-deaths/index.html
[9] Sözcü Gazetesi şöyle diyor bu konuda: "Peki neredeyse her yıl yaşanan grip salgınına (influenza) göre daha az öldürücü olduğu sık sık dile getirilen corona, neden dünya ekonomisini durma noktasına getirdi?"
Türkiye gerçekten de son yüz yılın en önemli seçimine doğru gidiyor. Böyle bir seçime mutlaka katılmak, kararımızı mutlaka sandığa yansıtmak gerekir.
İnsanlığın önündeki sorunlar ancak dayanışma, kardeşlik ve bir "tür olarak insanlık" kavramını önümüze alarak çözülebilir. Sahici gücü olan büyük uluslarüstü kurumlar inşa etmeliyiz
Aklın ve bilimin ne kadar yaşamsal önemde olduğu hiçbir kuşkuya yer bırakmayacak şekilde akıllara kazındı. Sanıyorum genç kuşaklar bunu not edeceklerdir
© Tüm hakları saklıdır.