- Sizi ve Burnaby Usar'ı tanıyabilir miyiz?
Burnaby İtfaiye Derneği'nde 17 yıldır, Burnaby USAR'da altı yıldır çalışıyorum ve şu an BUSAR'ın başkanıyım. BUSAR 2011'de kaptan Mark Pullman tarafından kurulmuş, kâr amacı gütmeyen, gönüllü itfaiyecilerden, polislerden, ilk yardım görevlilerinden oluşmuş, Nepal'den Bahamalar'a dünyanın birçok yerinde arama kurtarma çalışmalarına katılmış bir yardım kuruluşu. İşimizi "teknik arama- hafif kurtarma" olarak tanımlayabiliriz.
- Teknik arama, hafif kurtarma ne demek?
Bizim uzmanlığımız arama üzerine. Enkaz altından gelen en küçük tıkırtıyı bile duyabilecek sismik ve akustik ekipmana sahibiz, yer altındaki boşluklara kameralar ve mikrofonlarla ulaşabiliyoruz. Ölü ve canlı beden bulma konusunda eğitimli K-9 köpeklerimiz var. Hafif kurtarma ekipleri çok ağır olmayan beton parçalarını kaldırıp, küçük parçalara bölüp aramaya odaklanırken, orta ve yüksek kurtarma ekipleri çok ağır demir-çelik ve betonları kaldırabilen, kesebilen malzeme ve bilgiye sahip.
- Depremden kaç gün sonra Türkiye'ye ulaştınız?
Vancouver saatiyle deprem Pazar gecesi oldu. Görev dağıtım direktörümüzden ertesi sabah dörtte bir telefon aldım. Bütün gece olayı araştırmış, olayın büyüklüğünü anlamış, hemen Vancouver Türk Konsolosluğu ile iletişime geçmiş, göreve hazır olduğumuzu belirtmiş. Ben de hemen ekibi toparladım. Sonraki 24 saat içinde 43 çantalık ekipmanımız ve 10 kişilik ekibimizle İstanbul'a doğru yola çıktık. 11 saatlik uçak yolculuğu sonrasında İstanbul'a Fransız arama kurtarma ekibiyle aynı anda indik. AFAD onları Adana'ya, bizi ise Adıyaman'a gönderdi. Toplam 22 saate varan bir yolculuk sonrasında Adıyaman'a vardık. Bir yandan Adıyamanlılar şehirden kaçmaya çalışıyor, bir yandan da yardım etmek için insanlar akın akın geliyor. Havaalanında tam bir kaos vardı.
Ryan Berry
Geceyi sokaklarda yanan ateş ve jeneratör ışıkları aydınlatıyordu
- Uçaktan indiniz. Adıyaman şehir içine doğru ilerliyorsunuz. Nasıl bir manzara?
Sabaha karşı 2.30'da Adıyaman'a vardık. Normalde 20 dakika süren otobüs yolculuğu, yollar kapalı olduğu için iki saat sürdü. Araç hareket eder etmez felaketin ve çaresizliğin boyutunu hissettik. Tarifi zor. Elektrik yok, şehir karanlık ve yıkık. Sağlam bina yok. Ayakta gözüken binaların bile ilk üç dört katı yıkılmış. İnsanlar sokakta ısınmak için çöp, mobilya ne bulurlarsa toplamış ateş yakıyor. Arama kurtarma çalışmalarının sürdüğü bazı binalar jeneratörle aydınlatılmış.
Adıyaman'a yolculuk.
Adıyaman'da karşılaşılan manzara...
- Sonra?
Hasar görse de ayakta kalmayı başarmış, yeni yapılmış bir hükümet binasına gittik, eşyalarımızı depoladık. Binanın elektriği, suyu vardı, bilgisayarlar çalışıyordu, yakınlarını arayanlar, yardım isteyenler oraya geliyordu. Çalışan bir üs gibiydi orası. Kendimizi tanıttık, yapabileceklerimizi anlattık. Yanımıza iki gönüllü tercüman verdiler; Büşra ve Anıl. Zamana karşı yarıştığımız için hiç uyumadan, yemeden, dinlenmeden kendimizi bir buçuk saat içinde sahaya attık.
Büşra ve Anıl
Bina ardından bina geziyoruz, ses yok
- İlk binanın önüne geldiniz...
Enkaz altına girip, akustik sistemimizi kurduk. Anıl umutla bekleyen kalabalığı susturuyor, tüm gücüyle enkaz altına "Sesimi duyan var mı?" diye bağırıyor. Etrafta yüzlerce kişi bekliyor, çıt çıkmıyor, biz de enkaz altından gelecek en ufak bir titreşimi duyabilecek durumdayız. Ama ses yok. Bina ardından bina geziyoruz. Hiçbirinde ses yok. Bizi görenler Büşra ve Anıl'ın kollarına yapışıyor ve içlerinde yakınlarının olduklarını söyledikleri binalara bakmamız için yalvarıyordu. Büşra ve Anıl bana göre bizim ekibin esas kahramanlarıydı.
- Anlatır mısınız?
Bizim gözlerimiz ve sesimiz oldular. Biz malum itfaiyeciyiz, kendimizi trajik olayların içinde bulmaya alışığız ve düzenli bir mental sağlık taramasından geçiyoruz. Bu gibi zor ve acı durumlarda serinkanlılığımızı koruyup, görevimize odaklanabiliyor, yemeden, içmeden, uyumadan uzun saatler çalışabiliyoruz. Fakat o iki genç, gördükleri karşısında perişan oldu. Yakınlarına bina altında canlı bulamadığımızı tercüme etmek zorunda kaldılar, hiç tanımadıkları insanları sarılıp teselli ettiler. Çok zor sahnelere şahit olduk. Gücümüz yettiğince yardım isteyen herkesin yardımına gittik. Bir gece jeneratörümüzün mazotu bitti. Anıl bidonlarla 3 km mazot taşıdı.
İtfaiyeci ve BUSAR Şefi Berry, Adıyaman'da sahada.
İyi insanların varlığı, trajedinin büyüklüğünü biraz olsun hafifletiyordu
- Genel gözleminiz neydi?
Hayatta kalan depremzedelerin çaresizliği ve kızgınlığı. Bir adam elinde bıçakla vinçin tepesine çıktı. Anladığım kadarıyla yakınlarının bulunduğu binaya kimse bakmazsa, kendini keseceğini söylüyordu. Sonra Türk gönüllülerinin inanılmaz organize bir şekilde yardım etmeye çalışması... Kimi yemek dağıtıyor, kimi giysi, kimi battaniye, kimi su. Sokak sokak arabayla gezip sigara dağıtan bile vardı. Etrafta ilk yardım yapan doktor ve hemşireler vardı. Her gittiğimiz yerde gönüllüler yanımıza geldiler, "İngilizce biliyoruz, bir şeye ihtiyacınız var mı?" diye sordular. Türkiye'nin her tarafından gelen madenciler, itfaiyeciler ve başka ülkelerden gelen arama kurtarma ekipleri ile güç birliği yaptık. Yola çıkışımızı geciktireceği için köpeklerimizi yanımıza alamadık. Meksika ve Türk arama kurtarma ekiplerinin köpekleriyle çalıştık. Bizim ilk günümüzde köpekler çoktan yorulmuş ve bitkindi. Son günümüzde çalışmaya Bosna Hersek ve Tayvan ekipleriyle başladık, günü başka bir alanda Türk ve Çin ekipleriyle bitirdik. Göz yaşartan bir dayanışma vardı. İyi insanların varlığı, canla başla ellerinden geleni yapmaya çalışması trajedinin büyüklüğünü biraz olsun hafifletiyordu. Tarif etmek zor.
Enkaz başında bekleyenlere, her yeri aradığımızı, yapacak bir şey kalmadığını söylemek çok zordu
- Saatlerce çalıştığınız binada canlı olmadığını fark etmek nasıl bir duygu?
Berbat bir duygu elbette. AFAD tarafından bize atanan görev yerlerine giderken, bizden yardım isteyenlerin yardımına da yetişmeye çalıştık. İki üç gündür enkaz altına bakılmasını bekleyen aileler, bize umutla yakınlarının yatak odalarının nerede olduğunu tarif ediyorlar, yakınlarından birkaç gün önce telefon mesajı aldıklarını söylüyorlardı. Çok zordu, her yere baktığımızı, ses duyamadığımızı, yapacak bir şey olmadığını, bir sonraki görev yerimize gitmek zorunda olduğumuzu söylemek. Her şekilde cansız bedenlerin, enkazdan çıkması gerekiyordu ve çok sayıda beden çıkartıldı. Adıyaman'da çalıştığımız süre boyunca toplam 450 kişinin enkazdan canlı çıkabildiğini öğrendik.
- Enkaz altına ulaşılamadığı için herhangi birini geride bırakmak zorunda kaldınız mı?
Hayır. Vancouver'dan yola çıktığımız günden itibaren 30 saat uyumadan, sonrasında günde sadece 2-3 saat uykuyla çalıştık ve arama yaptığımız hiçbir binada yaşam belirtisine rastlamadık. Bir bina ve bir kişi hariç.
108 saat sonra gelen mucize
- Anlatır mısınız?
Depremin dördüncü, bizim ikinci günümüzün sabahında, Türk ekiplerinin köpeği enkaz altında bir canlı tespit etti. Kameralarımızla, sismik cihazlarımızla kişinin tam yerini bulduk, binanın ikinci kat yatak odasının, yerin 10-12 metre altına çöktüğünü fark ettik. Yolu kapayan betonu kestik fakat oradan enkaz altına ulaşamadık. Başka bir taraftan yolu kazmaya yardım ettik. Depremden tam 108 saat sonra Türk madenciler yeri kazarak kendisine ulaştı ve onu çıkarttı. Çıktığında gayet iyi durumdaydı ve konuşuyordu. Mucizeydi resmen çünkü yatak odalarının bulunduğu alana ulaştığımızda birçok cansız bedenle karşılaştık. Bir tek kişiyi kurtarabilmek ve binanın geri kalanını taramak neredeyse 60 kişinin 6 saatini aldı. İlk günümüz çok zorlu ve umutsuz geçtikten sonra bir insanı kurtarmaya katkıda bulunmak müthiş bir histi. "Bunun için buradayız" diyebildik. Yardım etmeye gelmiştik ama yardım edemiyormuşuz hissi o an biraz azaldı. Türk ekibinden sevinç çığlıkları yükseldi. Birbirimize sarılıp kısacık bir kutlama yaptıktan sonra, hemen malzememizi toplayıp, aletlerimizi şarj edip, bir sonraki görev yerimize gittik.
Enkaz altından 108 saat sonra kurtarılan kadın.
Depremzedenin 108 saat sonra çıkarılış anı.
İnsanlar haklı olarak hız bekliyor ama enkaz altına girmek sakin, dikkatli yapılması gereken, tehlikeli bir iş
- Malzeme eksiği gözlemlediniz mi?
Her yerde ağır iş makineleri vardı ve her geçen gün bunların sayıları artmaya devam etti. Sabaha kadar makineler çalıştı. Kişisel görüşüm, bu deprem sadece taş üstünde taş kalmayan Adıyaman'ı etkileseydi, Türkiye ve çok deneyimli olduklarını gördüğüm Türk arama kurtarma ekipleri vaktinde yardım edebilirdi. 11 şehrin aynı hale geldiğini hayal etmek güç. Katastrofik, zamanla yarışılan bir ortamdayız, enkaz altına girmek komplike ve ayrıca tehlikeli bir iş. Panik olmadan, sakin, yavaş ve dikkatle yapılması gerekiyor. Dışarıda ise stres var, insanlar hız istiyor haklı olarak. Tüm dünyadan 80 kadar arama kurtarma ekibi yardıma geldi, bana kalırsa dünyanın bütün arama kurtarma ekipleri de bölgeye gelse, böyle büyük bir felaketin karşılığında yapılan yardım yeterli olmayacaktı ve malzeme eksik kalacaktı. Bana herkes "Daha fazlasını yapabilir miydik?" diye sordu, elbette daha fazlası yapılabilirdi. Ama mümkün müydü, ondan emin değilim.
Büyük olan geldiğinde Vancouver da risk altında olacak
- Hükümet vaktinde yardım gönderemediği için çok büyük eleştiri aldı. Vancouver da deprem bölgesi. Burada olsa ne olurdu?
Bunu duydum. Ben dünyanın hiçbir yerinde, hiçbir ülkesinin ve hiçbir hükümetinin bu kadar büyük bir alana yayılan, herkes uykudayken gerçekleşen, 50,000 binanın yıkıldığı, 50,000’den fazla insanın öldüğü bir felaket karşısında hazır ve organize olabileceğini düşünmüyorum. Önceden önlem alma çalışmalarına başlanmalıydı. Olduktan sonra yetişmek mümkün değil. Vancouver’da beklenen “The Big One (Büyük Olan)” depremine biz de henüz hazırlıklı değiliz. Bu deprem 50,000 binayı yıkacak ve 50, 000 kişinin ölümüne yol açacak şiddette gerçekleşirse zamanında yardım ulaştıramayabiliriz ve kaynaklarımız yeterli olmayabilir. 7.8 büyüklüğünde bir deprem Vancouver’da bu denli hasar yaratmayacak olsa da yine de bir yıkım ve ölüm olacaktır. Yeni binalarımızın kodlarının Türkiye’ye göre daha iyi olduğunu düşünüyorum. Eski binalar, okullar, hükümet binaları bu beklenen deprem karşısında yıllardır sağlamlaştırılıyor ya da yıkılıp yeniden yapılıyor. Ancak ana caddelerin üzerinde bulunan ve sağlamlaştırılmayan eski binalar ve yapılar büyük risk altında. 8 üzerinde gerçekleşecek her deprem katastrofik yıkıma ve can kaybına yol açacaktır.
Çalıştığınız binalarda zayıf inşaat tekniği gözlemlediniz mi?
Bu benim konum olmadığı için yorum yapmam doğru değil. Bina inşaatı konusunda uzman değilim. Ancak inşaatta hiç demir-çelik kullanılmamış olsa dikkatimi çekerdi. Arama kurtarma çalışmalarında bulunduğumuz binaların eski mi yeni mi olduğunu bilmiyorum. Özellikle dikkatimi çeken bir durum olmadı.
Japonların sırrı; bina inşaatı, bina kodları ve denetim
Japonya’da neden daha az bina yıkılıyor. Türkler ve Kanadalılar, Japonlar gibi nasıl hazırlıklı olabilir?
Japonya, uzun bir deprem geçmişine sahip ve depremlere hazırlıklı olmayı öncelikleri haline getiren bir ülke. Bina inşaatı, bina kodları ve denetimlerine çok önem veriyorlar. Buna rağmen 2011 depreminde, çoğunluğu tsunamiden yaklaşık 20.000 kişi öldü. Vancouver ve İstanbul’da gerçekleşebilecek “The Big One”a hazırlanmanın en iyi yolunun soruna öncelik vermek ve harekete geçmek olduğunu düşünüyorum. Örneğin, Burnaby'de okullar sismik iyileştirmeler için sürekli inşaat halinde, altyapı sürekli olarak onarılıyor ve iyileştiriliyor. Birçok belediye okullarda ve hastanelerde deprem simulasyonu yapıyor. Ancak Japonya harici herhangi bir ülkenin bu tür büyük boyutta felaketlere karşı hazır olabileceğinden emin değilim.
Politikadan anlamam ama Kanada daha fazlasını yapabilirdi
- Siz Burnaby'den küçük bir arama kurtarma ekibisiniz. Koskoca Kanada'dan yardım için Türkiye'ye giden tek arama kurtarma ekibinin siz olması hakkında ne düşünüyorsunuz?
Birçok arama kurtarma ekibinin göreve hazır olduğuna eminim. Biz kâr amacı gütmeyen bir yardım kuruluşu olduğumuz için hızlı hareket edebildik. Diğer arama kurtarma ekiplerinin federal hükümetlerden izin alması gerekiyordu. Hayatta kalmak için saniyelerin ve özellikle ilk 72 saatin önemli olduğu deprem gibi durumlarda, bu izinlerin çıkması maalesef günler alabiliyor ve iş işten geçmiş oluyor. Maraş Depremi belki felaket durumlarında federal hükümetlerden daha hızlı görev izni çıkması konusunda bir örnek teşkil edebilir. Yardıma hala çok ihtiyaç var. Hâlâ birileri yardıma gidebilir ve bağışta bulunabilir.
- Anlatır mısınız?
Enkazı kaldırmak, okulları, hastaneleri, evleri yeniden inşa etmek gerekiyor. Bir yandan bölgede kolera ve Covid salgını olduğunu duydum. Kanada Hükümeti para yardımı da yaptı. Tekrar ne kadar yardım yapılırsa yapılsın yetişmenin mümkün olmadığını belirtmek istiyorum ama ne yapılsa kardır. Politikadan çok anlamasam da, ülke olarak daha iyi bir iş çıkartabilirdik, diye düşünüyorum. Biz de böyle felaketlerde daha etkili olabilmek için, ekibimizi büyütmeye karar verdik.
Eve döndüğümde çocuklarıma dakikalarca sarıldım
- Türkiye'yi hangi duygularla terk ettiniz?
İçimizde elimizden gelen her şeyi yapmanın huzuru olmasına rağmen aklımız, kalbimiz orada kaldı. Daha çok şey yapılmalı, Kanada'da daha çok insan bu yaşananlardan haberdar olmalı. Havaalanında Türk toplumu bizi coşkuyla, sarılarak, gözyaşlarıyla karşıladı ve teşekkür etti. Bu sevgi karşısında çok duygulandık. Bir de konforlu hayatımızı çok garantiye aldığımızı, saniyeler içerisinde hepimizin hayatının geri dönülemeyecek şekilde değişebileceğini düşündüm. Evime varır varmaz yaptığım ilk şey 5 ve 7 yaşlarındaki iki küçük çocuğuma dakikalarca sarılmak oldu. Enkazdan birçok cansız çocuk bedeni çıkarttık. İşimiz yüksek konsantrasyon gerektiren bir iş, görev sırasında duygulanmaya yer ve zaman yok. Fakat eve döndüğümde en çok çocukları hatırladım.
Ayşe Acar kimdir?
Ayşe Acar 10 Ağustos 1974'de doğdu. İstanbul Teknik Üniversitesi Fizik Mühendisliği bölümünü bitirdikten sonra 1996 yılında Sabah Gazetesi'nin reklam departmanında işe başladı. Sonraki yıllarda NTV ve Vatan Gazetesi'nin reklam departmanlarında yönetici olarak çalıştı.
Kariyerini değiştirmesine yol açan olay, 2004 yılında ikizlerine hamile kalmasıyla gerçekleşti. Yazı işlerindeki arkadaşlarına hamilelik maceralarını anlatırken, kendini hafta sonu eklerinde köşe yazarı olarak buldu.
Ayşe'nin İkizleri'nin ilk yazısı Vatan Gazetesi'nde 11 Eylül 2004'de yayımlandı ve çocukları Defne ile Ege'nin ilkokula başladığı 2011 yılına kadar sürdü.
Nisan 2009'da "Anneee! Anne oluyorum!" isimli ilk kitabı yayımlandı. Bu süre zarfında Vatan Gazetesi'nin hafta sonu eklerinde spor, sanat, siyaset, iş, moda dünyasının etkili isimleriyle röportajlar yaptı.
Ayşe 2017'de, ikizleri ve dört ayaklı çocuğu Mişka ile Kanada'nın Vancouver şehrine göçtü. Kanada'nın iklimine, kültürüne ve farklı bir dilde yaşamaya alışırken ortaya göç sürecinde yaşadığı zorlukları ve düştüğü gülünç durumları esprili bir dille anlattığı ikinci kitabı "Kanadalılaştıramadıklarımızdan mısınız?" (2019-Kara Karga Yayınları) çıktı.
2019 yılında T24'te Göç Hikâyeleri köşesini yazmaya başladı. Yeniden başlamanın gücünü anlattığı ve Kanada'da yaşam ile ilgili ipuçları verdiği yazıları, birçok yeni göçmen için rehber niteliğinde oldu.
Ayşe Acar aynı zamanda Oksijen Gazetesi için yurt dışında yaşayan başarılı göçmenlerle röportajlar yapıyor ve Vancouver'da çok dilli kampanyalar yürüten bir reklam ajansında müşteri ilişkilerini yönetiyor.
|