14 Nisan 2025

Türkiye’nin duygu haritası: Güvensizlik, arayış ve sessiz direnç

Veri Pusulası bulgularına göre İmamoğlu’nun tutuklanması ve çevresinde gelişen olaylarda devletin tavrını “keyfi ve adaletsiz” bulanlar yüzde 69. Kararsız her 5 seçmenden 3’ü, AK Parti seçmeninin yüzde 22’si ve MHP seçmeninin de yüzde 39’u devletin tavrını keyfi ve adaletsiz bulduğunu beyan ediyor. Yaşanan sürecin değerlendirilmesi sorulduğunda, toplumun yüzde 65'i İmamoğlu’nun tutuklanmasını hükümetin muhalefete baskı kurma girişimi olarak tanımlıyor

Ekrem İmamoğlu’nun tutuklanmasıyla başlayan süreç siyasi sonuçları kadar neden olduğu toplumsal kırılma nedeniyle de uzun süre tartışılmayı hak ediyor. Toplumun dörtte biri beklenmedik bir zaman aralığında, beklenmedik büyüklükte ve biçimde siyasi gidişata dair açık bir tutum ve davranış gösterdi. Bu toplumsal kırılmanın başta CHP olmak üzere siyasi aktörlere etkilerini, iktidar koalisyonu içinde tetiklediği yarılmaları da gözlemleyecek ve tartışacağız. “İktidarın hukuksuz ve siyasi bir hamlesi olarak İmamoğlu’nun tutuklanmasını toplumun hangi kümeleri nasıl algıladı, neler hissetti, ne türden toplumsal tepkiler tetiklendi” sorularına verebileceğimiz cevaplar siyasetin geleceğini de şekillendirme potansiyeline sahip.

Veri Enstitüsü’nün Mart Veri Pusulası araştırması bulguları toplumsal dinamiklere dair dikkat çekici ipuçları veriyor. Araştırmanın “umut” temalı bölümü İmamoğlu’nun tutuklanmasından önce gerçekleştirildi, ikinci bölümü ise sonra. Bu araştırma, sadece Ekrem İmamoğlu’nun ve ekibinin tutuklanmasına dair toplumsal tepkileri ölçmüyor; aynı zamanda Türkiye toplumunun devlete, hukuka ve siyasete dair duygu durumunu da görünür kılıyor. Araştırma aynı zamanda Türkiye toplumunun ruh halini, devletle ve siyasetle ilişkisini, umut ve korkularını da gösteriyor.

Veri Pusulası bulgularına göre katılımcıların yüzde 69’u İmamoğlu’nun tutuklanması ve çevresinde gelişen olaylarda devletin tavrını “keyfi ve adaletsiz”, yüzde 31’i ise “güçlü ve güvenilir” bulduğunu ifade ediyor. Muhalefet partisi seçmenlerinde “keyfi ve adaletsiz” kanaatinde olanlar oldukça yüksek. CHP seçmeninin yüzde 95’i, DEM seçmenlerinin tamamı, İyi Parti seçmenlerinin yüzde 83’ü olanları keyfi ve adaletsiz görüyor. Kararsız her 5 seçmenden 3’ü devletin tavrını adaletsiz bulduğunu söylüyor. Ak Parti seçmeninin yüzde 22’si, MHP seçmeninin ise yüzde 39’u devletin tavrını keyfi ve adaletsiz bulduğunu beyan ediyor.


Yaşanan sürecin değerlendirilmesi sorulduğunda, toplumun yüzde 65’i İmamoğlu’nun tutuklanması ve çevresinde gelişen olayları hükümetin muhalefete baskı kurma girişimi olarak tanımlıyor. ‘Yargının bağımsız şekilde yürüttüğü bir süreç’ olduğunu düşünenlerin oranı yüzde 11, suç işleyen herkes gibi işlem yapıldığını belirtenlerin oranı yüzde 16, muhalefetin mağduriyet yaratma çabası olarak okuyanların oranı ise yüzde 8 olarak görünüyor.

Toplumun büyük bölümü süreci “adaletsiz ve keyfi” bulurken, bu yargı yalnızca siyasi bir pozisyon değil, derinleşen bir güvensizlik hissinin de ifadesi aslında. Ama asıl mesele İmamoğlu’nun yaşadığı adaletsizlikten öte, toplumun kendi adalet duygusunun da incinmiş olması.

Nitekim “Bu olay, Türkiye’deki demokrasi ve hukukun üstünlüğü hakkındaki görüşlerinizi nasıl etkiledi?” sorusuna verilen cevaplar da bu tespiti haklı kılıyor. İmamoğlu’nun tutuklanması ve sonrasında gelişen olaylardan ötürü Türkiye toplumunun yüzde 61’i ülkedeki demokrasi ve hukukun üstünlüğüyle ilgili daha da olumsuz düşünmeye başladığını beyan ediyor. Görüşü değişmeyenlerin oranı yüzde 32 olurken, daha olumlu düşünmeye başlayanlar ise yalnızca yüzde 6.

CHP seçmenlerinin yüzde 87’si, DEM seçmenlerinin yüzde 93’ü, İyi Parti seçmenlerinin yüzde 87’sinin demokrasi ve hukukun üstünlüğüne inancı daha da kötüleşmiş durumda. Ak Parti seçmeninin yüzde 58’i, MHP seçmeninin ise yüzde 39’u görüşünün değişmediğini belirtiyor. Kararsız seçmenler ise ikiye bölünmüş bir izlenim veriyor; yüzde 50’si ülkedeki demokrasi ve hukukun üstünlüğüyle ilgili daha olumsuz düşünmeye başladığını belirtirken, yüzde 48’i ise görüşünün değişmediğini ifade ediyor.

Kırılgan dengeler, çatışan kimlikler ve duygusal yorgunluk

Toplumun yarısından fazlası bu gelişmelerin ardından demokrasiye olan inancının zayıfladığını, önemli bir bölümü ise endişe, umutsuzluk ve öfke hissettiğini söylüyor. Bu duygular, bir politik aktöre değil, daha çok bir düzenin işleyişine yönelmiş.

Dikkat çekici olan ise, iktidar seçmeninde bile adaletsizlik algısının kayda değer büyüklükte olması. Bu, kutuplaşmanın ötesinde, ortak bir kırılma hissine de işaret ediyor. Bu araştırma bize sadece bir olayın toplumdaki yansımasını değil, daha derin bir şeyi anlatıyor: Türkiye toplumunun içindeki çelişkili ama birlikte yaşamak zorunda olan hal ve hissiyatları.

İmamoğlu’nun tutuklanmasına dair değerlendirmeler; sadece hukuk, adalet ya da siyaset meselesi değil. Aynı zamanda bireyin devlete, yurttaşın rejime, insanın insana olan bakışının bir özeti. Toplumun geniş kesimleri yaşanan süreci “keyfi ve adaletsiz” olarak tanımlarken, bu tanım aslında kendi hayat deneyimlerinden süzülüp gelen bir sezginin dışa vurumu.

Çünkü adalet, toplumun yalnızca mahkemelerde değil, gündelik hayatta, okulda, işte, pazarda deneyimlediği bir olgu. Ve bu deneyimin uzun süredir adil olmadığını da biliyoruz. Kamuya personel alımlarından, iktidar denetimindeki kamu ve yerel yönetimlerin ihale veya tahsis kararlarına dek hayatın birçok alanında keyfilik ve partizanlığı yaygın biçimde deneyimlediğimiz süreçlerden geçiyoruz uzun süredir.

Araştırmanın gösterdiği bir diğer şey, kimlikler ile tutumların artık her zaman örtüşmemesi. MHP ya da Ak Parti seçmeni olduğunu söyleyen bireylerin önemli bir kısmı da süreci eleştiriyor, adaletsiz buluyor. Bu, siyasi kimliklerin hâlâ belirleyici olduğunu ama artık tek belirleyici olmadığını da gösteriyor. Yani insanlar, bağlı oldukları kimliklerin içinde konuşmayı, sorgulamayı ve hatta itiraz etmeyi öğreniyor. Bu ülkenin geleceği ve toplumsal barış için çok önemli bir eşik.

Öte yandan, Özgür Özel’in boykot çağrısının toplumda ciddi bir yankı bulması, siyasal tutumların artık gündelik yaşama da sirayet ettiğini gösteriyor. Her ne kadar boykot çağrılarının pratikte nasıl karşılık bulduğu, ne türden ekonomik sonuçlar ürettiğine dair kapsamlı sayısal veriler elimizde olmasa da gündemdeki ağırlığı, iktidar kanadının tepkilerinin büyüklüğü ve biçimi bakımından karşılık bulduğunu da söyleyebiliriz.

Yaşananlardan anlıyoruz ki insanlar oy verirken olduğu kadar tüketirken de pozisyon alıyor. Bu, seçmeni yalnızca kimlikler üzerinden değil, gündelik pratikleri ve duygusal refleksleriyle de anlamamız gerektiğini hatırlatıyor. Bu tablo bize gösteriyor ki insanlar artık sadece oy vererek değil, hissederek ve gündelik yaşamları üzerinden de pozisyon alıyor. Aynı zamanda toplum yalnızca politik kimlikleriyle değil, izlediği TV kanalı, alışveriş yaptığı market ve duygusal tepkileriyle de siyasal bir özne haline geliyor.

Yargı, güven ve umut eşiğinde bir toplum

Mart Veri Pusulası’nda raporlanan ve tam da İmamoğlu tutuklamasından iki gün önce gerçekleştirilmiş bir başka araştırmanın bulguları da güncel toplumsal ruh haline, tutum ve davranışlara dair ilginç veriler sunuyor.

“Bugünkü hayatınızı düşündüğünüzde, genel olarak ne kadar umutlusunuz?” sorusuna katılımcıların yüzde 35’i umutlu olduğu, yüzde 36’sı umutsuz olduğu, yüzde 28’lik bir kesim ise eşikte olduğu cevabını vermiş. Peşinden, “Bugünkü umut seviyenizi 5 yıl önceki umut seviyenizle kıyaslarsanız, nasıl değişti?” diye sormuşuz. Toplumun yüzde 71’i bugün daha da umutsuz olduğunu söylemiş. Umut düzeyinde artış olduğunu belirtenlerin oranı yüzde 18 ile sınırlı kalırken, yüzde 11’lik bir kesim değişim yaşamadığını belirtiyor. Bu dağılım, toplum genelinde geçmişe kıyasla umut düzeyinde belirgin bir düşüş olduğunu gösteriyor. Umut düzeyindeki düşüş, özellikle 50 yaş üstü bireylerde, üniversite eğitimlilerde ve modern yaşam tarzına sahip kesimde belirginleşiyor.

Katılımcıların yarıdan fazlası (yüzde 55), toplumda umudu artırmanın sorumluluğunun devlete ve kamu kurumlarına ait olduğunu düşünüyor. Bunu yüzde 35 ile siyasetçiler ve siyasi partiler takip ediyor. Bugün umutsuz olduğunu ifade edenlerdeyse sorumluluğu devlete yükleyenlerin oranı görece daha az. Bu grupta siyasetçiler ve siyasi partilere sorumluluk yükleyenlerin oranı yüzde 44’e ulaşıyor. Genel çerçevede umudu artırmak için en çok devlete sorumluluk atfediliyor olsa da bugün umutsuz olanlarda siyasi partilere sorumluluk atfedenlerin oranı artıyor; yani bu bireyler arasında siyasi hareketlere umut bağlayanların oranı ağırlık kazanıyor. Toplumun neredeyse yarısı hala çözümleri siyasetten bekliyor.

Toplumun beklentilerine dair en önemli işaret şu bulguda görülüyor: ‘Türkiye’de hangi değişiklikler olsa geleceğe dair umudunuz artardı’ sorusuna yüzde 73 “gelir düzeyinin artması”, yüzde 68 “adaletin bağımsız ve adil olması” cevabını vermiş. Yani İmamoğlu tutuklama sürecinden hemen önce yapılmış araştırmada da toplum umutlanmak için refah ve gelir dağılımı ile adalete işaret etmiş.

Araştırmada iyimserlik-kötümserlik değerlendirmelerine bakıldığında toplumun tam ortada ve ortalamada konumlandığı görülüyor. İnsanlar kendi geleceklerine dair umutlanmakla umutsuzluk, iyimserlikle kötümserlik arasında bir yerlerde duruyorlar. Bu ortada kalma hali gelecek beklentisini tamamen umutlu bir noktada konumlandırmasa da umut ışığının da tamamen sönmediğine işaret ediyor. Gözlediğimiz durumun bir tür bekleyiş ya da temkinli iyimserlik olarak da yorumlamak mümkün.

İnsanlar yalnızca gelecekten değil, bugünden de tam olarak emin değil. Bulgulara göre Türkiye’nin ve dünyanın geleceği söz konusu olduğunda bu belirsizlik, açık bir güvensizliğe dönüşüyor. Bir bakıma umut, bireylerin iç dünyasında zayıf bir direnç noktası olarak varlığını sürdürürken; kolektif geleceğe dair umut ise ciddi biçimde gölgelenmiş durumda.

Sonuç olarak bulgular, Türkiye’de insanların sadece siyasi tercihlerinde değil, umutlarında ve korkularında da yeniden hizalandığını gösteriyor. Toplum hâlâ değişim talep ediyor ama bu talep artık daha temkinli, daha duygusal ve daha sorgulayıcı.

Bunun yanında, toplumun duygu haritasında belirginleşen “umutsuzluk, öfke ve endişe”, yalnızca bu olaya değil, daha geniş bir gelecek algısına dair. Türkiye toplumu yorgun. Duygusal olarak yıpranmış. Ama hâlâ “duyarlı” ve gözlemci.” Kopmamış ama geri çekilmiş. Sorgulayan ama sesini her zaman çıkarmayan bir kitle var elimizde.

Bu veriler de son üç haftadır en azından 15 milyonu aşkın insanın doğrudan siyasi eylemliliği de siyasetçilere, karar vericilere, kurumlara, markalara iki şey söylüyor: Birincisi, toplum artık eskisi gibi “yönetilmeyi” değil, anlaşılmayı, dikkate alınmayı ve değer görmeyi istiyor.

İkincisi ve belki de daha da önemlisi, toplumsal değişim, büyük kopuşlarla değil; böyle küçük sarsıntılarla, sessiz yön değişiklikleriyle gerçekleşiyor. 19 Mart sabahına kadar sinmiş, kendi sessizliğine sığındığı sanılan milyonlarca insan kendilerini de şaşırtacak biçimde, kararlılıkta, kitlesellikte sessizliğini yırtıp attı. Tüm provokasyon çabalarına karşın da sade bireyler arasında yaşananlara tepkileri üzerinden, siyasi veya kültürel aidiyetleri üzerinden bir gerilim ve çatışma yaşanmadı.

Bir kez daha anladık ki bugün karşımızda; bir yandan aidiyet arayan, bir yandan da o aidiyetin sınırlarını zorlayan, duygusal olarak parçalı ama hâlâ birlikte yaşamak isteyen bir Türkiye var.

Ve belki de bu hâl, bugünün Türkiye’sine dair en gerçekçi tanımı veriyor bize: İkircikli bir değişim ve umut arayışı. Aynı zamanda bazen kimliklere sıkışmış bazen de çelişkiler içinde bir arada kalma iradesi.

Bu veriler de son yirmi gündür gözlenen toplumsal tepkiler de bize bir kez daha hatırlatıyor: Türkiye toplumu yorgun ama dayanıklı. Kızgın ama hâlâ umutlu. Kırgın ama tamamen kopmamış. 


Bekir Ağırdır'ın bu yazısı, Oksijen'de yayımlanmıştır.

Yazarın Diğer Yazıları

Seçmenin İmamoğlu itirazı ve dayanışma sandığından çıkan sonuç: CHP yeni bir Türkiye hayali yazmak zorunda

İmamoğlu muhalif seçmene ilk kez bu denli Erdoğan’ı yenebilecek yeni bir lidere sahip olduğu duygusu veriyor. Yine kabul edelim ki CHP ve Özgür Özel de bu beklenmedik patlamayı yönetmekte ve yeni bir dil üretmekte şimdilik başarılı oldu. Şimdi mesele bu enerji ve dinamiğin özelde CHP’de, genelde ülke siyasetinde neleri değişime zorlayabileceğidir

Geleceğin siyasî aktörlerini şekillendirecekler: Sokağa çıkan gençler için tek neden 'geleceksizlik' mi?

Sokaklara çıkan gençlerin çoğunluğu 2000 ve sonrası doğan üniversite öğrencileri… Onlar metropolün karamsar gençleri. Genel olarak Türkiye’de demokrasinin işleyişinden memnun olanların oranı sadece yüzde 1.4. “Türkiye’de genel hayat şartları 5 yıl sonra daha iyi olacak” beklentisi olanlar yüzde 3. Kendilerini ‘geleceksiz’ olarak görüyor, kaybedecek bir geleceklerinin olmadığını düşünüyorlar…

Dünya, çoklu krizlerden yeni bir küresel ütopyayla çıkabilir mi?

Birleşmiş Milletler’den Dünya Sağlık Örgütü’ne, Paris İklim Anlaşması’ndan İstanbul Sözleşmesi’ne dek tüm kurumların ne yeterliliği ne prestijleri kalmış durumda. Hala elimizde meseleleri -ulusal da olsa küresel de olsa- tanımlama, yönetme ve çözme kapasitesi olan devlet dediğimiz yapı dışında güçlü ve geçerli bir başka mekanizma yok

"
"