13 Ekim 2024

Yalçın Konuk: 'Baroquian' yalnızca bir albüm değil; dinleyicide yeni görseller yaratan bir sanatsal deneyim

Yalçın Konuk, yeni albümü “Baroquian”ı, "Her albümde olduğu gibi, dinlemeyi arzuladığım bir albüm olsun istedim; müziğimin arasında kaybolup gideceğim, HBO Max’ta yayınlanan Baroquian adında bir mini dizinin sahnelerinde çalınan bir müzik olsun istedim" ifadeleriyle anlattı

Yalçın Konuk, yeni albümü “Baroquian”ı OnAir Music etiketiyle dinleyiciyle buluşturdu. 17. yüzyıl İstanbul’unu, Konuk’un hayali ressamı Matteo di Firenze’nin hayali resimleriyle, barok müziğin insanın içine işleyen tınıları ve albümdeki parçaların hikâyeleriyle bir araya getirerek dinleyiciyi sanatsal bir yolculuğa çıkaran albüm, sanatın tüm maharetlerinden faydalanıp müziği görsel bir şölene çeviriyor. Albümün uzun hikâyesini Yalçın Konuk anlattı… 

Yalçın Konuk

- “Baroquian: 17. yüzyıl Floransalı Bir Ressamın Kubbe ve Yedi Tepeli Şehirdeki Sanatsal Yolculuğu.” Kulağa çok gizemli” bir hikâye gibi geliyor… Bunu bir de sizden dinlemek isterim… 

“Baroquian: 17. yüzyıl Floransalı Bir Ressamın Kubbe ve Yedi Tepeli Şehirdeki Sanatsal Yolculuğu” başlığı, hayali ressamım Matteo di Firenzenin İstanbula adım atmasıyla başlayan harika bir hikâyeyi anlatıyor. Bu yolculuk, İstanbulun güzelliği, kubbeleri ve Roma’dan esinlenen tepeleriyle dolup taşıyor. Avrupalı gezginlerin bu büyüleyici şehre yaptıkları yolculuklar, bu hikâyenin kalbini oluşturuyor; şairler, yazarlar ve ressamlar, İstanbulu keşfederken kendilerini yeniden bulma yolculuğuna çıkmışlar. Ben de kendimce bunu deneyimlemek istedim sanırım.

Barok müziğin ve mimarinin ihtişamına hayranlığımı albümde yaşatmak ve de albümle yaşamak istedim. Her albümde olduğu gibi, dinlemeyi arzuladığım bir albüm olsun istedim; müziğimin arasında kaybolup gideceğim, HBO Maxta yayınlanan Baroquian adında bir mini dizinin sahnelerinde çalınan bir müzik olsun istedim (Ne de çok şey isterim!) İstanbulun eşsiz dokusu ve tarihi derinliği, Matteonun eserlerine ilham veriyor ve de Dersaadet’in sanata katkılarını da gözler önüne seriyor.

Barok sanatın ihtişamı, Osmanlı’nın zenginliği ve İstanbul’un büyüsü bir araya geldiğinde, bambaşka bir evren ortaya çıkıyor. Olmuşken 17. yüzyılda olsun istedim; hayal gücümle yepyeni bir dünya yaratmak bana bir oyun gibi geldi. Ketenden yapılmış tuvallerdeki renkler ve onlardan fışkıran melodiler ruhumda raks ediyor, gerçekliği yeniden şekillendiriyordu. Bu süreç, hayal gücünün sınırlarının olmadığını gösteriyor.

- Yeni albümünüz “Baroquian”da, doğuyla batıyı birleştirirken İstanbul’u fon olarak kullanıyorsunuz. İstanbul’un doğu ve batı arasındaki köprü işlevi, müzikal zeminiyle farklı şekillerde defalarca birçok türe eşlik etti. Sizin bu yolculuktaki farkınız sadece müzikle mi alakalı yoksa dinleyiciye başka şeyler de vaat ediyor musunuz? 

“Baroquian” albümüm, doğu ve batıyı sadece bir araya getirmekle kalmıyor; İstanbul, sadece bir fon değil; tarihi ve kültürel katmanlarıyla dinleyicinin duygusal dünyasını şekillendiren bir karakter. Bu şehir, mistik bir masalın ana kahramanı gibi; her köşesi keşfedilmeyi bekleyen sırlarla dolu.

Yolculuğumda, müziğin ötesinde bir deneyim sunmayı amaçlıyorum. Duyguların rengarenk bir paletini, melodilerle işleyip sunarak, dinleyicinin zihninde yeni evrenler yaratmayı arzuluyorum. Her nota, Osmanlı’nın derin kültürel köklerini modern bir anlayışla buluştururken, dinleyiciyi İstanbulun kalbinde dolaşmaya davet ediyor.

Dinleyicilere sunduğum deneyim, tıpkı görkemli bir gösterinin perde arkasında yer alan ince işçilik gibi. Tıpkı bir ressamın fırçasıyla tuvali yeniden şekillendirmesi gibi, ben de müzikle bu büyülü şehri yeniden, kendimce yorumluyorum. Sadece müziği dinlemekle kalmalarını istemiyorum; şehrin kalbinde dolanmış olabilecek hikayeleri, renkleri ve duyguları da hissetmelerini istiyorum.

Sanatın en önemli işlevlerinden biri, izleyen ya da dinleyen kişiyi bir an olsun gerçeklikten koparıp başka bir dünyaya taşımaktır. Eğer müziğim bunu başarabiliyorsa, benim için gerçekten büyük bir mutluluk.

- Albümde müzik, sizin şarkılarla İstanbul üzerine kurduğunuz hikâyeler ve Floransalı hayali ressam Matteo dFirenzenin yaptığı “hayali” resimler bir araya geliyor. Bu durum da albüme bir bütünlük katıyor. Bunları iç içe geçirmekte bir amacınız var mıydı yoksa albümü bir konsept olarak tasarladığınız için mi bu öğeleri kullandınız? 

“Baroquian” albümünde müzik, hikâye ve resimlerin birleşimi, tıpkı karmaşık bir tuvalin katmanları gibi, derin bir bütünlük oluşturuyor. Burada amaç, sadece dinleyiciyi eğlendirmek değil; onlara derin bir deneyim sunmaktır. Her parça, hayali ressamım Matteo di Firenzenin gönden İstanbulun ruhunu keşfetmeye davet ediyor. Bu, sadece bir konsept tasarımı değil; müziğin içindeki duyguların, görüntülerin ve anıların bir araya getirilmesiyle oluşan bir bütünlük. Müzik, dinleyicinin hayal gücünde resimlerin ve de başka imgelerin canlanmasına olanak tanıyor.

Bu yolculukta, her nota İstanbulun ruhunu ve Matteonun hayal gücünü bir araya getiriyor. Öyle ki, bir parçanın melodisi, bir ressamın tuvalinde beliren görüntülerle birleşiyor; her iki sanat formu da birbirini tamamlıyor ve zenginleştiriyor.

Baroquian” yalnızca bir albüm değil; dinleyicide yeni görseller yaratan bir sanatsal deneyim. Müzik ve resmin birleştiği, duyguların ve hayallerin harmanlandığı bir bütünlük sunuyor. İkisi de İstanbulun kalbinde hayat buluyor ve dinleyiciyi eşsiz bir yolculuğa davet ediyor. Umarım dinleyici bu seyahat biletini alır ve bulunduğu dünyadan bir an olsun kaçar.

“Müzikte sözsüz hikâye anlatmanın zorluğu, ona duyulan özlemin bir yansıması olabilir”

- Müzikte sözsüz hikâye anlatmanın her zaman çok zor olduğunu düşünmüşümdür. Fakat “Baroqian”ı dinlerken sizin anlattığınız hikâyeler dışında, bir dinleyici olarak benim de kafamda ayrı ayrı hikâyeler belirdi. Hatta OnAir Musicden Beyza Cumbul ile “Baroquian” üzerine konuşurken, “Bildiğimiz klasik müzik gibi değil. Bir farklılık var parçalarda,” dedim. Eser sahibi siz olsanız da albümün dinleyicinin kendi hikâyesini yazmasına etki etmesinin sizin için motive edici bir durum olduğunu düşünüyorum. Zira burada dinleyicinin parçaları “sahiplenmesi” devreye girmiş oluyor. Katılır mısınız bu görüşüme? 

Sorularınız bazen, hiç aklıma gelmeyen konulara değiniyor… Buna da bayılıyorum. Şayet “sahiplenme” söz konusu ise ne büyük lütuf olur bana. Lakin inanın bunu öngörmem, hedeflemem olanaksız. Bunu ancak ve ancak kendi açımdan cevaplandırabilirim. Müzikte sözsüz hikâye anlatmanın zorluğu, ona duyulan özlemin bir yansıması olabilir.

Müziğim, dinleyicinin hayal gücünü harekete geçiriyor ve ona kendi hikâyesini yazdırıyorsa bu benim son derece heyecan verici: Bir hikayeden doğan sayısız versiyonlar… Muazzam!

- Yukarıdaki soruyla bağlantılı olarak şunu da sormak isterim: Dinleyicinin -en klişe haliyle söyleyecek olursam- albümde kendinden bir şeyler bulması, şarkılar üzerine kendi öyküsünü oluşturması, kendini ister istemez albüm üzerinde düşünmeye, kafa yormaya, imgeler oluşturmaya da itiyor. Bu da çalışmanızı şöyle bir dinleyip geçilecek şarkılar kategorisinin dışına iterek “dinlemeyi” bir “eylem” haline getiriyor. İşi ciddileştirip, şarkılara dikkat kesiliyoruz. Bu “eylem”in sizin üzerinizdeki tezahürü ne şekilde vuku buluyor? 

Dinleyicinin, müziğimde kendisinden parçalar bulması, benim için büyüleyici bir olgu. Ancak, bir parçayı düşlerken dinleyicinin üzerindeki etkilerini önceden düşünmekten kaçınıyorum. Kalbimden gelen sesleri, en saf haliyle ve içtenlikle ifade etmeye çalışıyorum. Bu süreçte, ortaya çıkan müziğin nasıl algılanacağını bilmek ya da kestirmek mümkün değil; işin en heyecan verici kısmı da bu belirsizlik. Kendi hissettiklerim, dinleyicide farklı duygular uyandırabilir; bu durum, müziğin oyunlu doğasının en ilginç tarafını oluşturuyor. Bunu albümdeki favori parçamla örneklemek isterim: La Bellezza di Calcedonia (Kadıköy’lü Güzel), annem bu karakteri canlandırdığım tablodaki kadının yüzünü görünce “bu ne büyülü bir güzellik” dedi… Onun bu iltifatı benim için eşi benzeri bulunmaz bir değere sahip. Matteo’nun İstanbul’u gezerken rast geldiği bu kadının güzelliğine vurulması ve onu bir tabloya hapsetme arzusunu hayal ettim. Bu eser, yalnızca arpın kullanıldığı minimalist ama büyüleyici bir güzellik sunuyor. Yaklaşık 2 dakikalık süreyle arpın ince arpejleri ve akıcı melodileri, suyun yüzeyindeki hafif dalgalanmaları anımsatan bir atmosfer oluşturuyor. Bu parçanın bendeki etkisini bu şekilde özetleyebilirim. Dinleyici ne hisseder, ne hayal eder… Cevap şöyle olabilirdi: Keşke bir teknoloji olsaydı ve müziğime kulak veren herkesin hissettiklerini anlayabilsem, görebilsem. Ama böyle bir şey yok; zaten mümkün de değil. Belki de olmaması en güzeli. Aslında bu durumun benim üzerimde bir etkisi yok aslında. Yazılı ya da sözlü olumlu geri dönüşler aldığımda mutluluktan uçuyorum.

- Tahminime göre; müzik dışında yaptığınız uluslararası arenada ses getirecek işleri de hesaba kattığımızda yurtdışında daha çok tanınıyorsunuz. Sizin gibi sanatçılar ne zaman “yurda ayak basabilecek?” 

Müziğimi mümkün olduğunca fazla insanla buluşturmak benim için çok önemli. Yurt dışında daha fazla tanınmam, işin bilinmeyen ve tahmin edilemeyen yönlerinin bir sonucu aslında. Elbette bu topraklarda da dinlenmek isterim. Ancak kalbim sürekli üretmek, müzik yapmak, film çekmek ve sanatın farklı disiplinlerini bir araya getirmek için yanıp tutuşuyor. Ben sadece onun emirlerini yerine getirmekle görevliyim desem yeridir.

Bu benim için bir yolculuk; her yeni çalışma, yeni dünyalar, duygular ve kendimi keşfetme fırsatı sunuyor. Arzum, insanların müziğimi dinlerken bir yolculuğa çıkmaları ve belki de bu yolculukta kaybolmalarıdır: Gerçek dünya fazlasıyla kural ve kırmızı çizgilerle dolu. Dolayısıyla, yurt dışında daha fazla tanınmak elbette güzel, ama asıl olan, müziğimin her dinleyiciye ulaşması ve onlara ilham vermesi, kalplerine dokunmasıdır.

Burak Soyer kimdir?

1986 yılında Kütahya'da doğdu. 1992 yılında Çanakkale'ye yerleşti. 2004 yılında Marmara Üniversitesi Alman Dili Edebiyatı'nı kazandı. Aynı yıl okulu bıraktı. Bir süre garsonluk yaptı.

2005 yılında Radikal Gazetesi Kültür Sanat Servisi ve Kitap Eki'nde gazeteciliğe başladı. Aynı yıl Rolling Stone Türkiye'nin açılmasıyla birlikte Rolling Stone'a müzik yazıları yazdı. 2006-2008 yılları arasında Akşam Gazetesi Ekler Servisi'nde muhabir olarak görev yaptı. Daha sonra "memleketi" Çanakkale'ye dönüp Çanakkale Olay Gazetesi'nde çalıştı.

İnternethaber.com, Sözcü.com.tr, Toplumsal Haber gibi internet haber sitelerinde Siyaset, Gündem, Spor, Yurt Haberler, Kültür Sanat, Yaşam, Lifestyle servislerinde editör olarak çalıştı. Trend Medya'nın YouTube kanalı için kültür sanat ve spor programı hazırlayıp sundu. Son olarak İstanbul Karaköy MONO dergisinin editörlüğünü yapıyordu.

Şimdiye kadar Milliyet, Hürriyet, Hürriyet Kitap Sanat, BirGün, BirGün Pazar, BirGün Kitap, Taraf, Cumhuriyet Pazar, T24, Gazete Duvar, sendika.org, solhaber.org'a, siyaset, edebiyat, müzik, sinema, tiyatro yazıları yazdı. Halen T24 Haftalık, Bianet ve OT dergisine kültür sanat, K24, Edebiyathaber.net, Oggito, Ne Okuyorum?, Ajandakolik, Mahal Dergi, Romanoku internet sitelerine de edebiyat yazıları yazıyor.

2017 yılında ilk kitabı Zıvana Doğan Kitap etiketiyle yayımlandı. Zıvana'nın devamı olan Buji de 2019 yılında aynı yayınevinden çıktı. Son romanı Ring ise, geçtiğimiz Eylül ayında Karakarga Yayınları etiketiyle okuyucuyla buluştu. Ayrıca bir de kısa film senaryosu bulunmaktadır.

2015 yılında Anadolu Üniversitesi Sosyoloji bölümünden mezun oldu. Çanakkale 18 Mart Üniversitesi Sanat Tarihi bölümündeki eğitimine devam etmektedir.

Yazarın Diğer Yazıları

Hatice Hamarat: Tüm zarlar atıldı mı oyunda?

Hatice Hamarat, yeni teklisi “Manevra”nın hikâyesini "Kendimi aradığım ve bulunca bile tatmin olmadığım bir süreçte kendime yazdım ve kendime söyledim. Aslında büyük bir ironi bu parça benim için. Kendime attığım gol, ama pası da kendim veriyorum" ifadeleriyle anlattı

“Korkularını hayatının bir parçası olarak kabul ettikten sonra aydınlık ve anlam gelir”

Azerbaycanlı elektronik müzik ikilisi Call It, albüm çalışmalarından sonra Azerbaycan ve Türkiye'de sevenleriyle buluşacak

Kronik Leila’nın ikinci albümlerinden çıkan ilk tekli “Zordu” yayında

“Zordu” için Başak Tuncer şunları söylüyor: Kabulü öğrenmek kendimize verdiğimiz en büyük hediyelerden biri bence. Bu parça da kendimle sohbetlerimden biri oldu

"
"