27 Kasım 2022

Hacer Foggo ‘Askıda Hayatlar’ı anlatıyor: Bir avuç kişi daha da zenginleşsin diye arazilerimize, ormanlarımıza, düşüncelerimize el koymaya çalışıyorlar!

Derin Yoksulluk Ağı kurucusu ve CHP Yoksulluk Dayanışma Ofisi Koordinatörü Hacer Foggo’nun ‘Askıda Hayatlar’ kitabı raflarda yerini aldı: “Tek istedikleri evde huzur içinde yemek yiyebilmek, çay içebilmek ve üzerinde bir dam varken ölebilmek...”


Fotoğraf: Politikyol

 

VARLIĞIMIZ SAHTELİĞİMİZDEDİR 

“Askıda Hayatlar…”

Hacer Foggo’nun Doğan Kitap’tan yeni çıkan kitabı. Kitabın ismi bile ruhunuzu askıya asmaya yetiyor... Okumaya başladığımda akşam saatleriydi. Aynı gece bitiririm diye planlamıştım ama kitabın içine girdikçe çıkamadım. Sayfalar ilerledikçe hem enkaz altında kaldım hem de kanalizasyon suyunda boğuldum. Çadırlarda üşüdüm, açlıkta, viyadüklerde öldüm. Dozer sesi ile gelen korkulu anlar ve bir çırpıda yıkılıp kâğıt gibi olan evde tüm geçmiş, birikim, fotoğraflar gitti… Pijamalı çocuklar sabahın körlerinde uykularından uyandırılıp, duvar dibinden evlerinin yıkılışını izledi. İzlettirildi… Bir gerçek, bellek, kültür, iki emre ve bir dozere kurban gitti. Acımasızca, onlara, orada yaşayanlara, yoksullara hiç kulak vermeden, onlara hiçbir şey sorulmadan, onlar yokmuş gibi. Hiçlermiş ve hatta sanki hiç olmamışlar gibi. Sulukule… Ezip geçtiler. Ranta ve paraya karşılık, insanların büyük büyük dedelerinden, nenelerinden kalan mirasları uçtu gitti. Çocuklukları, ilk gençlikleri, sokaklarında danslar ettikleri, geleneklerini yaşattıkları Romanlar’ın semti bin yıllık Sulukule. Örneğin. En zayıf halka onlar mıydı? O yüzden mi oradan başladı ‘kentsel dönüşüm’ dedikleri şey?  

“Evlerimiz kamulaştırılabilir ama ruhlarımız asla” diyenlerin mahallesi Sulukule…Koltuğu kırdım, çocuklar ısınsın diye yaktımdiyen üç çocuk annesi Gülşah, 19 yaşında kendini yakan Selahaddin Fenerci, Kemancı Sami, bülbül sesli Yeşilçam figüranı Şakrak Deniz, her sabah uyandığında yanında annesini görmek için dünyaları verecek olan küçük Kadir, hırsız damgası yiyen Sarmaşıklı Türkan, sabaha karşı sesi kesilen Zeynep bebek, Cevahir Civelek, 15 yaşına kadar ağlamayan Ahmet’in ablası Nergis, Muhbir Selahattin, Dertli Serpil, Sarmaşıklı Salih ve Fatoş, Sarı Ali ve Karakız, çeyizi enkaz altında kalan Songül… Hepsinin ve daha fazla insanın yaşadıkları var bu kitapta.   

Evlerinin enkazından çıkacak demirleri satıp çocuklarına ekmek alacak anne babayı da okuyacaksınız, emir erlerinin yanlışlıkla unutup kesmedikleri suyu tüm mahallelinin nasıl sakladığını da… Kanalizasyon sularıyla oynayarak büyüyen çocukları da, beslenme çantası boş olduğu için utanıp okula gidemeyen çocukları da. Sulukule’de yaşam mücadelesinin nasıl verildiğini, senelerin neler yaşayarak geçtiğini, nasıl zorluklar olduğunu anlatarak ve sorgulayarak bizlere anlatıyor Hacer Foggo. Kitabı okur okumaz yönelttiğim sorulara Foggo’nun verdiği yanıtları paylaşıyorum.

“Ruhumu yaralayan yokluğun kahramanları”

- Ne zamandır yazıyorsunuz? 

Yıllardır notlar alıyorum, okuyorum, karalıyorum, dönüp yazdıklarıma bakarsanız belki böyle iki kitap daha çıkar dersiniz ama çıkmaz, çünkü aldığım notların birçoğu öğrenmek için aldığım notlar. Her zaman değil de vakit bulduğumda yazıyordum. Edebiyatı seviyorum, öyküyü, romanı. Ama mahallelerde çalışırken tanıştığım herkes benim için bir öykü kahramanı oldu. Öykü ise, ara ara vakit buldukça yazıyordum. Pandemi döneminde daha fazla not aldım. İki mahallede neredeyse yıkılmasın diye on yıl mücadele ettim. Uzun soluklu bir mücadele olduğu için hem mahalleyi hem de orada yaşayan her bir bireyi, çocuğu, kadını daha da yakından tanıyorsunuz. Onlardan öğrendiklerimle bugünlere geldim. Her bir mahalle bir okuldu benim için, her bir evdeki kadınlar da, çocuklar da öğretmenim oldu. Bu öğrendiklerimle ne yapılmaması gerektiğini çok iyi biliyorum, dolayısıyla ne talep ettiklerini de biliyorum. Yani girişte söylediğim gibi “yıllarca dinlediğim, mücadele ettiğim yokluk hiç hafızamdan silinmedi, ruhumu yaraladı, bu öykülerle yokluğun kahramanlarına dönüştüler.”


- Kitabı ilk kez eline alan bir kişi neler bulacak bu kitapta? 

Bu kitapta yoksul sokaklar, “yoksuluyla” ünlü sokaklar var. Tek katlı, cumbalı, avlulu evlerin nasıl tarihe karışarak mahalle kültürünün nasıl yıkıldığı, dağılan evlerinin yerini bulmaya, enkaz altında kalan eşyalarını aramaya başlayanların hatıralarının, hafızalarının nasıl silindiği, kiralarını ödemek için eşyalarını satanların, yaşamları çalınan çocukların öyküleri var. Bu kitapta, yoksulluk, yoksulluğa karşı önyargılar, yoksulluğun reddi, devreden yoksulluk, hayırseverlik değil dayanışma, açlık, idare ile hayatları geçen yoksul kadınlar, yoksulluğun utanç, aşağılanma boyutu, takipsizlik, bitmeyen bürokrasi, politikacılar, itaat-biat ilişkisi, gelişim bozukluğu olan büyümeyen çocuklar, egoların efendileri ve yine her seferinde çocuklara miras bırakılan yoksulluk var. Ekonomik krizle birlikte verilen açlık savaşında bugüne kadar olmadığı kadar kimsesiz çocuklar gibi kendilerini yalnız hisseden ve birbirlerine kilitlenen ailelerin hikâyeleri de var. 

“Üzerinde bir dam varken ölebilme” hayali… 

- Huzuru şöyle tarif etmişsiniz kitapta: “Tek istedikleri evde huzur içinde yemek yiyebilmek, çay içebilmek ve üzerinde bir dam varken ölebilmek.” Huzur gerçekten bu mudur? 

Evet budur huzur aslında. Düşünün sizin karar vermediğiniz, sizin katılmadığınız ama sadece yoksul olduğunuz için sizin için yapılan bir projede sizi dinlemeden sokağa atıyorlar; düşünün sizin karar vermediğiniz bir savaşın kurbanı oluyor ve üzerinize eviniz yıkılıyor ve hiç bilmediğiniz bir ülkede yaşıyorsunuz. Ya da yoksulluğun ötesinde siz sadece farklı bir siyasi görüşten ya da farklı bir kimliğe sahip olduğunuz için sizi alıp cezaevine atıyorlar. Düşünün siz sosyal medyada bir yazı yazdınız diye ceza alıyorsunuz. Nedir huzur o zaman? Evinizde başkalarının müdahalesi olmadan kendi özgürlüğünüzle yaşamak değil midir? Ama bir avuç kişi daha zenginleşsin diye arazilerimize, ormanlarımıza ve her seferinde düşüncelerimize el koymaya çalışıyorlar. 

- Rapunzel karakteri de gerçek mi? 

Evet Rapunzeller de, Hasannerdençıktılar da hepsi gerçek. Rapunzel o gün bütün eşyalarını yaktı ve şimdi başka bir mahallede bir odalı bir evde yaşıyor. Hasannerdençıktı’nın çocukları her yerde açlıkla yoklukla mücadele ediyor. Bazen cezaevinde, bazen sokaklarda huzurlu bir dam bulma hayali kuruyorlar. 

“Yoksulluk, onurlu bir hayat sürme meselesidir”

 - Yoksulluk, derin yoksulluk nedir?

Yoksulluk erişememe problemi. Derin yoksulluk, önce hayal kurma, sonra hayal kurmaktan vazgeçip hayal bile kuramama gerçekliğini kabul etmek durumu, bir travma yani. Derin yoksulluk, insan onuruna uygun olmayan bir sistem içinde sürekli ayakta kalmak, yaşama hakkı için mücadele etme. Derin yoksulluk elinizdeki çok kıt kaynakları veya küçük varlıklarınızı sürekli kaybetme endişesiyle yaşamak. Kriz, salgın ve savaş gibi dönemlerde tamamen yok olma kaygısı taşımak. Kitabımdan alıntılayayım: “Yokluk ve yoksunluk arttıkça yaşamaya karşı büyüyen korku sürekli hale gelebilir, günlük adaletsizlik içinde her gün ama her gün bu deneyimlerini içselleştirdiklerinde, özgüvenlerini de kaybederler; ebeveynler acı çeker, çocuklar acı çeker ve sonunda birbirlerinin acılarını tetiklerler. Siyasetçilerin her seçimde ellerinde sihirli reçetelerle geldiklerini, onları dinlemediklerini; biraz dertlerini anlatmaya başladıklarında ise hemen savunmaya geçtiklerini anlatır yoksullar. İşte bütün bu nedenlerle yoksulluk sadece bir gelir meselesi değil, aynı zamanda onurlu bir hayat sürebilme meselesidir. 

- Yoksulluk nasıl devreder?

Kentsel dönüşümde evleri yıkılan ve o dönemde okula kayıt olsun diye mücadele ettiğim çocuklar bugün 20-25 yaşlarında ve şimdi kendi çocukları var. Onlar beni pandemi döneminde buldu. Her biri babalarının annelerinin yaptığı işleri yapıyor. Yani yoksulluğu devralmışlar. Evleri yıkılmasaydı, okullarına devam edebilselerdi kuşkusuz ki bugün yaşadıkları yoksulluktan bir nebze daha iyi bir hayat sürüyor olacaklardı. Nesilden nesile devredilen derin yoksulluk böyle bir şey işte. Bir tek şey diliyorum, çocukları büyüdüklerinde beni de, başkalarını da aramak zorunda kalmasın.

- Kitabınızda “sosyal yardımlar”dan söz ediyorsunuz ve bu yardımlara  ulaşamamalarından. Sosyal yardımlar, yoksulluğu önlüyor mu? 

Öncelikle kamuda “sosyal yardımlar”, yoksulluk içinde yaşayanlar için bir “sosyal hak”, devlet için ise bir kamu görevi olarak algılanmalı. Sosyal devlet olmanın ön koşulu yapılan desteğin hak temelli bir yaklaşımla verilmesi koşulunu gerektirir. Bu nedenle yardımların çok boyutlu bir içeriğe kavuşturulması (yaşam standardı, eğitim ve sağlık gözetilerek) ve hak temelli bir politika (her bireyin ihtiyaçları gözetilerek) çerçevesinde verilmesi için gerekli tüm tedbirler alınmalı. Yoksulluktan en fazla etkilenen, çalışamayacak özellikteki yoksul bireyler, onlar için sosyal destekler uzun süreli ve ihtiyaçlarını karşılayacak düzeyde olmalı, ayrıca istihdama katılmaları için hizmetler verilmeli. Sosyal desteğin verilme sürecinde; bireyin içinde bulunduğu özel durumu, çocuk sayısı, sağlık durumu, konutun özellikleri ve çevre desteğinin olup olmaması gibi sosyal sorunlar iyi saptanmalı. Hak temelli yaklaşım, yoksulluk deneyimleyen insanların “ihtiyaç sahibi” değil, “hak sahibi” insanlar olduğunu savunur. Sosyal devlet olsaydı, sosyal yatırım yapar, çocuklar okullarını bırakıp çalışmaya başlamazlardı. Bizde ise yatırım, zengini daha da zengin etmek için var.

“Dayanışma, eşitlik için bir adım atmaktır”

- Bunca yoksulluğa tanık oldunuz bir yandan da yıllarca dayanışma çağrısını yaptınız, dayanışma yaygın mı sizce?

Düşünün, pandemi döneminde çöpten çocuklarının önüne yiyecek koymak ne demek? Bulduğu bir pastayı çocuklarının önüne koyan bir babayla da, küçük bebeğine “mama pahalı” diye bıraktırıp hazır çorba alan bir anneyle de konuştum. Bunlar trajik evet ama bu bir haksızlık, bu bir insan hakları ihlali. Ataşehir’deki bir kâğıt toplayıcı şöyle demişti, “Aç kalınca insan her şeye sinirleniyor, kendi haline, neden böyle olduğuna, topluma, sisteme, düzene, her şeye…”  Yani, mamaya -çalınmasın diye marketlerde- alarm takılması, o düzenin gerçekliğini,  bu kâğıt toplayıcı arkadaşımıza o kötülüğü de gösteriyor. Yine kitaptan bir alıntı ile devam edeyim: “Yoksulluk, bedenen ve ruhen hissedilen bir durum olduğu için hangi siyasi görüşe sahip olursanız olun bu değişmiyor. Kapınızın önüne bırakılan elektrik faturası, oğlunuza, kızınıza söz verdiğiniz ayakkabıyı bu ay da alamamanız, ev sahibinin size evden çıkmanız için süre vermesi... Bir gece çocuğunuzla birlikte beş parasız sokakta kaldığınızda arayabileceğiniz bir yerin, bir kurumun aklınıza gelmemesi. Dayanışma da, hayırseverlik ya da kendini rahatlatma değil, temel haklar ve eşitlik için bir adım atmaktır. İnsani koşullarda yaşamak insanı özgürleştirir. Damı akmayan bir evde yaşamak, sıcak bir yatakta uyumak, aç uyumamak... Ancak bunlar sağlandığında insan sinemayı düşünebilir, kitap okumayı, müzik dinlemeyi düşünebilir ve tüm bunların yanında güncel politikayı daha özgürce düşünür... 

- Son olarak, kitabın özellikle nerelere kimlere ulaşmasını istersiniz? 

Gençlere ve özellikle yoksulluğu yoksunluğu içinde yaşayan herkese.

İZLEYİN | Hacer Foggo: Süt ve süt ürünlerini korumak için marketlerde güvenlik görevlilerinin sayısı artırıldı

 

Yazarın Diğer Yazıları

Türkiye’nin en genç belediye başkanlarından Kemal Çamlıyurt: Bizim inancımızda doğaya ait her şey kutsal sayılır, bu bizi AKP belediyelerinden ayırır

"Hor baktık mı karıncaya, kırdık mı kanadını serçenin, vurduk mu karacanın yavrusunu ya nasıl kıyarız insana!"

Londra Mektupları: Dalai Lama reenkarnasyonundan Anoushka Shankar’a

“Bu müziği icra ederken neredeyse babamın yüreğine akmaya başlıyorum ve onu yeniden biraz daha düşünüyorum.”

Londra Mektupları: 'Altın renkli Haliç'ten, Stoke Newington’a

Kelimelerin gücüne kalp mi dayanır, akıl mı dayanır arkadaş diyor ve uzaklara dalıp okuduklarımı kalbime indirmeye çalışıyorum…

"
"