19 Nisan 2022

Ceylan Özgün Özçelik: Cadı Üçlemesi’yle, başkaldıran cadıların öykülerini anlatıyorum; onların var olmasının, nefes almasının uyandırdığı korkunun öykülerini…

"Kadınların ortak karabasanlarını yıkmayı ve renkli düşler örmeyi diliyorum" 

Ceylan Özgün Özçelik, ilk filmi "Kaygı" ile toplumsal hafıza ve bellek üzerine güçlü bir politik bir filme imza atmıştı. Sonraki projesi "Kadınlara ve kız çocuklarına yönelik şiddete dair, farklı türlerde ve biçimlerde, zamansız ve mekansız şifa ayinleri olarak tanımladığı Cadı Üçlemesi’nin ilki 13+ kurmaca bir kısa film, 41. İstanbul Film Festivali Ulusal Belgesel yarışmasında yer alan 15+ ise deneysel bir belgesel ve üçlemenin sonuncusu ise uzun metraj bir kurmaca olan 18+. Ayrıca, Cadı Üçlemesi üzerinde çalışırken bitirdiği deneysel bir belgesel olan Ankebut ile Name Öztürk’ün hikayesini etkileyici ve kendine özgü bir dille anlatıyor.

Özçelik, "Cadı Üçlemesi’yle, başkaldıran cadıların öykülerini anlatıyorum. Onların var olmasının, nefes almasının uyandırdığı korkunun öykülerini... Fantastikten kara komediye, deneyselden belgesele çeşitli dil arayışlarıyla, kadınların ortak karabasanlarını yıkmayı ve renkli düşler örmeyi diliyorum." diyor.

Ceylan Özgün Özçelik

Kaygı, benim çok iyi bulduğum toplumsal hafıza ve belleği anlatan politik olarak çok güçlü bir filmdi. İlk olarak onunla başlayalım. Kaygı gibi bir ilk film çekmiş olmak size neler hissettiriyor? 

Çok teşekkürler. O zamanda, o şartlarda Kaygı’yı çekebilmek mutlu hissettiriyor. Yapmak istediğim; bugün, geçmiş ve yakın gelecek arasında organik bir korku bağı kurmaktı. Filmin unutulmamasını diliyorum. Umuyorum sonraki kuşaklar için de politik ve psikolojik olarak bir anlam ifade eder.  

Sektör koşulları, fon bulabilme mücadeleleri ve kadın olma ekseninde Türkiye’de ilk filminizi çekerken neler yaşadınız? 

Kaygı’yı yapma yolunda motivasyon olabilecek ve umut verebilecek hiçbir şey yaşamadım. Yıllarca yapımcı ve kaynak aradım. Sayısız ret aldım. Mücadele ne yazık ki ilk filme özel bir şey değil, hiç bitmiyor. Bir "sektör"den söz edemediğimiz için, cinsiyet eşitliği olmadığı için, riskli fikirlere tamamen kapalı bir ülke olduğumuz için tekrar eden bir kâbusun içinde olduğumu hissediyorum. Böyle hisseden çok sinemacı kadın olduğunu biliyorum. Yeni uzun kurmaca projem 18+ ile Bakanlık’a hem senaryo destek için hem de yapım desteği için başvurduk. İkisi de reddedildi. Yapımcım Armağan Lale’yle beş yıldır bu filme bu ülkede kaynak bulmak için hangi kapıyı çaldıysak hepsi yüzümüze kapandı. Düşük bütçeli bir yapım olmadığı için ülkeden kaynak ve destek bulamamak filmin yapılmasının önündeki engel. Sistem sizi yavaş yavaş yeryüzünden silmeye, hayallerinizi ve tutkunuzu yok etmeye ayarlı sanki.  

"Kadınların ortak karabasanlarını yıkmayı ve renkli düşler örmeyi diliyorum" 

Kaygı’dan sonra Cadı Üçlemesi’nin hikaye gelişimi nasıl oldu, tasarlama sürecinde neler düşündünüz? 

Kaygı’dan sonra 18+’nın senaryosuna çalışırken aylarca şiddet okumaları yaptım. Bu okumalar sırasında aynı temayı farklı formlarda ve türlerde anlatmanın daha sağlıklı ve kapsamlı olacağını gördüm. Cadı Üçlemesi; kadınlara ve kız çocuklarına yönelik şiddete dair iyileşme öyküleri anlatan üç farklı filmden oluşuyor. 2019’da seyirciyle buluşan kısa kurmaca 13+, Nisan ayında seyirciyle buluşacak olan uzun belgesel 15+ ve yakında çekmeyi dilediğimiz uzun kurmaca 18+. Üçlemenin ilk filminde cadı doğdu. Bir kız çocuğu; onu yok etmeye çalışan mekânı yıktı ve yerine kendi bahçesini inşa etti. Üçlemenin sıradaki filmlerinde, kadınlar hafızalarına hapsettiklerini kusacak. Gerçeklerden ve gerçeküstünden aldığım ilhamla hayal kuruyorum. Cadı Üçlemesi’yle fantastikten kara komediye, deneyselden belgesele çeşitli dil arayışlarıyla, kadınların ortak karabasanlarını yıkmayı ve renkli düşler örmeyi diliyorum. 

Üçlemenin web sitesisinin ana sayfada TDK’ya göre "cadı" tanımları "1. Geceleri dolaşarak insanlara kötülük ettiğine inanılan hortlak 2. Kötülük yaparak başkalarına zarar veren kadın 3. Çok güzel göz" yer alıyor. Siz cadılığı hem içsel hem tarihsel perspektifle nasıl tanımlıyorsunuz? 

Norma uymayan her kadın, bir "cadı". Cadı, bir hakaret nişanesi! Söz dinlemeyen kadın, baştan çıkaran kadın, yaratan kadın, meydan okuyan kadın, dans eden kadın… Cadılar yüzyıllarca dünyanın her yerinde ötekileştirildi, yok sayıldı, cezalandırıldı, işkence gördü, yakıldı. Bir sanat eleştirmeni 2014 tarihli bir yazısında şöyle diyor: "Batılı bir çocuktan bir cadı resmi çizmesini isteseniz büyük ihtimalle süpürgesine binmiş ya da kazan karıştıran kanca burunlu yaşlı bir kadın çizecektir." Bu kanıksanmış cadı imgesi nereden geliyor? Devletler, kadınlara karşı, onların kendi bedenleri üzerindeki kontrolünü kırmayı amaçlayan bir savaş açtı. Bu savaş bitmeyecek mi? Önceleri kadınlar cadılıkla suçlanıp öldürülüyordu. Zamanla cadı avının yerini kadın cinayetleri aldı. Cezalandırma farklı biçimlerde sistematik olarak devam ediyor. Cadı Üçlemesi’yle, başkaldıran cadıların öykülerini anlatıyorum. Onların var olmasının, nefes almasının uyandırdığı korkunun öykülerini...

Ankebût’ün Üçleme ile bağı nedir? Üçlemenin içinden mi doğdu? Name Öztürk ile nasıl tanıştınız ve onu anlatmaya karar verdiniz? (Ben izledikten sonra çok duygulandım hatta 3 kez üst üste izledim ve keşke orta/uzun metraj olsaydı diye düşündüm)

Üçlemenin araştırma sürecinde; danışman avukatların rehberliğinde mahkeme dosyaları okudum, duruşmalarda bulundum ve uğradıkları sistematik şiddete karşı evli oldukları adamları meşru müdafaayla öldürmüş kadınları cezaevlerinde ziyaret ettim. Name’nin öyküsünden özellikle etkilenmiştim. Name, sekiz yıl boyunca uğradığı şiddetin sonucunda yine saldırıya uğradığı bir günde meşru müdafaayla adamı öldürmüştü. Üç yıldır cezaevindeydi. Onu ilk kez istinaf duruşmasında görmüştüm. Bakışı, o salonu yıkacak ve yeni bir dünya inşa edecek kadar güçlüydü. Hafızama kazındı. Tahliye kararı çıktı. Öyle hayran kaldım ki kendisine! Name’ye özel bir kısa film yapmak istiyordum: Yok ettiği kâbusunu dinlemek... Ondan cezaevindeyken gördüğü ve artık peşini bırakan bir kâbusu anlatmasını rica ettim. Görüntüde, kurguda ve ses tasarımında Name'nin cezaevi öncesindeki hayatının onu nasıl tükettiğini anlatmaya çalıştığım bir dünya kurduk. Hamileyken kanlar içinde polise gitmişti, polis onu o eve geri göndermişti. Ailesinden destek istemişti, görememişti. Kendini öldürmeye çalışmıştı. Üst üste imgeler, tekrar eden imgeler, ters dönen imgeler… Name’nin mahkeme dosyasından, sağlık raporlarından parçalar… Ankebût’taki her şey şiddetin döngüsüne dair. Filmin kaotik bir görsel-işitsel dünyası var. Name’nin dediği gibi bir "işgal"in içindeyiz. Ankebût’un yapısı bu "işgal" üzerine kurulu. 

Hukukçu kimliğiniz sinemanızı ve hayata bakışınızı nasıl etkiliyor? 

Sinema okumak istiyordum. Babam mecbur bıraktığı için hukuk okudum. Her ne kadar baroya kayıtlı bir avukat olsam da mesleği hiç yapmadım. Öğrenciyken radyo ve televizyonlarda çalışmaya başlamıştım. Ancak bugünden bakınca; iyi ki avukat olmuşum. Aksi halde, Cadı Üçlemesi’nin ikinci filmi belgesel 15+’yı yapamazdım. Avukat kimliğim sayesinde cezaevlerinde kadınlarla uzun görüşmeler yapabildim. İnanılmaz kadınlar tanıdım. 

"Sanırım en zoru cehennemin ortasında tutkuyu ve mücadele gücünü kaybetmemek."

Üçleme de Ankebût de gerçekten çok ayrıksı projeler ve bizde yapanı, iyi yapanı az olan formlarda hem içerik hem biçim olarak harika dolaşıyorsunuz. Sizi, ekibi zorlayan şeyler oluyor mu, neler yaşıyorsunuz?

Bizi en çok tüketen ekonomik ve politik açmazlar. Birbirini besleyen bir ekiple birlikte hayal kurabilmek, bir filmin yolcuğuna birlikte çıkabilmek için maddi ve fikirsel bir özgürlük alanı gerekiyor. Nefes almadan proje üretiyorsunuz ama hayata geçirme noktasında hep engeller var. Bağımsız sinemada; mesleğimiz hobiymiş gibi davranılıyor. Filmlerimizi her yerde ücretsiz gösterelim, ücretsiz seminerler verelim, ücretsiz etkinlikler düzenleyelim, isteniyor. Dijital platformlar filmlerimizi neredeyse bedava göstermeyi öneriyor, lütfediyor. Ama biz bu filmleri "bedava" yapmıyoruz ki… Sanırım en zoru cehennemin ortasında tutkuyu ve mücadele gücünü kaybetmemek.

Son dönem dünya sinemasında çok iyi korku-gerilim filmlerine imza atan yönetmenler var. Sizin hem son dönemden hem de sinema tarihinden ilham kaynaklarınız var mı?

İlhamlarım çoğunlukla deneysel sinemacılar… Germaine Dulac, Jane Arden, Maya Deren, Janie Geiser, Vera Chytilová, Gunvor Nelson, Penny Lane… 2000’lerden çok etkilendiğim tür filmleri Coralie Fargeat’tan Revenge, Marina de Van’dan In My Skin, Natalie Erika James’ten Relic, Juliana Rojas ve Marco Dutra’dan Good Manners, Brandon Cronenberg’ten Possessor, Malgorzata Szumowska’dan the Other Lamb, Nicolette Krebitz’ten Wild, Nicolas Winding Refn’den Neon Demon… Bırakırsanız daha milyon film sayabilirim...

Üçleme bittikten sonrası için şu an tasarladığınız başka projeler var mı?

Apple’la işbirliği yaparak çektiğimiz, şu an kurgusunda olduğum bir uzun belgeselim var. Bu belgesel, Cadı Üçlemesi’nin son filmi 18+’dan önce çıkacak. Eş zamanlı olarak da zehirli bir ilişkiyi anlatan bir uzun metraj senaryosu yazıyorum. 

Yeni Türkiye Sineması'ndan manzaralar başlıklı röportaj serisinden alınmıştır.

 

Yazarın Diğer Yazıları

Ali Kemal Çınar: Zayıf yönlerini görüp bunun üzerine gitmek, ancak güçlü gördüğün yönlerinin varlığından cesaret alarak yapılabilir

Ali Kemal Çınar ile son filminden Kürt sinemasında birey olma sorunsalına, Diyarbakır'dan Türkiye Sineması'nın geleceğine uzanan bir söyleşi gerçekleştirdik

Ulaş Tosun: Merhaba Canım'ın yarattığı etki, belki tasarlanmış estetiğin bir kere daha çöküşü olarak yorumlanabilir

Merhaba Canım benim için sansürün ve otosansürün tüm gücünü hissettiğim bir çalışma oldu

Can Merdan Doğan: Toplumun bütün yükünü üstünde taşıdığını zanneden, varoluş krizleri geçiren buhranlı erkeklik hallerinden sıkılmadık mı?

"Birbirimizi bir kalıba sokmadan bakmayı başarabilsek, çevreyi de bir kenara koyup birbirimizi sevmeyi öğrenebileceğiz."