Ali Kemal Çınar, ilk filmi Kurte Fîlm'in (Kısa Film), ardından çektiği Veşartî (Gizli) ve Gênco'dan sonra Arada ile yine kendine özgü o çok sevdiğim mizahı ve üslubu ile karşımızdaydı. Son filmi, 41. İstanbul Film Festivali'nin Ulusal Yarışma bölümünde yer almış olan Beriya Şevê / Geceden Önce ise bir roman uyarlaması ve diğer filmlerinden farklı, başka bir Ali Kemal Çınar sinemasının ilk sinyallerini müjdeliyor. Ali Kemal Çınar ile son filminden Kürt sinemasında birey olma sorunsalına, Diyarbakır'dan Türkiye Sineması'nın geleceğine uzanan bir söyleşi gerçekleştirdik.
Ali Kemal Çınar
- Son filminiz Geceden Önce, 41. İstanbul Film Festivali'nde prömiyerini yaptı ve yarışma filmiydi. Erhan Sunar'ın romanından uyarladınız. Sizi ilk kez bir uyarlama ile izledik. Ve diğer filmlerinizde alıştığımız ve sevdiğimiz o yerleşik hale gelen "Ali Kemal Çınar mizahı" bu filmde hiç yok. Bu romanı uyarlamaya nasıl karar verdiniz?
Erhan Sunar benim yakın arkadaşım olduğundan hissettikleri ve dünyası bana yakın geliyordu. Geceden Önce kitabını okuduğumda da benzer bir yakınlık hissettim. Aile ve onu yaratan bireylerin çıkmazı ve iletişimsizlikleri incelikliydi. Benim de aile ve onu oluşturan unsurlar hep kadrajımda olmuştur. Bir denklik hali, birbirine yakın duygulardan dolayı böyle bir işe giriştim.
"Kendimi zayıf gördüğüm yerlerden çekiştirmek bana daha öğretici oluyor"
- Filmde evin kızı var ama sanırım romanda evin tek oğlu var. Neden böyle bir değişiklikte bulundunuz? Cinsel kimliklerin temsiliyle ilgili bir derdiniz var sanırım?
Bu hikâyede karakter kadın olsa ne değişir ne aynı kalır diye çok merak ettim. Benim için de bir araştırmaydı. Hikayedeki birçok detay ve unsur buna göre değiştirmek zorunda kaldı. Açıkçası iyi ki de yaptım diyorum, bu hikâyede kendimi erkek bir karakteri anlatmaya yakın hissetmiyordum. Ayrıca filmlerde erkek karakterin temsili yeterince var. Kendimi zayıf gördüğüm yerlerden çekiştirmek bana daha öğretici oluyor.
- Filmlerinizde modern bir Diyarbakır görüyoruz. Genelde gördüğümüz daha klişe, daha eski bir şehir değil, modern bir şehir. Ve o şehrin modern insanları. Bu sizin için özel bir tercih mi?
Çocukken arada bir gittiğimiz köyümüz dışında şehir hayatından başka bir hayat görmedim. O yüzden Diyarbakır'ın her yönünü iyi bildiğimi düşünüyorum. En bildiğin şeyi yapmak da ciddi bir avantaj aslında. Evet, zayıf yönlerini görüp bunun üzerine gitmek ancak güçlü gördüğün yönlerinin varlığından cesaret alarak yapılabilir. Bu dengeyi korumaya çalışmak bile bana oldukça olumlu yansıyor. Şehir hayatı bizde yeni bir şey, hepimiz ne olduğunu çok da anlamadan yaşıyoruz ki, hikayeler, bu anlama çabasından çıkıyor aslında.
- Kürt sinemasında birey olma sorunsalını düşündürüyor filmleriniz. Kolektif ve büyük hikâyenin yanı sıra bireysel ve varoluşçu hikayeleri de filmlerinize alıyorsunuz. Ne dersiniz bu varoluşçu bakış konusunda?
Ben kendimi en çok yürürken hissediyorum, yürürken düşünceler çok akıcı hale gelir. Aynı zamanda işin teknik kısmı da beni düşündürüyor. Nasıl ki iki ayağın ritmi her adımda birbirine her zaman uymuyorsa düşünce trafiği de birbirine uymadan işler. Hiçbir zaman kalabalık bir tabloda kendimi göremedim ama kalabalıkları ensemde hissettim. Bu iyi anlamda da kötü anlamda da öyle. Sinema yaptıktan sonra daha sosyal biri haline gelsem de yine kendimi hep tek olarak görüyorum. Bu bitmez his benim varoluşla kurduğum ilişkidir. Filmlerimde hep bunun izinin olmasını isterim.
- Kendi temasını kendi yaratan Ali Kemal Çınar, filmlerinin süresi konusunda da aynı düzlemde ilerliyor. Genellikle 60+ civarında olmasının özel bir nedeni var mı?
Filmin ritmini oluştururken bana fazla gelen her şeyi atıp duruyorum, daha çok eksilterek filmi oluşturuyorum. Benimkisi normal bir davranış değil, attığım sahneler yeni film çıkacak kadar fazla olur bazen. Fark ettiğim müddetçe obsesif bir şekilde fazla bir şeyin olmamasına özen gösteriyorum. Elde kalana dönüp baktığımda ve içime de sinince süreyi sonradan fark ediyorum. Benim bir ritmim olduğu aşikâr. Bu beni bazen rahatsız etmiyor da değil çünkü filmin dolaşıma girmesi daha zor oluyor. Tam da sınırda bir yerlerde kalıyor. Benim için alışkanlık hale gelen herhangi bir şeyle de oynamayı seviyorum, yeni filmde bununla da biraz baş etmeye çalışacağım.
- Diyarbakır'da yaşıyor ve üretiyorsunuz, Diyarbakır'da sinema adına neler yapılıyor?
Diyarbakır sinema için çok uygun bir kent. Hem altyapı konusunda hem de teknik olarak. Benim gibi birçok kişi filmler üretiyor ya da Diyarbakır'ı mekân olarak kullanan sinemacıların filmleri oluyor. Bunun dışında benim de içinde olduğum bir sinema arkadaşlığımızın olması. Pratik olarak birbirimize destek olduğumuz ve birbirimizin filmlerini birlikte yaptığımız bir ortaklık mevcut. Bunun çıktıları ileriki zamanlarda daha çok çıkacak diye düşünüyorum.
- Dünyadan sizi etkileyen yönetmenler ve edebiyatçılar kimler?
Sinemada Carl Dreyer, Bresson, Ozu, Agnes Varda, Chantal Akerman, Godard, Kiarüstemi, Tsai Ming Liang. Edebiyatta ise Kafka, Adgar Allan Poe, Dostoyevski, Virginia Woolf, Cortazar, Perec ve Barış Bıçakçı gibi isimleri sayabilirim.
- Türkiye Sineması'nın şu anını ve geleceğini nasıl görüyorsunuz? Ve siz daha neler yapmak istiyorsunuz bundan sonraki projelerinizle? Sinemayı nasıl bir araç olarak görüyorsunuz?
Bir ülke, sinemasında her zaman iyi işler de kötü işler de çıkarabilir, bunun tartışılacak bir tarafı yok bence ama kimsenin suya sabuna dokunmak gibi bir derdi de kalmamış. Yine de kimseye haksızlık etmek istemem ama duygum bu yönde. Anlayacağınız hiç umudum yok. Ülke neyse sineması da ona benzeyecek bu kaçınılmaz. Bunun tersi yönde oluşması da mümkündü ama olmadı. Benim de durumum bundan bağımsız değil onu da benim dışımdaki birileri değerlendirsin. Sadece eleştiren tarafta olmak da sıkıcı. Huysuz biri olup çıktım. (gülüyor) Çünkü kimsenin içinde bulunduğu sistemle bir derdi yok. Neden olsun ki? Eskiden bağımsız sinemanın bir alanı, bir dili, niyeti olurdu şimdi bunun esamisi bile yok. Benim yapmak istediğimse bunun dışına çıkmak hatta çıkmak bile değil itilmek. Ne kadar uzağa düşersem benim için o kadar iyi olacak.
Yeni Türkiye Sineması'ndan manzaralar başlıklı röportaj serisinden alınmıştır.