Sonrası iyilik güzellik, Cemal Süreya’nın Aşk adlı şiirinin son satırı. Şairin şiirince düşünürsek öncesi de sonrası da -o andan öteye- düşlere daldırır insanı. Özlem, umut ve umutsuzluk arasında dağılırsın:
“…Bir sevişmek gelmiş bir daha gitmemişti
Yoktu dünlerde evvelsi günlerdeki yoksulluğumuz
Sanki hiç olmamıştı…”
Bu iyimser dizelerin arkasında aşk ve erotizm saklı nihayetinde. Aşk ve sevişme, aşkla sevişme çok nadir yakalanan bir olgu olduğundan kim kayıtsız kalabilir ki. İster gerçek deneyim olarak yaşansın ister imgelerle anlatılsın kimse ondan yüz çeviremez. Merak duygumuzun, yaratıcılığımızın Nietzsche ve Freudvari kökenidir aşk. Güç istencinin arkasında arzu istenci yatar. Çok tanımı vardır aşkın, ama tanımlara sığmaz. Özü, sanat gibi karmaşıklığındadır. Pierre Bourdieu Sanat Aşkı adlı makalesinde, “bütün aşklar gibi sanat aşkı da asıl kökenini kabul etmeye yanaşmaz; kökenini, ortak koşullar ve koşullanmalarda değil, yazgılı olduğunu varsaydığı tekil rastlantılarda arar.” Aşk da sanat da tekil rastlantıların bilinmezliğinde dolaşır.
Şairin şiirinden bağımsız, gerçeklikten kaçan zihnin, geçici olarak düşsel bir yolculuğu gibidir Sonrası iyilik güzellik. Örtüktür, belirsizdir, ama gülümsetir muhatabını. Herkes bilir bu tümcede saklı olan samimiyeti. İfade edeni de korur muhatabını da. Her iki taraf için de rahatlatıcı bir yanı vardır. Başkalarıyla arasındaki sınırı çizer. Tıpkı sanat gibi değil mi? Düşündüğün imgeleri somutlaştırırken bir karar verirsin ve muhatabınla eserinin arasına bir mesafe koyarsın: ya açık edersin ya da dolaylı çağrıştırırsın imgelerini.
Sanat gerçeği görmemiz için bize değişik kapılar açar. Bencilliğimizi kontrol altına alabilir, doğa ve insan doğasının güzelliklerini fark etmemizi sağlayabilir, unutma alışkanlığımızı hatırlatabilir, şaşkınlık yaratabilir, kışkırtabilir, keyif verebilir, eleştirel gücü sayesinde uyarılmamızı sağlayabilir, kısacası sanat bize kendi dünyamızı, dolayısıyla bu dünyayı anlamamızı sağlar.
Bir sergide daha sanatçı dostlarımızla bir arada olmanın keyfiyle, paylaştıkça çoğalacağımızın bilinciyle buluştuk. Her türlü yaratıcı bakış açısı diğer yaratıcı bakış açılarıyla bağıntılı hale geldiğinde çoğalır. Benim biricikliğimin onaylanması başkalarıyla kurulan bağlantılarla, temasla anlamlı hale gelir. Başkalarının varlığı benim biricikliğimde, kendi (kökten) gerçekliğimde sahne alır. Ben de başkalarının gerçekliğinde farklılaşırım.
Cebrail Ötgün, Küçük Resmi Gördüm, 2025, tuvale akrilik, talaş, 47x62 cm
Atilla İlkyaz, Geçmişin İzleri, tahta üzerine akrilik, 2023
Atilla İlkyaz, yılların deneyimiyle sindire sindire olgunlaştırdığı simgesel biçimleriyle, kişisel ve toplumsal olayları sahne sahne kurguluyor. Yatan baş, çam ağacı, öpüşenler, boyunsuz baş, yeni doğan bebek ve post gibi simgeleri şerit öykülerinin baş kahramanları. Özellikle alegorik post imgesi, İlkyaz’ın sahnelerinde üstlendiği rolün hakkını veriyor: Kimi zaman acı bir olayın başında ağıt yakarken kimi zaman bir doğum olayının umut vadeden imgesi kimi zaman çığlığın kimi zaman hüznün kimi zaman umudun temsiline soyunur. Sanatçının her bir öyküsü tek tek okunabileceği gibi, her bir sahne aynı zamanda iç içe geçmiş kurgusuyla sezdirilir, her şey sanki bir birbiriyle ilişkili bir öyküye dönüşür. Bu ilişkileri renk ve çizgisel ritim de desteklemekte. İster kavramlarla oluştursun ister sezgi gücüyle süreçlerde oluştursun, İlkyaz, öykülere değil resimgesel olanın doğasına inanır. Resimgesel etki İlkyaz’ın vazgeçilmez tutkusu. 1990’lı yılların başlarında geleneksel tavrın bir parçası olduğu düşüncesiyle boya resmin, resim yapmanın hor görüldüğü bir dönemde, rahmetli dostumuz, Hangarist Murat Çelik tepki olarak resim, imge ve simge sözcüklerinin birleşiminden ürettiği resimgesel kavramlaştırmasını ortaya atmıştı (1992). Dönemin genel tutumuna, oldukça yenilik içeren bir tepki kavramıydı resimgesel. Günümüzde malzeme seçiminden kaynaklı hiyerarşik bakışın etkisi o kadar kalmadı, ama bence hala anlamı kendinde saklı bir kavram olarak resimgesel anlatı kuşatıcı özelliği ile yeni bağlamlara öncülük edebilir. İlkyaz’ın resimleri de resimgesel anlatılardır diyebiliriz.
Hüsnü Dokak, Çadır, 2023, tuval üzerine yağlıboya, 80x100 cm
Hüsnü Dokak, yaşadığımız coğrafyada sürekli değişen gündem karşısında yükselen güvensizlik halleriyle ilişkili adeta nokta atışı yapan, yalın ve içe dokunan kompozisyonlarıyla tarihe not düşüyor. Dokak, her eserinde, bu güvensizliğe ve belirsizliğe karşı ironik nesne, mekân ve renk ilişkileriyle göndermede bulunuyor. Renklerin varlığı ışıktır kuşkusuz. Dokak da renkleri örme biçimlerinde ışığa özel dikkat çekiyor. Zamanın tekinsiz anlarını resimlerinde ışık-renk -biçim etkisiyle görünür yapıyor. Örneğin, “Çadır” resmi de bu bağlamla okunabilir. Çadır ve atmosferi, kayıp kaygılarının güçlü bir imgesi, hem güncel hem geçmiş çağrışımıyla ötekinin varlığını anımsatıyor. Kabul edelim ki kültürel ve siyasal açıdan kendimiz gibi düşünmeyenleri geçmişten gelen kalıplaşmış önyargılarla görmeyi sürdürüyoruz. Öteki ya ortadan kaldırılıyor ya özgürlüklerinden mahrum bırakılıyor ya da yok sayılıyor. Çadır resmi de merkezde görünür imge aracılığıyla görülmeyen ötekinin varlığını anlam olarak hissettiriyor. İnsansız çadır imgesi bir yer – hiçbir yer coğrafyasında ay ışığının atmosferinde parıldıyor. Dokak’ın resimlerindeki görsel düzen, özbilinçle yönlendirilmiş uyumsuz, tuhaf, yadırgatıcı ve izleyiciye güven vermeyen imgeler. Ancak içerik bakımından çağrışımları zengin, bir anlamda karşıtları içinde zorunlu barındıran Heterotopyalar dünyasıdır denebilir.
Cezmi Orhan, Humanitas, 2024, tuvale akrilik, 140x120 cm
Cezmi Orhan, çoğunluğu “Humanitas” başlıklı eserleriyle bu sergide. Humanitas yaşadığımız kriz çağında iklim ve insan etkileşiminde, insanın ruhsal doğasına odaklanmamızı talep eden bir kavram. Orhan’ın resimleri de aynı bakışı çağırıyor. İnsan imgeleri, Nietzsche’den referansla mekanına sığmayan, ortalıkta doyurulmamış bir şehvetle dolaşan, yabanıl bir hevesle eline geçirdiklerine ödetir gerilimini, hem kendisine çekici geleni paramparça eder hem kendisi parçalanır.
Bir çok sanatçı gibi Cezmi Orhan da genellikle tematik diziler yapan bir sanatçı. Kendisi de temalarına ilişkin yaptığı bir değerlendirmede, “bitmeyecek bir romanın fragmanlarını yazar gibiyim” ifadesiyle öznel bakışını derinleştiriyor. “Mutlak hakikatler” iddialarına mesafeli, kuşkulu baktığını, her şeyin oluşumla gerçek yapısına ulaştığını öneren bir görüştür bu ifade. Resimleri adlandırmanın çağrıştırdığı çoğul anlam kadar, imgeleri de temsillerini çağrıştırır. Temsilini çağrıştıran imge yalnızca çağrıştırdığının ne olduğunu belirten şey değildir. Aynı zamanda çağrıştırdığından başka bir şeydir de. Çağrıştıran temsil de bir bakıma çoğul anlam içerir. Bir resimde gösterilen her imgenin aynı zamanda ima ettiği bir yan ya da bir çok yan anlam vardır. Hümanitas dizisinde de Orhan, merkezde insanın eylem halini, kadrajı parçalayan hareketler ve yoğun fırça izleriyle resimlerine yansıtıyor. Gerilimli fırça izleri, bizi, sanatçının iç dünyasının bilinmezliğinde dolaştırır ve tanımlanamayan psikolojik durumlara sürükler.
Ilgaz Özgen Topcuoğlu, Hem Varsın, Hem Yoksun, Tuvale Kolaj, 2024
Ilgaz Özgen Topcuoğlu, resimlerini çok parçalı tuval ve eklektik imgeleriyle plastik ve kavramsal yapılanma bütünlüğünde oluşturuyor. Çok parçalı yapılardan bir bütün çıkar mı? Her birim-parça bir bütüne işaret edebilir, çoklu parçalar fiziksel olarak bir bütünü ortaya çıkarabilir. Ama sanki Ilgaz bunun tersini göstermek için bizi düşünmeye çağırıyor. Duygu bütünlüğü olasılıkları kolay elde edilemeyen bir gerçeklik. Çok parçalı yapı insan belleğinin güven vermeyen unutuşlarına vurgu yapıyor. Ilgaz, Hem Varsın Hem Yoksun, Hatırladın mı? gibi tematik başlıklarıyla çok katmanlı belleğimizin belli belirsiz unutma-anımsama kesitlerini, eklektik kurgularla görünür hale getiriyor. Resimlerdeki yapısal özellikler (iz gibi boya ve çizimle oluşturduğu devinimler, yazılar, kolajlar, silme ve kazımalar, iki veya üç parçalı üst üste bindirilmiş rölyef tuvaller), Ilgaz’ın resimlerinin içeriğini oluşturmakta. Her oluşum malzemeyle belli bir içerik kazanabilir, ancak sanatçının malzemeyi ele alış şekli, yan yana getirdiği anlaşılır veya anlaşılmaz biçimleriyle içeriğin oluşumuna, dolayısıyla anlama giden yolu inşa etmiş olur. Ilgaz da bellek yoklamalarında bize sorular soruyor: Görmüyor musun, Hatırladın mı? Hem Varsın Hem Yoksun…