29 Aralık 2024

Ali Rıza Akın mikroskobik canlıların görünmez dünyasını anlattı: Bakteriler eş seçimini etkiler mi; yaşam ve ölüm arasında tercih yaptırabilir mi?

Ali Rıza Akın: Kanser tedavisinde kullanılan akıllı ilaçların etkisini artırabilen bakteriler mevcut. Yani düşünün, trilyonlarca dolar harcayan ilaç sanayisinin ve akademisyenlerin üzerinde çalıştığı tedavilere, gözle göremediğimiz, genetik mirasla bize kalan bu bakteriler doğal bir şekilde destek olabiliyor. Bu bakteriler, akıllı ilaçların başarı oranını yükselterek tedaviye büyük bir katkı sağlıyor

Bir an için vücudunuzda, sizi hayatta tutan, sağlığınızı koruyan ve mutluluğunuzu yönlendiren trilyonlarca küçük yardımcınız olduğunu hayal edin. Hayır, bu bir bilim kurgu hikâyesi değil. İnsan vücudunda, kendi hücrelerimizin sayısından on kat daha fazla bakteri yaşıyor. Ve bu mikroskobik canlılar yalnızca sağlığımızı değil, kararlarımızı, duygularımızı ve hatta kim olduğumuzu belirliyor. İşte Kronik Kitap’tan yayımlanan, Bakterin Kadar Yaşa kitabının yazarı, bilim insanı Ali Rıza Akın, bu görünmez dünyayı bizlere görünür kılıyor. 

Akın’ın çalışmaları, mikrobiyota biliminin yalnızca sağlığımızı değil, yaşamımızın neredeyse her alanını nasıl etkilediğini çarpıcı bir şekilde gösteriyor. Örneğin, bir kanser hastasının yaşamla ölüm arasındaki o ince çizgiyi nasıl aştığını anlatıyor: Akıllı ilaçlarla desteklenen doğru bir mikrobiyota tedavisi, yüzde 50 başarı oranına sahip bir ilacın etkisini yüzde 100’e çıkarabiliyor. Depresyon tedavisinde ise dışkı nakliyle serotonin seviyelerinin tekrar normale döndürülebildiğini gösteren bulgular, modern tıbbın sınırlarını yeniden tanımlıyor. Akın, "Mikrobiyotamız çöktüğünde yalnızca sağlığımızı değil, ruhumuzu da kaybederiz," diyor.

Devrim niteliğindeki Bakterin Kadar Yaşa kitabının yazarı Ali Rıza Akın ile buluştuk ve bakterilerin gizli dünyasını, mucizevi etkilerini, dolunay etkisini ve burçlarla ilişkisini konuştuk. Röportajımızın tamamını T24 Youtube kanalından izleyebilirsiniz…

- Bakterin Kadar Yaşa; mikrobiyota, insan sağlığı, mutluluk ve hatta çevresel sorunlarla bağlantılı bambaşka bir dünya sunuyor bizlere. Kitabı henüz okumamış birine, mikrobiyotanın bu kadar hayati bir rol oynadığı bir dünyada yaşadığımızı nasıl özetlersiniz? Mikrobiyota nedir ve neden önemli?

İnsan vücudunda, insan hücresinden çok bakteri mevcut ve bu bakteriler vücudumuzun her yerinde. Trilyonlarca bakteri vücudumuzda aktif olarak bize destek oluyorlar. Bağırsaklarımızda, gözlerimizde, kulaklarımızda, cildimiz üstünde bakteriler var ve durmadan çalışıyorlar. Üzerimizde yaşayan bütün mikroorganizmaların hepsine “mikrobiyota” diyoruz. İnsan olarak gözüküyorsunuz ama vücudunuzda trilyonlarca mikroorganizma var. Bu nedenle de mikroorganizmamıza ne kadar çok destek olursak o kadar sağlıklı oluruz.

- Vücudumuzda bakteri sayısı yaklaşık ne kadar?

Trilyonlarca, bire on oranında yüz trilyona kadar çıkıyor. Vücudumuzda ortalama olarak yüz trilyon bakteri aktif olarak çalışıyor diyebiliriz.

- İnsanın mikrobiyota çeşitliliği, karakter özelliklerini veya zihinsel yeteneklerini etkiler mi?

Tabii ki etkiliyor. Şöyle ki; insan vücudundaki bakteri çeşitliliği ne kadar fazlaysa o oranda sosyal oluyorsunuz. Ne kadar azsa da bir o kadar yalnızlığa yöneliyorsunuz. Kendi köşenizde yaşıyorsunuz. Bu nedenle bakteri çeşitliliği çok önemli.

Ali Rıza Akın

- O zaman bazı insanların matematiksel zekâsının yüksek, bazılarında sosyal zekâlarının yüksek olmasını bakteri çeşitliliğine bağlayabilir miyiz?

Tabii ki Ebru. Bunların hepsinin araştırmaları yapılmış. Sosyal zekâsı yüksek insanlarla, matematiksel zekâsı yüksek insanların bakteri çeşitliliklerinde farklar oluyor. Daha da önemli bir şey söyleyeceğim. Bir üniversitede yapılan çalışmada, üniversite öğrencilerinin ağız mikrobiyatalarına, bakterilerin çeşitliliğine bakıyorlar. Sonra mülakata alıyorlar. “Kendine zarar verme gibi bir düşüncen var mı?”diye soruyorlar. Sonuçlar çok şaşırtıcı. İntihara yönelik olan insanlarda bazı mikroorganizmaların çok olduğu gözükmüş. Tabii ki bu sonuçlar için kesin denilemez ama mikroorganizma, duyguları, düşünceleri, hisleri kontrol edilebiliyor.

- Dünya Sağlık Örgütü’nün 2020 istatistikleri, dünyada her 5 kişiden 1'nin hayatı boyunca kansere yakalandığını ortaya koyuyor. Bakteriler yalnızca kanseri tedavi etmekle kalmayıp ilaç etkisini artırabiliyorsa bu yaklaşım gelecekte kemoterapi gibi klasik yöntemlerin yerini alabilir mi?

Kemoterapi insanları gerçekten çok zorluyor, adeta sürüm sürüm süründürüyor. Bilimsel verilere baktığımızda, sadece kemoterapi değil, radyoterapinin de ciddi zararlar verdiğini görüyoruz. Ancak güzel bir haber var: Kanser tedavisinde kullanılan akıllı ilaçların etkisini artırabilen bakteriler mevcut. Yani düşünün, trilyonlarca dolar harcayan ilaç sanayisinin ve akademisyenlerin üzerinde çalıştığı tedavilere, gözle göremediğimiz, genetik mirasla bize kalan bu bakteriler doğal bir şekilde destek olabiliyor. Bu bakteriler, akıllı ilaçların başarı oranını yükselterek tedaviye büyük bir katkı sağlıyor.

"Mikrobiyotanız ne kadar dengeliyse, kemoterapide kullanılan kimyasalların başarı oranı o kadar artıyor"

- Kemoterapinin en büyük yan etkisi nedir?

Kabızlık. Ancak, mikrobiyotanıza dışarıdan destek olduğunuzda bu sorun tamamen ortadan kalkabiliyor. Mikrobiyotanız ne kadar sağlıklı ve dengeliyse, kemoterapide kullanılan kimyasalların başarı oranı da o kadar artıyor.

- Netflix'te “Sağlığınızın Kontrolü Sizde: Bağırsaklarınızda Saklı Sırlar” belgeselini izlediğimde çok şaşırmıştım. İnsanların dışkı yoluyla bakteri çeşitliliği transferini anlatıyordu. Sonuçlar gerçekten inanılmazdı. Siz ne düşünüyorsunuz bu konuda?

Size başıma gelen bir tecrübeyi anlatayım. 2022 yılında MD Anderson adlı bir araştırma kuruluşunda kanser üzerine çalışmalar yapılıyordu. Orada 76 yaşında, vefat etmek üzere olan bir hanımefendiye akıllı ilaç veriliyor. Normalde bu ilacın etkisi yüzde 40-50 civarında beklenirken, bu hanımefendi yüzde 100 oranında bir yanıt veriyor ve kanseri yeniyor. Daha sonra da normal hayatına devam ediyor.

Tabii ki, oradaki araştırmacılar hemen bu durumu merak ediyor. Nasıl oluyor da yüzde 45-50 etkili olması beklenen bu ilaç, bu kadında yüzde 100 başarı sağlıyor? Kadının dışkısını alıp, aynı ilacı kullanan ama etkisini göremeyen diğer hastalara naklediyorlar. Ve inanabiliyor musunuz? Bu hastalarda da kansere karşı ciddi bir avantaj sağlanıyor. Kanser yavaşlıyor, hatta bazı hastalarda tümör tamamen yeniliyor. Bu gerçekten fevkalade önemli, adeta devrim niteliğinde bir buluş.

Düşünsenize, aynı ilacı kullanıyorsunuz ama tek fark bakteriler. Tabii ki ben tıbbı reddeden biri değilim. Tıbba kesinlikle güveniyorum. Ancak şunu söylüyorum: Eğer dışarıdan bakterilere biraz destek verirseniz, yaşam ve ölüm arasındaki o ince çizgide tercih yapabiliyorsunuz. Bakterilere birazcık doğru bir şekilde yönlendirme yaptığınızda, gerçekten insanı hayatta tutan bir denge oluşturabiliyorsunuz. Ya bakterilerle yaşayabiliyorsunuz ya da onların eksikliği yüzünden yaşamınızı kaybedebiliyorsunuz. Tek fark bu!

Ali Rıza Akın

- Antibiyotik kullanımı uzun vadede mikrobiyotayı nasıl etkiliyor? Alternatifi nedir? Özellikle son dönemde yaygınlaşan gripler antibiyotiksiz geçmiyor. Çözüm nedir?

Antibiyotik hayat kurtaran bir ilaç. Özellikle II. Dünya Savaşı’nda milyonlarca insan antibiyotik sayesinde hayatta kaldı. Bugün de ciddi bir hastalık ya da ameliyat sonrasında enfeksiyonu önlemek için antibiyotik kullanımı hayati öneme sahip. Ancak burada büyük bir sorun var: Kurunun yanında yaş da yanıyor. Vücudumuzda binlerce çeşit bakteri bulunuyor ve bir enfeksiyon durumunda sadece zararlı bakteriyi hedeflemek yerine, tüm bakterileri yok eden bir antibiyotik kullanıyoruz. Bu durum mikrobiyotamızdaki yararlı bakterilerin de kaybolmasına neden oluyor ve bu bakteriler bir kez kayboldu mu, geri gelmiyor.

Bu durumu şöyle bir benzetmeyle açıklayayım: Bir havuzunuz var ve içinde üç çeşit balık var; hamsi, istavrit ve lüfer. Antibiyotik kullanarak bu balıklardan ikisini öldürdüğünüzü düşünün. Geriye bir tek istavrit kalıyor. Hamsi ve lüferi geri getiremezsiniz, ne yaparsanız yapın bir daha o çeşitliliği sağlayamazsınız. Mikrobiyota da aynen böyle. Antibiyotik, hedefindeki zararlı bakteriyi öldürürken mikrobiyotadaki yararlı bakterilere de zarar veriyor. Sonuç olarak, bizde bir zamanlar üç bin çeşit bakteri varken bugün bu sayı üç yüzlere kadar düştü.

- Sadece ilaç olarak değil, besinlerle de antibiyotik alıyoruz, öyle değil mi?

Günümüzde üretilen antibiyotiklerin yüzde 80’i tarım ve hayvancılıkta kullanılıyor. Dolayısıyla siz antibiyotik almasanız bile, köfte, lahmacun ya da herhangi bir et ürünü tükettiğinizde bu antibiyotikleri dolaylı yoldan alıyorsunuz.

"Antibiyotik kullanımını minimize eden alternatif tedavi yöntemlerini desteklemeliyiz"

- Ne yapabiliriz?

Antibiyotik doktor tarafından verildiğinde elbette kullanacağız, çünkü bazen hayati önem taşıyor. Ancak tarım ve hayvancılık kaynaklı antibiyotiklerden ve pestisitlerden korunmak için organik besinler tüketmek önemli bir adım. Ayrıca mümkünse, antibiyotik kullanımını minimize eden alternatif tedavi yöntemlerini araştırmalı ve desteklemeliyiz.

- Bir başka gerçek de hormonların ve bakterilerin saklı dünyası. Seçimlerimizi bakterilerimiz mi yapıyor?

İlginç ama bir örnekle açıklayayım. Diyelim ki benim mikrobiyotamda ABC çeşitliliğinde bakteriler var. Karşıma dünyanın en güzel, en akıllı, en huzurlu kadını çıksın, onda da ABC bakterileri varsa o kişi bana çekici gelmiyor. Neden? Çünkü farklı bir bakteri çeşitliliği olması gerekiyor. Eğer onda da ABC varsa, bende de ABC varsa, olmaz. İnsan doğası gereği kendinde olmayanı arıyor yani ABC haricindeki bakteri gruplarını taşıyan karşı cins daha çekici geliyor ki gelecek nesiller ABC + DEF bakterileri ile daha çeşitli olsun. İşte insanların "kimya uyuşması", "ten uyumu" gibi kavramlarla ifade ettiği şey aslında mikrobiyota ile alakalı bir durum diyebiliriz. Yani mikrobiyotamızın seçiminden bahsediyoruz.

- O zaman, asıl soruya gelelim: Bakterilerimiz eşimizi seçiyor diyebilir miyiz?

Evet, aynen öyle! Siz isteseniz de istemeseniz de seçim mikrobiyotaya bağlı. Görücü usulü değil, "bakteri usulü" evlilik diyebiliriz. :)

Bakteriler hakkında efsaneleri dinlerken

- Yaşadığımız çağda, özellikle bu ekonomik koşullarda, hepimizin depresyondan bir şekilde etkilendiğini görüyoruz. Peki, depresyon tedavisinde mikrobiyota odaklı bir yaklaşım nasıl bir devrim yaratabilir?

Neden bu kadar depresyona giriyoruz? Örneğin, Güney Amerika’da da bazı ülkelerde enflasyon tavan yapmış durumda ama insanlar orada tango yapıp eğleniyorlar. Biz ise sürekli kavga ediyoruz, neden? Mikrobiyota bozuk olduğu zaman, insanın stres seviyesi iki-üç katına çıkıyor. Bunun sebebi ne? Çünkü vücudumuzda mutluluk hormonu olarak bildiğimiz, aslında bir nörotransmiter olan serotonini üreten hücreler var. Ancak mikrobiyotada hasar oluştuğunda bu serotonin üretilemiyor. Bu konuda Prof. Dr. Sarkis Mazmanyan'ın bir deneyi var. Deneyde fareler iki gruba ayrılıyor. Bir gruba antibiyotik veriliyor, diğerine verilmiyor. Daha sonra her iki grubun serotonin seviyeleri ölçülüyor. Antibiyotik verilen farelerde serotonin hormonu seviyesi yüzde 80 oranında düşüyor. Diğer grupta, yani antibiyotik verilmeyen farelerde ise serotonin seviyeleri normal kalıyor.

Bu durum, bakterilerin mutluluk hormonu üretiminde ne kadar kritik bir rol oynadığını gösteriyor. Çünkü bakteriler zarar gördüğünde serotonin üretilemiyor. Daha sonra aynı farelere dışkı nakli yapılıyor ve mutluluk hormonu seviyelerinin yeniden yükseldiği görülüyor. Burada çok net bir durum var: Antibiyotik kullanımı, bakterilere zarar vererek mutluluk seviyesini aşağı çekiyor.

Günlük hayatımızda fark etmeden vücudumuza birçok zararlı madde alıyoruz. Pestisitli sebzeler, antibiyotikli etler, kimyasallarla dolu deodorantlar... Örneğin, kahve dünyada en fazla pestisit kullanılan ürünlerden biri. Kahve içerken ya da başka bir gıda tüketirken farkında olmadan mikrobiyotamıza zarar veriyoruz. Bakteriler azaldıkça mutluluk hormonu üreten hücrelerin işlevi de azalıyor ve bu süreç yavaş yavaş depresyona yol açıyor.

- Bu kadar zararlı etkene rağmen, sağlıklı bir hayat sürdürebilir miyiz?

Elbette hayır. Özellikle ekonomik sıkıntılar içinde olan ve mikrobiyotası bozulmuş bireylerin yaşadığı toplumlarda mutluluk seviyelerinin neden bu kadar düşük olduğunu şimdi daha net anlayabiliyoruz.

"Endüstriyel gıdalardan, besinlerden gelen zararlarla depresyona giriyoruz"

- Net anlamak için soruyorum.  Vücudumuzdaki bakteriyel çöküntüyü, seratonin düşüklüğünü pestisitli gıdalar ve antibiyotikli besinlere bağlayabilir miyiz? 

Maalesef öyle. Pestisitler, antibiyotikli besinler derken bir de üzerine stres ekleniyor. Sonra da “Ben depresyondayım, stresliyim” diyerek koşa koşa doktora gidiyoruz. Psikiyatriste gidiyoruz, ilaçlara sarılıyoruz. Peki, ne oluyor? Antidepresanlar veriliyor. Ama şunu net bir şekilde söyleyeyim, bazı zor koşullarda antidepresan kullanmak elbette gerekli olabilir. Hayat gerçekten zor. Ancak, sadece stresliyim diye gidip antidepresan kullanmaya başladığınızda, o ilaçların da antibiyotik etkisi olduğunu biliyor muydunuz? Evet, depresyondasınız, mikrobiyotanız zarar görmüş. Doktora gidiyorsunuz, size bir antidepresan veriliyor. O antidepresan da mikrobiyotanızı daha da kötü hale getiriyor. Tam bir kısır döngü! Bir yandan endüstriyel gıdalardan, besinlerden gelen zararlarla depresyona giriyoruz. Öte yandan, bu depresyonu geçirmek için kullanılan antidepresanlar mikrobiyotayı daha da haşat ediyor. Sonuç? Daha da kötü bir döngü içine giriyoruz. Ondan sonra da bu durumdan kurtulmaya çalışıyoruz. Ama işte, o noktada “pirincin taşını ayıklamak” çok daha zor hale geliyor.

Ebru, şöyle bir şey var: Hepimiz ne kadar okusak da her şeyi bilmemiz mümkün değil. Çünkü her doktor ya da bilim insanı farklı bilgiler verebiliyor. İki tip bilim insanı var aslında. Bir grup laboratuvarda çalışan, deney yapan, detayları analiz eden kişiler. Diğer grup ise daha çok oturup PubMed gibi kaynaklardan bilgi ediniyor. Tabii ki PubMed önemli bir kaynak ama sadece geçmişte yapılmış çalışmaları inceleyerek sonuç çıkarmak yeterli olmuyor. Biz laboratuvarda çalışan bilim insanları olarak sahadayız, aktif olarak araştırıyoruz, analiz ediyoruz. Nerede ne oluyor, gelecekte neye doğru gidiyoruz, bunları görebiliyoruz. Bu nedenle ürettiğimiz probiyotikler de daha etkili ve akıllı oluyor.

"Probiyotik seçerken rastgele değil, vücudunuzun ihtiyaçlarına uygun hareket etmek gerekiyor"

- Peki doğru ya da yanlış probiyotik var mı? Probiyotik seçimini nasıl yapacağız?

Aslında doğru ya da yanlış probiyotik diye bir şey yok. Yanlış dizayn edilmiş probiyotik var. Örnek vermek gerekirse, diyelim ki üç bakteriyi yan yana koyuyorsunuz: A, B ve C bakterisi. Ama bu bakteriler birbirinden nefret ediyor! Sürekli kavga eden bakterileri bir araya koyarsanız size yarar değil, zarar verir. Sevmediğiniz insanlarla tatile gitmek gibi bir şey. Sürekli kavga edilen bir ortamda huzur ve uyum olmaz, değil mi? Probiyotiklerde de durum aynı. Yanlış tasarlanmış bir probiyotik, vücudunuza fayda yerine zarar verebilir.

Şimdi doğru bir dizayna bakalım. A bakterisinin ürettiği metaboliti B bakterisi kullanır. B bakterisinin ürettiği metaboliti C bakterisi alır. Son olarak, C bakterisinin ürettiği metaboliti ise insan hücresi kullanır ve bu döngü bizi mutlu eder. Ama bu zincirden bir halkayı eksik bırakırsanız sistem çalışmaz. Örneğin, sadece A ve C bakterilerini koyup B’yi dışarıda bırakırsanız denge bozulur ve probiyotik işe yaramaz.

Bir örnekle açıklayayım: Diyelim ki ultra lüks bir araba kullanıyorsunuz. Mercedes-Benz’in en üst modeli mesela. Bu araba süper benzinle çalışır. Eğer siz bu arabaya dizel koyarsanız ne olur? Motor bozulur. Ya da süper benzin yerine normal benzin koyarsanız, araba bir süre gider ama sonunda durur. Probiyotiklerde de aynı şey geçerli. Hangi probiyotiğe hangi prebiyotiği eklediğinizi doğru şekilde ayarlarsanız, sistem sorunsuz çalışır. Tıpkı iyi bakılmış bir araba gibi, uzun yıllar sağlıklı bir şekilde devam edersiniz.

Özet olarak: Probiyotik seçerken rastgele değil, bilinçli bir şekilde, vücudunuzun ihtiyaçlarına uygun olarak hareket etmek gerekiyor. Ancak böyle doğru bir denge sağlanabilir.

Ali Rıza Akın

- Türkiye’den izinsiz kaçırılan toprak numunelerinden elde edilen bakterilerle milyar dolarlık ilaçların üretilmesi yani biyo-korsanlığa karşı ne yapmalı? Biyokorsanlığı ve Anadolu toprağının önemini, en önemlisi yabancı ilaç fırmaları tarafından izinsizce kullanılmasını anlatıyorsunuz. Bu hikayeden çıkarmamız gereken ders nedir?

Anadolu’nun bereketli topraklarından vazgeçmemeliyiz. Görüyoruz ki sonuçta her birimizin iyileşen mikrobiyotası kolektif mikrobiyotamızı da iyileştirecek. Birimiz hepimiz, hepimiz birimiz için! Dünyanın dört bir yanındaki laboratuvarlarda, kendini bu kadim bilime adamış bilim insanları âdeta birer modern simyacı gibi çalışıyorlar. Toprak altından, okyanusun derinliklerinden, hatta yüzyıllardır el değmemiş kabilelerden toplanan örneklerde kayıp hazineleri arıyorlar. Yok olmaya yüz tutmuş, hatta unutulmuş bakteriler tek tek yeniden keşfediliyor, sırları çözülüyor ve insanlığın hizmetine sunuluyor. Ben de bu mücadelenin bir parçasıyım. Kansere karşı savaşan, böbrek taşlarını yok eden, kolesterolü dengeleyen, hatta mutluluk hormonlarının üretimini destekleyen yüzlerce bakteriyi yeniden hayata döndürüyoruz.

Unutmayın, dünyada hâlâ el değmemiş vahşi yaşam alanları var. Evet, denizler kirlendi; evet, pestisitsiz meyve-sebze bulmak çok zor... Ama bu bizim savaşımız... Anadolu’nun bereketli topraklarından fışkıran yeşillikler, Ege’nin masmavi sularında yetişen deniz  ürünleri... Binlerce yıldır bu kadim toprakların armağanları insanlığa şifa dağıtmış. Köklerimize dönelim! Anadolu’nun bereketli topraklarına, Ege’nin cömert denizine yeniden sarılalım. Unuttuğumuz lezzetleri, şifalı otları, taze deniz ürünlerini sofralarımıza geri getirelim. Her lokmada, yok olan bakterilerimizi yeniden canlandıralım. Mikrobiyotamızı zenginleştirelim, vücudumuza kaybettiği mikrobiyota gücünü geri kazandıralım. Bu sadece bir bilimsel mücadele değil, aynı zamanda bir varoluş savaşıdır.

- Biraz da doğal fermente ürünlerden konuşalım. Her fermente ürün probiyotik değilse, fermente ürünler nelerdir?

Fermente ürünler arasında dağlar kadar fark var. Örneğin, gerçekten bakterilerle üretilen doğal bir turşu yiyorsanız, bu sağlığınıza yararlıdır. Ama kimyasal yollarla üretilmiş bir turşu tüketiyorsanız, o artık fermente bir gıda değildir. Görünüşü turşuya benzer, tadı da turşu gibi olabilir ama gerçekte turşu değildir. Öte yandan, bakterilerle doğru şekilde fermente edilmiş bir turşu yaptığınızda işte o gerçek anlamda sağlıklıdır. Ben de evimde turşu kuruyorum mesela.

"Evde turşuyu doğal yöntemlerle ve kendi bakterilerimle yapıyorum"

- Nasıl yapıyorsunuz?

Şimdi turşu tarifi vermeyeyim. Ancak şunu söyleyebilirim ki, evde turşuyu tamamen doğal yöntemlerle yapıyorum ve kendi bakterilerimi kullanıyorum.

- Kvass, Kombucha çayı gibi ürünler hakkında ne düşünüyorsunuz?

Bunlar da fermente ürünler ve doğru şekilde yapıldığında insan sağlığına oldukça yararlıdır. Eğer doğal yöntemlerle üretildiğinden eminseniz, gönül rahatlığıyla tüketebilirsiniz.

- Peki, marketlerde satılan Kombucha çayları?

O konuda kesin bir şey söyleyemem, çünkü gerçekten içeriğini bilmiyorum. Ama doğal yöntemlerle üretilmemişse beklenen faydayı sağlaması zor.

- Bu da bizi hepimizin can damarı olan bir diğer fermente ürüne, yoğurda getiriyor. Ne düşünüyorsunuz?

Yoğurt konusu çok tartışmalı. Bana "yoğurt düşmanı" diyorlar, çünkü gerçekten yoğurt konusunda oldukça eleştirelim.

- Ev yoğurduna da mı karşısınız? Buna inanmak zor!

Evet, ev yoğurduna da karşıyım. Bakın, hepimiz mikrobiyota çeşitliliğimizin artmasını istiyoruz, değil mi? Mikrobiyotamız ne kadar çeşitli olursa o kadar sağlıklı oluyoruz. Şimdi şöyle düşünün: 100 çeşit çiçekten oluşan bir bahçeniz olsun istiyorsunuz, ama durmadan papatya ekiyorsunuz. Sabah papatya, akşam papatya, her zaman papatya. Sonunda papatya bahçeniz olur ama 100 çeşit çiçek hedefinizden uzaklaşmış olursunuz. İşte yoğurt da böyle. Sürekli yoğurt tüketirseniz, mikrobiyota çeşitliliğiniz zarar görür.

- Probiyotikle yapılmış ev yoğurdu da mı bu kapsama giriyor?

Evet, yine aynı durum geçerli. Sadece papatya ekmek yerine, papatyanın yanına bir tane lale ekleyelim diyorsunuz belki, ama bu da yeterli değil. Sadece yoğurt bakterilerini desteklemek, diğer bakterileri ihmal etmek anlamına gelir. Bu da bütünsel bir yarar sağlamaz. İnsanlar yoğurdu geleneksel ve sağlıklı bir besin olarak görse de,  ölçülü tüketmek çok daha önemlidir.

Ali Rıza Akın

- "Yalnızlık bağırsak dengesini bozuyor" diyorsunuz. Bu durumda yoğurt yalnızlığa mı sebep oluyor?

Ebru, şöyle bir şey var: Ayran içtiğinizde hangi duygularınız tetikliyor? Genelde insanlar ayran içince uykuları gelir. İşte burada devreye yoğurt bakterileri giriyor. Her gün yoğurt ya da ayran tüketirseniz, sosyal bir insan olmak yerine içine kapanık, yalnızlığı tercih eden biri olabilirsiniz. Ayranı içip uyuyan insanlar genellikle sosyal olmaktan çok asosyalliğe doğru itiliyor.

- Bu konuda bilimsel verileriniz var mı?

Evet, var. Bilimsel çalışmalar, yoğurt bakterilerinin bazı insanların sosyal davranışlarını etkileyebileceğini gösteriyor. Yoğurt bakterilerini sürekli tüketirseniz, yalnızlık hissiniz artabilir. Ama ne yapacağız? Yeşillikler, sebzeler ve doğal çeşitlilikle beslenerek mikrobiyotamızı destekleyeceğiz. Bu şekilde daha mutlu, daha sosyal bireyler olabiliriz.

"Hücreleri yenileme şansımız yok ancak hayatımızı daha sağlıklı yaşamak elimizde"

- Sağlıklı yaşlanma konusunda bakterilerin önemi nedir? Daha uzun ve kaliteli bir yaşam için mikrobiyotamızı nasıl güçlendirebiliriz?

Hepimiz yaşlanıyoruz, bu kaçınılmaz. Ama düşünün, ölmek yerine yaşlanmak aslında çok güzel bir şey. Yaşamak ve yaş almak… Ama burada önemli olan, bunu nasıl yaptığımız. İnsan vücudundaki hücreleri yenileme şansımız yok. Ancak hayatımızı daha sağlıklı, mutlu, huzurlu ve dinamik bir şekilde yaşamak elimizde.

- Peki, bunu başarmak için illa pilates, fitness ya da meditasyon yapmamız gerekiyor mu?

Hayır, gerek yok! Neden mi? Blue Zone dediğimiz, uzun ve sağlıklı yaşamın sırlarını barındıran özel bölgelere bakıyoruz. Bu bölgelerde insanlar sağlıklı, huzurlu ve uzun bir hayat sürüyor. Peki, nasıl? Çünkü onların mikrobiyotasında, bizim gibi endüstriyelleşmiş ülkelerde yaşayan insanların eksik olan bakterileri var. Mesela, örnek olarak ABC bakterilerini düşünelim. Blue Zone bölgelerinde yaşayan insanların mikrobiyotasında ABC bakterileri yüksek. Bu insanlar sağlıklı, huzurlu ve mutlu bir yaşam sürüyor. Ancak bizim gibi endüstriyel ülkelerde yaşayan insanlarda bu bakteriler eksik olduğu için, hastalıklar, huzursuzluklar ve stres dolu bir hayat daha yaygın.

- Eksik bakterileri yerine koyabilir miyiz?

Kesinlikle evet! Eksik olan bakterileri yerine koyabiliriz. Mikrobiyotayı doğru besinlerle yenileyebiliriz. Doğru seçimlerle mikrobiyotamızı desteklediğimizde vücudumuz daha dinamik, daha enerjik ve mutlu hale gelir. Tabii sizi tamamen yenileyemeyiz, ama mikrobiyotayı güçlendirerek daha sağlıklı, daha dinamik bir hayat sürmenizi sağlayabiliriz.

Sağlıklı yaşlanmak için vücudumuza iyi bakmamız, doğru bakterilere önem vermemiz ve mikrobiyotamızı güçlendirmek için adım atmamız şart. Bu, yaşam kalitemizi artırmanın en temel yolu.

- Özel bir beslenme öneriniz var mı?

Organik yeşillikler tüketin. Bu kadar net.

- Sorun şu ki, organik yeşillikleri nereden bulacağız? Siz organik yeşillik tüketebiliyor musunuz?

Doğruyu söylemek gerekirse, çoğu zaman tüketemiyorum. İş yerindeyiz, öğle yemeğine çıkıyoruz. Yanımda yemek tasımla geziyorum. Tabii bu durumda bana "yabani" diyorlar (gülüyor). Restorana gidiyorum, “bunu yemem” dediğimde yine “yabani” damgası yiyorum. İnsanların içinde “yabani” denmesi hoşuma gitmiyor, ama mecburuz.

Yapmamız gereken şey şu: Mümkün olduğu kadar organik yeşillik arayıp bulmalıyız. Kolay değil, biliyorum. Ama mikrobiyotamızı korumak ve sağlıklı yaşlanmak için buna değer.

Ali Rıza Akın

"Şeker, bakterileri öldürmüyor ama onları algılanamaz hale getiriyor"

- Şekerden uzak durmalı mıyız?

Kesinlikle! Şekerden kaçın, arkanıza bile bakmadan. Neden mi? Kendi yaptığım bilimsel bir deneyden bahsedeyim. Bir çalışma yapmıştım, “insan bağırsak sistemini insan dışında taklit edebilir miyim?” diye. Gerçekten bunu başardım. "Stool (aramizda shit diyoruz) inVivo Mimicking System" (SIMS) adını verdim. Bu sistem 24 saate kadar bağırsak mikrobiyotasını taklit edebiliyordu, ancak sonrası için başarısız oluyordu. Peki, bunu nasıl geliştirebilirim diye düşündüm.

Deneye birkaç farklı içerik ekledim: Bir gruba şeker, bir gruba vitamin, bir gruba fermente ürünler koydum, bir gruba da hiçbir şey koymadım. Sonuçlar şaşırtıcıydı! Şeker eklenen grubun mikrobiyal çeşitliliği yüzde 50 azaldı. Şeker, bakterileri öldürmüyor ama onları algılanamaz hale getiriyor. Bu da mikrobiyal çeşitliliği büyük ölçüde azaltıyor ve kötü mikroorganizmaların, örneğin kandida gibi, çoğalmasına neden oluyor.

- Ve birçoğumuzun gizli düşmanı Kandida… Neden oluşur?

Hepimiz "kandida" kelimesini duymuşuzdur. "Ben de kandida var mı?" diye test yaptıranlar bile var. Aslında kandida hepimizde var. Normalde bağırsaklarımızda, ağzımızda ve genital bölgemizde doğal olarak bulunuyor. Ancak antibiyotik kullandığımızda ya da şekerli besinler tükettiğimizde, kandida coşmaya başlıyor. Çünkü mikrobiyal denge bozuluyor ve kandida ortamı ele geçiriyor. Bu, bir kısır döngüye yol açıyor: şeker yiyoruz, kandida çoğalıyor; doktora gidiyoruz, antifungal ilaç alıyoruz; ama şeker yemeye devam ettiğimiz için kandida bu ilaçlara karşı direnç geliştiriyor.

- Peki, ne yapacağız?

Öncelikle kandida’nın en sevdiği şeyin şeker olduğunu unutmayacağız. Şeker tüketimini azaltmak, bu işgalin önüne geçmenin en temel yolu. Bunun yanında, ağız ve bağırsak mikrobiyotasını desteklemek için probiyotiklerden faydalanabilirsiniz. Ancak bu, bir günde çözülmüyor. En az 100 gün boyunca bu yöntemi kararlılıkla uygulamanız gerekiyor. Tabii ki, doktorunuza danışarak.

Özetle, şeker hem kandida için bir yakıt hem de mikrobiyal dengenin bozulmasına neden olan bir tetikleyici. Şekeri hayatınızdan çıkarırsanız ve doğru probiyotiklerle mikrobiyotanızı desteklerseniz, bu kısır döngüyü kırmanız mümkün. Unutmayın, bu bir süreç, sabır ve kararlılık gerektiriyor.

Ali Rıza Akın

- Kitabınızda, Bakterilerde Astroloji ve Dolunay etkisini okuyunca inanamadım. Biraz anlatır mısınız?

İnsanların bu konuya inanmaması çok normal, hatta komik tepkiler de alıyorum. Mesela bir üniversite arkadaşım, “Seni takibi bırakacağım, bilimden uzaklaşmışsın,” dedi. Şaşırdım tabii, ne olduğunu sordum. Hemen bilimsel verilerle açıklamaya başladım. Size de anlatayım:

Dolunay olduğu zaman, Ay Dünya’ya çok daha yakın bir hale geliyor. Bu da Dünya üzerindeki yerçekiminde mikro düzeyde değişikliklere yol açıyor. Evet, çok küçük ama etkili değişiklikler. Yerçekimindeki bu mikro değişiklikler bakterilerin kompozisyonunu da etkiliyor.

- Bakterilerin kompozisyonu nasıl değişiyor?

Pro-inflamatuar etkisi olan, yani kavgacı bakteriler çoğalmaya başlıyor. Bu kavgacı bakteriler arttığında, insanlarda sinirlilik, kızgınlık, uykusuzluk ve aşırı yeme isteği gibi durumlar ortaya çıkıyor. Yani dolunay sırasında daha agresif olmamızın sebebi bu bakterilerin artması diyebilirim.

- Peki, dolunay etkisinden nasıl korunabiliriz?

Bu durumda probiyotiklerinizi düzenli alın ve mümkün olduğunca anti-inflamatuar besinler tüketin. Bol bol yeşillik yemek de bu reaksiyonları azaltmada etkili olur.

- Dolunay etkisi hissetmeyen kişilerin kanserli olabileceğini söylediniz. Bu nasıl bir bağlantı?

Evet, doğru. Çok ilginç bir durum ama dolunay sırasında kendini iyi hisseden insanlar üzerinde yapılan araştırmalar, bu kişilerin ciddi sağlık sorunları yaşama ihtimalinin daha yüksek olduğunu gösteriyor. Özellikle bağırsak bakterilerinin kompozisyonundaki değişimlerle bağlantılı olarak, bu kişilerde bağışıklık sisteminin doğru çalışmadığı tespit edilmiş. Ay’ın yerçekimi, bağırsaklardaki bazı bakterilerin davranışını etkileyerek sıvı dinamiklerini, uyku-uyanıklık döngülerini ve hormon üretimini değiştiriyor. Bu da genel sağlığı, sindirim sistemini ve bağışıklığı etkiliyor. Dolayısıyla, dolunayda kendinizi “fevkalade iyi” hissediyorsanız, bir doktora görünmenizde fayda var diyebilirim.

"Gizemli Akrep'in kalbine giden yol, mikrobiyotasının derinliklerinde saklı!"

- Peki burçlarla bakteriler arasında nasıl bir ilişki var?

Şimdi, düşünelim. Ben İzmir’de doğdum. O anda İzmir’in bulunduğu noktadaki gezegenlerin konumu, annemin vücudundaki bakterilerin kompozisyonunu da etkiledi. Tıpkı dolunayın bakterileri etkilemesi gibi, gezegenlerin çekimi de annemin bakterilerinde farklılık yarattı. Ve o bakteriler, doğduğumda bana aktarıldı.

Bu şekilde, kişiliğimizin temelleri bile annemizin o dönemdeki bakteriyel kompozisyonuyla bağlantılı olabilir. Tabii ki yıllar içinde antibiyotik kullanımı ve diğer çevresel faktörlerle bu kompozisyon değişiyor. Ama doğduğumuz andaki mikrobiyota çeşitliliğimiz, o anki gezegen hareketleri ve çevresel etkilerle şekilleniyor.  Mesela; gizemli Akrep'in kalbine giden yol, mikrobiyotasının derinliklerinde saklı! Evet, yanlış duymadınız. Aşkın ve tutkunun burcu Akrep, ruh eşini ararken aslında bilinçaltında bakteri çeşitliliğine yöneliyor.

Yengeç ve Balık burçları, Akrep'in sahip olmadığı bakteri gruplarını taşıyor. Bu da karşı konulmaz bir çekime dönüşüyor. Adeta bir yapbozun eksik parçaları gibi birbirlerini tamamlıyorlar. Siz buna "burç uyumu" diyebilirsiniz, ancak perde arkasındaki gerçek bambaşka!

Mikrobiyotadaki bu gizli dans, ilişkilerin kaderini belirliyor. Akrep, Yengeç ve Balık burçlarında aradığı bakterileri buluyor ve işte o zaman tutku dolu bir aşk başlıyor! Unutmayın, yıldızlar sadece birer rehber, gerçek sihir ise mikrobiyotada gizli..

- Doğum haritası bu konuda bize nasıl bir bilgi verir?

Doğum haritası, bir kişinin hangi noktada daha mutlu, huzurlu ve başarılı hissedebileceğini bile gösterebilir. Mesela ben San Francisco’da yaşıyorum. Doğum haritama göre burası benim için en uygun bölgelerden biri. Ama haritanın tam orta noktası Los Angeles. İşte bu tarz veriler, doğduğunuz andaki bakteriyel kompozisyon ve çevresel etkilerle uyumlu bölgeleri bile belirleyebilir.

Özetle, bu bağlantılar kulağa magazinsel gelebilir ama aslında bilimsel temelleri var. Gezegenlerin hareketleri ve yerçekimindeki değişimler, bakterilerimizin davranışını ve dolayısıyla sağlığımızı etkiliyor.

Ali Rıza Akın kimdir?

Mikrobiyolog Ali Rıza Akın, İstanbul Üniversitesi Biyoloji Bölümünden 1997’de mezun oldu. Üniversiteyi bitirdikten hemen sonra ABD’ye gitti. Yirmi beş yılı aşkın süredir insan mikrobiyotası ve yeni nesil probiyotikler üzerine çalışmaya devam eden Akın, bugüne kadar ABD’deki çalışmalarını UCLA, Imperial College of London, University of Manchester, University of Groningen, University College Cork, Bill and Melinda Gates Vakfı, Novartis Biyomedikal Araştırma Enstitüsü gibi kurumlarla ortak yürüttü.

Son on yılda yaptığı çalışmalarla onlarca yeni nesil bakteriyi dünya üzerinde ilk keşfeden ekipte yer alan Akın, dünyanın önde gelen bilim insanlarıyla Bacterial Therapy of Cancer adlı bilimsel kitabın yazarları arasında yer aldı. Silikon Vadisinde çok sayıda makaleye konu olan yeni nesil bakterilerden “Akkermansia muciniphila” üzerinde çalışan Akın, açlık hormonlarının kontrolü, insülin direncinin yok edilmesi, kilo verme, stres-depresyon eliminasyonu ve adet dönemi sancılarının ortadan kaldırılması için yüksek etkinlikte ürünleri dünyada ilk olarak Türkiye’de çıkarırken, bu ürünler 2022 yılı içerisinde ABD’de özel sağlık sigortaları tarafından kullanıma sunuldu.

Ali Rıza Akın bir yandan bilimsel araştırmalarına devam ederken bir yandan da kurucusu olduğu ve merkezi Kaliforniya Silikon Vadisinde bulunan Next Microbiome firmasında bilimsel danışmanlık görevini sürdürüyor.

 

Ebru D. Dedeoğlu kimdir?

Ebru D. Dedeoğlu, işletme-ekonomi bölümünden mezun oldu. Executive MBA alanında yüksek lisansını tamamladı. İktisat Bankası'nda MT olarak başladığı iş hayatını 13 yıl süresince portföy yönetim şirketlerinin pazarlama biriminde yönetici olarak tamamladı.

Bir yıllık Uzak Doğu serüveninden sonra hayatına yeni bir yön vererek yayıncılık hayatına adım attı ve Doğan Kitap pazarlama biriminde yeniden başladı.

Türkiye'nin çok sayıda yazarlarıyla bire bir geleneksel ve digital medya pazarlama stratejileri üzerine çalıştı.

Cumhuriyet'te Türk/yabancı yazarlarla söyleşiler yaptı. Oksijen gazetesinde de röportajları devam etmektedir.

Yeni yazarlar keşfetti. Doğan Kitap'ta uzun yıllar süren yayıncılık hayatından sonra Ajans Letra'yı kurdu.

Halen Ajans Letra'da çalışıyor ve yazarlara danışmanlık hizmeti veriyor. Aralık 2023'ten itibaren kitaplar, yazarlar, yayın hayatı üzerine T24'te söyleşi yapmaya başladı.

 

Yazarın Diğer Yazıları

Hayata zekâsı ve kahkahasıyla meydan okuyan Deniz Türkali: Tiyatro, politik bir meydan okumadır; kadından, kediden korkmayan neuzubillah kâfir olur!

"Direnmek için umutlu olmaya ihtiyacımız var. Direnmek için gülmeye ihtiyacımız var. Direnmek için âşık olmaya, sevmeye, dostluklara ihtiyacımız var"

Yekta Kopan adalet, huzur ve özgür bir kahkahanın kitabı ‘Belki Yaz Erken Gelir’i anlattı: Kahkaha atmayı, mavinin gelmesini bekliyoruz

“Şu anda dünyanın Avrupa'nın en şiddet dolu ülkesiyiz. Kadınlar, çocuklar hatta bebekler yaşamayı bekliyorlar. Sokakta rahatça, özgürce yürümeyi bekliyoruz. Mesela kahkaha atabilmek istiyoruz. Çok zor bir şey. Bekliyoruz…”

Ercan Kesal, geçmişin ve vicdanın rehberi ‘İsim, Şehir, Film, Roman’ı anlattı: Hakikat denilen şeyin gerçekle bir ilgisi yoktur

"Bulunduğun yere razı olmadan, merak ederek ve şaşırarak sürdürülecek bir ömürden yanayım ben. Modern hayat bütün bunlara set çekiyor. Korunaklı, muhafazalı ama hiçbir şey yapmadığınız, hiçbir risk almadığınız için de aslında size hiç “yaşamadığınız bir ömür” vaat ediliyor"

"
"