20 Şubat 2023

Deprem sonrasında demokratik güvenlik ve AKPM denetimi

Olağan koşullara dönüş sürecinde siyasi ve ekonomik istikrar için öncelik, hukuk ile barışmak ve demokratik güvenliği güçlendirmek. Türkiye 1996’da AKPM denetimine giren tek kurucu üye. 2004’te denetimden çıktı. 2017’de denetime yeniden giren ilk örnek oldu. Denetimden yeniden çıkılabilecek mi?

Bu yazıyı büyük yıkıma ve insani trajediye yol açan depremden önce hazırlamaya başlamıştım. Ancak, ülkemizin karşılaştığı büyük deprem felaketi nedeniyle, gündemin tek konusunun dayanışma olması ve diğer konuların bu aşamada askıya alınması gerektiği anlayışıyla bekletmiştim. Çok sayıda insanımız hayatını kaybetti. Başımız sağolsun. Ülkemizde ve Suriye’de depremin yol açtığı yıkımdan zarar gören herkese geçmiş olsun. Ulusal sivil toplum dayanışmasını gururla izledik. Uluslararası destek hepimize güven ve bazılarına ders verdi. Buna karşın, olağan koşullara geçiş zorlu olacak. Bu süreçte demokratik güvenlik sağlanmasının, Türkiye’nin siyasi istikrarı ve ekonomik refahı ile uluslararası saygınlığı için önemini vurgulamaya devam edeceğim.

Hedef Türkiye’nin saygınlığını korumak ve güçlendirmek

Avrupa Konseyi (AK), Birleşmiş Milletler (BM) ve Kuzey Atlantik İttifakı Antlaşması (NATO) ile birlikte, Türkiye’yi çağdaş dünyaya bağlayan üç ana köprüden biridir. Bu tablodaki unsurların ortak paydası; çoğulcu ve katılımcı demokrasi, hukukun üstünlüğü ve insan hakları normlarına uyumdur.

Avrupa Birliği’nin de (AB) bu tabloya dördüncü köprü olarak eklenmesi tüm tarafların ortak hedeflerine hizmet edebilirdi. Ama bu konuda iyimser olmamızı sağlayabilecek koşullar en azından bu aşamada ufukta görünmüyor. Yine de AB köprüsü yıkılmamalı, korunmalı.

Bunun dışında, tamamlayıcı nitelikte diğer köprülerde trafik akışının da, üç ana köprüde tıkanmaya yol açmayacak bir anlayışla sürdürülmesi, demokratik Türkiye’nin sürdürülebilir uluslararası saygınlığı bakımından önem taşır.

Demokratik güvenlik askeri güvenliğin tamamlayıcısıdır

Yaygın olarak askeri güvenlikten söz ederiz. Doğru ama eksik bir yaklaşım. Güvenlik kavramının sınırları askeri boyutun ötesindedir. Demokratik güvenliğin bu sürecin tamamlayıcısı ve ayrılmaz parçası olduğu da hatırlanmalıdır.

BM sistemi, insan haklarına evrensel düzeyde saygının güvence altına alınmasını, barış ve güvenliğin temeli olarak tanımlar.

BM sistemini bölgesel düzeyde desteklemek amacıyla kurulan AK, demokrasi, hukukun üstünlüğü ve insan hakları alanında geliştirdiği hukuken bağlayıcı sözleşme sistemi ve etkin denetim mekanizmaları ile, demokratik güvenlik kavramının sahibi ve koruyucusu oldu.

Türkiye, yakın zaman öncesine kadar, kurucu üyeleri arasında yer aldığı AK’da demokratik güvenlik normlarının geliştirilmesi çabalarını yapıcı bir anlayışla destekledi. İşbirliğine istikrarın egemen olduğu dönemlerde, AK’nın da Türkiye’de demokrasi eşiğinin yükseltilmesi çabalarına önemli katkılarda bulunduğunu biliyoruz. AK ile ilişkilerde istikrarın yeniden oluşması, demokratik güvenliğin ve uluslararası saygınlığın güvencesi olacaktır.

Bu konuya ilişkin önceki yazılarımda, Türkiye’nin AK’nın çeşitli birimlerindeki durumunu anlatmıştım. AK’nın bağlayıcı karar alma yetkisine sahip hükümetler arası yapısı Bakanlar Komitesi ile bağımsız yargı organı Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) ilişkilerinde gelişmelerin olası yansımalarını değerlendirmiştim.

Bu yazıda, AK’nın siyasi danışma organı niteliği taşıyan Parlamenter Meclis’in (AKPM) Ocak ayında yapılan toplantısına ve AKPM Denetim Komisyonu Türkiye eş-raportörlerinin 12-13 Ocak 2023 tarihlerinde ülkemizi ziyareti sonrasında hazırladığı rapora dikkat çekeceğim.

AKPM denetimi neden önemli?

1949 doğumlu AK’nın 1990’da üye sayısı 23. Sovyetler Birliği’nin dağılması ve Varşova Paktı’nın varlığının sona ermesi ile AK genişler. Rusya da 1996’da AK üyesi olur. 2007’de Karadağ’ın katılımı ile AK üye sayısı 47’ye ulaşır. Ukrayna’ya saldırısı nedeniyle 16 Mart 2022’de Rusya’nın üyeliğinin sona ermesi üzerine üye sayısı 46’ya iner. Böylece, AK tarihinde üyelik yapısının tek daralması gerçekleşir.

1990’dan itibaren AK’ya katılan eski Varşova Paktı üyelerine ve Sovyetler’in dağılması ile bağımsız olan devletlere, AK standartlarının transferine ivme kazandırılması amacıyla, 1996’da AKPM denetim süreci (monitoring procedure) oluşturulur. Yeni üyelerin yanında eski üyelerden yalnız Türkiye bu sürece dahil edilir. O tarihlerde Türkiye terörizmle yoğun mücadele koşullarında AK standartlarına uyuma yönelik yeterli ilerleme kaydetmekte güçlük çekmektedir.

2000’lerden itibaren AK standartlarına yönelik sağlanan ilerleme sonucunda, Nisan 2004’te yapılan AKPM oturumunda, Türkiye için denetimin sona erdirilmesi kararlaştırılır. Türkiye, “denetim sonrası diyalog” (post-monitoring dialogue) aşamasına geçer. Bunu bir anlamda “şartlı tahliye” gibi görebiliriz. Türkiye’nin AKPM tarafından belirlenen hedeflere yönelik yeterli ilerleme kaydetmesi durumunda denetimin tamamen kapanması öngörülür.

Türkiye’nin denetimden çıkmasının önemli bir boyutu daha var. 1999 Helsinki Zirvesi’nde aday ülke konumu elde eden Türkiye’nin AB ile katılım müzakerelerine başlaması için aşılması beklenen engellerden biri de AKPM denetimini sona erdirecek eşiğe ulaşılmasıdır. AKPM denetiminin Nisan 2004’te kapanmasını izleyen sonbaharda, AB Komisyonu Türkiye ile müzakerelere başlanmasını önerir. AB Konseyi’nin onayı ile Ekim 2005’te müzakerelere başlanır.

AB ile katılım müzakerelerinin gelişimi ve sonunda çıkmaz sokağa girişi ayrı bir öykü…

AKPM’nin öngördüğü hedeflere yönelik yeterli ilerleme kaydedemeyen Türkiye için “denetim sonrası diyalog” aşaması devam eder.

15 Temmuz 2016 darbe girişimi sonrasında Türkiye’deki gelişmeleri değerlendiren AKPM, Nisan 2017 oturumunda Türkiye’yi yeniden denetim kapsamına alır. Denetimden çıkan bir devletin yeniden denetime alınması, AKPM denetim sürecinin işleyişinde ilk örnek olur.

Bu gelişmede iki tarafın da sorumluluğunu aramak gerekir. Türkiye, AK standartlarından uzaklaşmayı durdurma ve geri çevirme konusunda güçlü irade gösterememiştir. Öte yandan, AK Genel Sekreteri ve yürütme kanadı Bakanlar Komitesi’nin çabalarına karşın, AK’nın bağımsız siyasi kanadını oluşturan AKPM’de bazı siyasi grupların öncülüğünde gelişen ve orantılı olduğu tartışmalı girişimler de Türkiye ile yapıcı bir diyalog geliştirilmesine yardımcı olmamıştır.

Sonuç olarak, Türkiye, yeniden AKPM denetimi altında giren tek eski (ve kurucu) üye olmuştur. Denetimi ikinci kez sona erdirebilecek midir? Bu hedefin gerçekleşmesi sorumluluğu Türkiye’nindir, başka sorumlu aranmasına gerek yok.

AKPM’nin son Türkiye denetim raporu - Ekim 2022

Türkiye, AKPM denetimi kapsamındaki üye devlet olarak, Denetim Komisyonu’nun gündeminde. Komisyon’un Türkiye eş-raportörleri John Howell (Birleşik Krallık) ve Boris Cilevics (Letonya) ülkemizdeki gelişmeleri izlemekte ve hazırladıkları raporları AKPM’ye sunmaktalar.

Komisyon’un Türkiye eş-raportörleri John Howell (Birleşik Krallık)
ve Boris Cilevics (Letonya)

AKPM’nin son Türkiye denetim raporu 12 Ekim 2022’de kabul edilmişti. Rapor ağırlıklı olarak AİHM kararlarının uygulanmasına, hukukun üstünlüğü ve yargı bağımsızlığı ile ilgilli sorunlara, 2023’te yapılması öngörülen seçimlere odaklanmıştı.

Raporun AİHM kararlarının uygulanmasına ilişkin 8. maddesinde, özellikle AİHM’in Osman Kavala ve Selahattin Demirtaş kararlarına dikkat çekilerek, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (AİHS) 18. maddesinin ihlaline ilişkin bu kararların ayırıcı özelliği vurgulanmakta.

Bu konuyu ben de sürekli olarak dikkate getirmeye çalışıyorum. “Hukuk ile siyaset ilişkisi ve AİHM kararlarının uygulanması” başlıklı 21 Eylül 2021 tarihli yazımda, AİHS 18 ihlalinin farklı niteliğini ve buna ilişkin kararların uygulanmamasının yol açabileceği ciddi sonuçları anlatmıştım.

Genelde AİHM kararlarının ve özellikle AİHS 18 ihlal kararlarının uygulanmaması ya da uygulamada tereddütün sürmesi, Türkiye’nin demokratik değerleri paylaşan dünya ile bütünleşmesinin önündeki engellerden biridir.

AKPM Denetim Komisyonu’nun Ocak 2023 ziyareti ve raporu

AKPM’nin 12 Ekim 2022 tarihli raporunun AİHM kararlarının uygulanmasına ilişkin bölümü konusunda diyalogu sürdürmek amacıyla eş-raportörlerin 12-13 Ocak 2023’te ülkemize yaptıkları ziyaret sonucunda hazırladıkları bilgi notu Denetim Komisyonu belgesi olarak açıklandı.

Bilgi notunda, ziyaret programının düzenlenmesi ve Osman Kavala ile görüşme taleplerinin karşılanması konusunda hükümetin tutumunun “bir iyi niyet göstergesi “olduğunun belirtilmesinin, AK normlarına uyuma yönelik ilerleme için iyimserlik yaratacak bir adım olmasını diliyorum.

AKPM denetim raporunda olduğu gibi, Denetim Komisyonu bilgi notunda da, AİHM’in Kavala ve Demirtaş ile ilgili AİHS 18 ihlal kararlarının uygulanmasının önemi vurgulanıyor. Bu bağlamda, Kavala davası ile bağlantılı olarak tutuklanan yedi kişinin durumunun da AK normları bakımından ciddi sorunlar içerdiğine dikkat çekiliyor.

Bu kaygıların ziyaret sırasında ilgili makamlarımız ile yapılan görüşmelerde dile getirildiği tahmin edilebilir. AİHM kararlarının uygulanması bağlamında, AK Bakanlar Komitesi’nin ve AKPM’nin beklentileri açık. Türkiye de kararları uygulamayacağını söylemiyor. Sorun, uygulamanın AK tarafının belirlediği ölçüleri karşılamaması.

AİHS 18 ihlal kararının uygulanması, “tamamen önceki duruma dönülmesini” (restitutio in integrum) gerektirir. Önceki yazılarımda ayrıntılı olarak anlattığım gibi, AİHM içtihadı ve Bakanlar Komitesi’nin yerleşik anlayışı uyarınca, serbest bırakma ve tazminat ödeme yeterli görülmez, suçlamaların geri çekilerek davaların düşürülmesi ve adli sicil kayıtlarının silinmesi gerekir.

Demokratik güvenlik için hedeflenen eşiğe ulaşılarak AKPM denetiminden yeniden çıkılmasının önündeki ciddi engellerden birinin, AİHM kararlarının ve bu bağlamda özellikle AİHS 18 ihlal kararlarının uygulanmaması olduğu görünüyor.

İstanbul Sözleşmesi’ne dönüş beklentisi

Temelde kadın ve erkek arasındaki eşitsizliğin bir sonucu olan kadına karşı ayrımcılık ve şiddet, günümüzde en vahim insan hakları ihlalleri arasında sayılır. Türkiye’nin AK dönem başkanlığı sırasında 2011’de İstanbul’da imzaya açılan, 2014’te yürürlüğe giren, Türkiye’nin ilk imzalayan ve çekincesiz onaylayan devlet olarak öncü rol üstlendiği “Kadınlara Karşı Şiddet ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye İlişkin AK Sözleşmesi” (İstanbul Sözleşmesi), uluslararası insan hakları hukukunda “altın standart” olarak tanımlanır.

Türkiye’nin iç siyasi hesaplar nedeniyle İstanbul Sözleşmesi’nden çekilmesi, uluslararası alanda insan hakları ile ilgili her forumda olduğu gibi, AKPM denetim sürecinde de ele alınan öncelikli konulardan biri oldu. AKPM’nin 12 Ekim 2022 tarihli denetim raporunda da (5. madde) Türkiye’nin bu sözleşmeye yeniden taraf olmasına ilişkin beklenti dile getirilmekte.

İstanbul Sözleşmesi’nin öyküsünü ve bu önemli belgenin uluslararası insan hakları hukukuna kazandırılmasında Türkiye’nin oynadığı önemli rolü yazılarımda anlatmaktayım. Bu konuya ilişkin gelişmeleri hatırlamak isteyenlere 14 Ekim 2022 tarihli “İstanbul Sözleşmesi: Kaybedilen büyük kazanım” başlıklı yazıma bakmalarını öneririm.

Keşke Türkiye İstanbul Sözleşmesi’nden çekilmese ve uluslararası alanda önemli bir kazanımı, saygınlığını güçlendiren bir ayrıcalığı kaybetmeseydi.

Laiklik demokrasinin “olmazsa olmaz” koşuludur

Demokratik güvenliğin güçlendirilmesinin önemini tartışırken bu konuya da değinmeden geçmek istemedim.

Laiklik demokrasinin temel sütunlarından biridir, “olmazsa olmaz” koşuludur.

Laiklik, uluslararası hukukta temel insan hakları arasında yer alan düşünce, inanç ve din özgürlüğünün de güvencesidir.

Önemli bir sosyal işlev yerine getirme durumunda olan din hizmetlerinden sorumlu kurumların ve bireylerin siyasi karar süreçlerinin dışında kalmaları gerekir.

Deprem sonrasında olağan koşullara dönüş sürecinde demokratik güvenlik ihtiyacı

Son dönemde Türkiye’nin içeride istikrarsızlık ve dışarıda saygınlık aşınması yaşadığı sır değil.

Buna şimdi deprem felaketi sonrasında olağan koşullara dönüş sürecinin sınamaları eklendi.

Deprem felaketine müdahalede sorumlu devlet kurumlarının yeterli olmadığı görüldü.

Buna karşın, ulusal sivil toplumun olağanüstü dayanışmasını gururla izledik.

Ayrıca, uluslararası desteğin tahminlerin ötesinde güven verici olduğunu sağduyu sahibi kimsenin yadsıyacağını sanmıyorum. Bunun uluslararası işbirliğini ve dayanışmanın önemi konusunda tereddüdü olan siyasi kesimler için ders niteliğinde olduğu kuşkusuz.

Türkiye’nin, içeride siyasi istikrar sağlamaya ve ekonomik yeteneklerini güçlendirmeye ihtiyacı şimdi daha da arttı.

Uluslararası alanda da saygınlık aşınmasını tersine çevirmesi şimdi daha da büyük ihtiyaç.

Bu hedeflere yönelik ilk adımlardan biri, hukuk ile çatışan ülke görünümüne son vermek ve demokratik güvenlik standartlarına uyumu güçlendirmek.

Bu bağlamda, Türkiye’nin AK zemininde etkin oyuncu rolünü sürdürmesi, aynı zamanda, daha geniş tabloda AB dahil Batı ile ilişkilerinin güçlenmesi bakımından da önem taşıyacaktır. Türkiye’nin Batı ile ilişkilerinin güçlü olduğu dönemlerde diğer siyasi coğrafyalar ile ilişkilerinin de daha yüksek verimlilik düzeyine ulaştığı hatırlanmalıdır.

AK ile çatışma, uluslararası alanda hedeflenen amaçlara yönelik aşılması güç ya da imkansız engeller oluşturacaktır. AKPM denetimi de bu tablo içinde bir göstergedir. AKPM denetiminin yeniden sona erdirilmesi görünürlüğü yüksek bir iyi niyet ve irade göstergesi olacaktır.

Erdoğan İşcan kimdir?

Birleşmiş Milletler İşkenceye Karşı Komite üyesi ve İstanbul Kültür Üniversitesi öğretim görevlisi Büyükelçi (E) Erdoğan İşcan, çeşitli düşünce kuruluşlarının çalışmalarına katkıda bulunuyor.

İşcan, Orta Doğu Teknik Üniversitesi’nde (ODTÜ) siyaset bilimi, uluslararası ilişkiler ve uluslararası hukuk öğrenimi yaptı. Ekim 1978’de Dışişleri Bakanlığı’na girdi. Diplomaside 40 yılı aşan hizmeti sonunda Nisan 2019’da emekli oldu. Ekim 2019’da Birleşmiş Milletler İşkenceye Karşı Komite üyesi olarak seçildi.

Türkiye’yi 2005-2009 döneminde Ukrayna’da ve 2009-2011 döneminde Güney Kore’de (aynı zamanda Kuzey Kore’ye de akredite) Büyükelçi, son olarak 2014-2018 döneminde Strazburg’da Avrupa Konseyi Nezdinde Büyükelçi/Daimi Temsilci olarak temsil etti.

Önceki görev yerleri: Doha, Frankfurt, Bonn, Viyana (silahsızlanma müzakereleri), Londra (Başkonsolos), Cenevre (Birleşmiş Milletler Daimi Temsilci Yardımcısı).

Ankara’da son olarak Dışişleri Bakanlığı genel siyasi işlerden sorumlu Müsteşar Yardımcısı (2013-2014), daha önce çok taraflı siyasi işlerden sorumlu Genel Müdür (2011-2013), Avrupa Konseyi ve İnsan Hakları Direktörü (2001-2005) olarak görev yaptı.

İşcan’ın diplomasi kariyeri boyunca bağımsız olarak sürdürdüğü uluslararası pozisyonlar şöyle:

- Kadına Yönelik Şiddet ve ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye İlişkin Avrupa Konseyi Sözleşmesi (İstanbul Sözleşmesi) Taraf Devletler Komitesi Başkanı (2015-2018).

- Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi eğitim, kültür, spor, gençlik ve çevreden sorumlu Raportör Grup (GR-C) Başkanı (2017-2018).

- Demokrasi kültürü ve insan hakları alanında çalışan Norveç Kuruluşu “European Wergeland Centre” Yönetim Kurulu Üyesi (2017-2018).

Yazarın Diğer Yazıları

Siyaset işkence yasağına sahip çıkmalı

Geçmişte ve bugün birçok ülkede siyasetin isterse işkence yasağına sahip çıkarak hızlı ve görünür ilerleme sağladığı biliniyor. “İşkenceye sıfır tolerans” ilkesinin yalnız sözde değil, uygulamada da gerçekleşmesi, demokratik istikrarın kalıcı olmasını sağlayacaktır

BM Komisyonu: Filistin’de ve İsrail’de uluslararası hukuk ihlal edildi

Uluslararası Ceza Mahkemesi Savcısı’nın haklarında talep ettiği tutuklama müzekkerelerinin onaylanması durumunda, İsrail Başbakanı ve Savunma Bakanı yargılanmak üzere aranıyor durumuna düşecekler ve Roma Statüsü’ne taraf ülkeleri ziyaret edemeyecekler

İsrail Soykırım Sözleşmesi’ni aştı

Uluslararası hukuk İsrail’in yarattığı vahşeti tanımlamakta yetersiz kaldı. Yeni bir normatif yapı ihtiyacı bile tartışmaya açılabilir. UAD ve UCM kararları yönlendirici olacak. Hukuk üstünse cezasızlık olmaz. Cezasızlık varsa hukuk üstün değildir. Bakalım uluslararası siyaset hukukun üstünlüğünü tanıyacak mı?

"
"