21 Ocak 2024
Erich Auerbach, "Edebiyat ve Savaş" (1949) isimli ders notlarında savaş edebiyatını, savaş esnasında yazılan eserler ve savaş sonrası yazılan eserler olarak ikiye ayırır. İlkinin içerisinde daha çok savaşı destekleyici marşlar, şiirler, kısa hikâyeler ve şarkılar yer alırken, ikincisinde savaşa mesafeli duran ve eleştirel yaklaşan romanlar, oyunlar, hikâyeler ve şiirler daha fazladır. Savaş bir yandan kahramanlık anlatılarının ana bileşeni olurken diğer yandan yıkıcılığıyla da eleştiri aracı olmuştur. Aslında daha ilk yazılı edebiyatların içeriğine bakıldığında bile epik eserlerin ve destanların ana temasında savaşların yer aldığı görülür. Gücü ve iktidarı ele geçirmenin ve kahraman olmanın ön koşulu, şiddet yoluyla karşısındakini mağlup etmekten geçtiğinden erken dönem anlatıların çoğunda kavgalar, çatışmalar, düellolar ve savaşlar bir şekilde yerini bulur. Murat Belge'nin de belirttiği üzere kahramanlar, "asli değerlerini savaşarak kazanabilen kişilerdir" (2023). Bu kahramanların başlarından geçen olaylar ve girdikleri savaşlar günümüze kalan en eski destanlar olan Gılgamış, İlyada, Odysseia, Nibelungen ve Cid gibi çeşitli coğrafyaların edebi ürünlerinde detaylı bir şekilde tasvir edilmiştir. Bu yönüyle Yakındoğu ve Avrupa mitolojilerinin, karakterleriyle bu destanları etkiledikleri aşikârdır. Ritüel, mitoloji ve dini inanışların edebi sanatlara doğru evrilmesi bunların hepsinde topyekûn bir savaş kavramının ortak zeminde yer almasını sağlamıştır. Batı edebiyatının temel taşları olan Eshülos, Sofokles ve Evripides'in oyunları da yer yer savaşlar veya savaşların krallıklar üzerinde bıraktığı etkileri işler. Örneğin, Eshülos'un Persler (M.Ö. 472) ve Thebai'ye Karşı Yediler (M.Ö.467) isimli tragedyaları, konularını doğrudan dönemin savaşlarından alır. Roma döneminde de imparatorluğun askeri güce ve istilalara verdiği siyasal önemin de etkisiyle savaşlar edebiyatta kendine kanlı tasvirleriyle daha çok yer bulur. Seneca'nın tragedyaları veya Vergilius'un Aeneid (M.Ö.29 - M.Ö.19) isimli eseri, savaşın vahşetini gösterdiği kadar kahramanlığı ve askerliğin toplumdaki ahlaki değerini yüceltir de.
Antik çağ ile on dokuzuncu yüzyıl arasında Belge'ye göre savaş edebiyatı bağlamında bol miktarda eser görülmez. Orta Çağ şövalye anlatıları daha romantik bir hava içerirken yazın dünyasına hâkim olan temalar daha çok dini olmuştur. Rönesans ve Akıl Çağı'nda ise savaşın toplumsal yıkıcılığından çok hikâyeler; bireycilik, hümanizma ve rasyonel düşüncenin de etkisiyle karakter tahlilleri üzerinde yoğunlaşır:
Bu uzun dönem boyunca savaşın böyle arka planda kalmasının, dönemin savaşının niteliğiyle de ilintisi vardır şüphesiz. Savaş sık ve yaygın olduğu ölçüde doğaldı. Ama çapı küçüktü. Subaylık, komutanlık, aristokrasiye özgü uğraşlardı. Düşman ordular arasında karşılıklı centilmenlik vb. askeri gelenekler, savaş mesleğine kendine özgü bir zarafet katıyordu. Savaşı bu düzeyde yapanlarla ordunun erieri [sic.] ve toprakları üstünde savaşılan insanlar arasında büyük uçurumlar vardı ve kendini üst kademeyle özdeşteyen edebiyatçılar, aşağıda olup bitenleri görmemek üzere koşullanmışlardı. (Belge)
Fransız Devrimi'nden sonra ise savaşın edebiyatta ele alınma biçimini, ulusal hareketler ve milliyetçilik doğrudan etkilemiştir. Walter Scott'ın tarihi romanlarının yanında Victor Hugo'nun Doksan Üç İhtilali (1874) ve Leo Tolstoy'un Savaş ve Barış (1869) romanlarında savaş ulusların gelişmesinde başat öğe olarak işlenir. Savaşlar ulusların kaderlerini değiştirebilecek ve onlara yön verebilecek güçte dinamiklerdir.
Yirminci yüzyılda ise daha önceki yüzyıllarda savaşın bir şekilde romantik çehresi, Birinci Dünya Savaşı ile kaybolmuştur. İkinci Dünya Savaşı, Soğuk Savaş, Vietnam ve Kore Savaşları, Afganistan, Irak ve İran savaşları ile gerçeklik algısı tamamen yitirilmiş ve edebiyat deneysel ve postmodern çabalarla kendini buna adapte etmeye gayret ederek var olmaya çalışmıştır. Tüm bu sebeplerle savaş edebiyatı da daha çok savaş karşıtlığını da içine alacak şekilde genişlemiştir. Remarque'ın Batı Cephesinde Yeni Bir Şey Yok (1929) isimli romanı bu konuda en önde gelenlerden biridir. Yirminci yüzyıl savaş edebiyatı içerisinde anılabilecek diğer yazarlar arasında Bertolt Brecht, Cengiz Aytmatov, Pablo Neruda, Jean Paul Sartre, Hermann Hesse, Andre Gide, Albert Camus, Mihail Solohov, Aleksandr Soljenitsin, Heinrich Böll, Necip Mahfuz ve Herta Müller sayılabilir.
Amerikan edebiyat tarihinde savaşların ve çatışmaların, genel olarak Amerikan tarihinin başlangıcından itibaren ana temalardan biri olduğu dikkati çeker. Bunda yeni kıtada yaşanılan güçlüklerin ve hayatta kalma ile ülkülerini koruma mücadelesinin mitleştirilerek hem tarihini meşrulaştırma hem de gelecek kuşaklar için ortak bir hafıza oluşturmanın etkisi olduğu öne sürülebilir. Sıradan ve gündelik olayların yanında acılar, trajediler ve yıkım okuyucuda daha büyük etki yaratır (Sontag 25). Bu yüzden de yeni kıtada yazılan ilk mektup ve günlüklerden daha sonra yazılacak otobiyografi, şiir, deneme ve tiyatro metinlerine ve ilerleyen yüzyıllarda diğer edebi türleri de kapsayacak şekilde savaşlar ve çatışmalar her daim Amerikan edebiyatında canlılığını korur. Bunda, Amerikan tarihinin her döneminde kendine yer bulmuş savaş ve çatışmaların büyük etkisi vardır.
Erken dönem yerlilerin edebiyat geleneğinde, anaakım edebiyata giren hikâyelerinde savaşlardan çok yaratılış mitleri ön plandadır. Iroquois yaratılış hikâyesinde de Pima yaratılış hikâyelerinde de evrenin ve dünyanın nasıl oluştuğu ve yeryüzünün nasıl şekillendiği ile ilgili mitolojik anlatılara, insanların doğayla olan ilişkilerinin tasviri eşlik eder.
Avrupa istilası bağlamında ise ilk olarak, Christopher Columbus her ne kadar 1493'te "Luis Santangel'e İlk Yolculuğumla İlgili Mektup"ta ("Letter to Luis de Santangel Regarding the First Voyage") yeni kıtayı keşifte herhangi bir çatışmadan bahsetmese de 1503'te "Ferdinand ve Isabella'ya Dördüncü Yolculuğumla İlgili Mektup"ta ("Letter to Ferdinand and Isabella Regarding the Fourth Voyage") yerlilerin düşmanlığından ve buraların kontrol altına alınması gereğinden söz eder (Reidhead 35). Hem İspanya krallığı hem de Hristiyanlığın korunup yayılması için zor kullanma, Tanrı'nın inayetiyle meşrulaştırılmaya çalışılır. Bartolomé De Las Casas, on altıncı yüzyılın ilk yarısında Avrupalı fatihlerin bölgedeki halkları köleleştirip çoğunu yok ederek, yeni toprakları sömürmesini yazılarında eleştiren ilk kişilerdendir. 1552'de yayımlanan ve yerlilerin katledilip bölge topraklarının nasıl yağmalandığını detaylandırdığı "Yerli Topraklarının Tahribinin Oldukça Kısa Münasebeti" ("The Very Brief Relation of the Devastation of Indies") isimli yazısı, yayınlandığı dönemde İspanya'da ses getirmiştir. Avrupalıların yerlilere uyguladığı şiddet politikası, bol kanlı vahşet tasvirleriyle, Las Casas sayesinde bilinir olmuştur. Bir başka fatih Bernal Díaz Del Castillo da tahmini 1568'de çıkan Yeni İspanya Fethinin Hakiki Tarihi (The True History of the Conquest of New Spain) isimli anlatısında herhangi bir pişmanlık belirtisi göstermeksizin Meksika'da Azteklerin nasıl yok edildiklerini büyük bir soğukkanlılıkla anlatarak, yolculukları boyunca içinde oldukları savaşları epik bir fanteziyle tasvir eder. Anlatıda Cortés'e sunulan hediyeler, Aztek başkenti Tenochtitlán'a nasıl temkinle yaklaştıkları ve işgal sırasında Cortés'in yaşadığı zorluklar anlatıldıktan sonra, Tenochtitlán'ın yerle bir edilişi ve insanların nasıl katledildiği Castillo tarafından övünçle tasvir edilir (Reidhead 45). Tüm bu vahşet tasvirleri içinde Álvar Núñez Cabeza De Vaca her ne kadar "Álvar Núñez Cabeza De Vaca'nın Münasebeti"nde ("The Relation of Álvar Núñez Cabeza De Vaca") (1542) yerlilerle ilişkilerinde barışçıl bir hava çizme çabalarından bahsetse de yerleşim yerlerini yok eden bu eski kıta fatihlerine karşı yerlilerin duyduğu korku, Vaca'nın uzlaşmacı tavrına karşın çok da dağılmış gibi görünmemektedir. Garcilaso De La Vega da "İnkaların Floridası"nda ("The Florida of the Inca") (1605) bölge yerlilerinin İspanyollara yaptıkları işkenceleri tasvir ederek yerli geleneklerinin "ilkelliğinin" ve "vahşiliğinin" altını çizer. İspanyolların kabile reisleri tarafından nasıl köleleştirildiği ve festival zamanlarında kurban edildikleri detaylandırılarak yerlilerin ne kadar korkunç insanlar olduklarını göstermeye çalışır.
İspanyol fatihlerin dışındaki anlatılara bakıldığında da özellikle Thomas Harriot, Richard Hakluyt ve Samuel de Champlain'inkiler dikkat çekicidir. İlk İngiliz kolonicilerinden Thomas Harriot "Yeni Kurulan Virginia'ya Dair Kısa ve Hakiki Bir Rapor"da ("A Brief and True Report of the New Found Land of Virginia") (1588) Virginia bölgesinde yaşayan halkların gelenekleri ve bölgenin coğrafi özelliklerinden bahsederken, yerlilerin nasıl savaştıklarını da detaylı bir şekilde anlatır. Richard Hakluyt'ın Belli Başlı Fransız Kaptanlarının Florida'ya Yaptığı Dört Yolculuğu İçeren Ünlü Tarihi (A Notable History Containing Four Voyages Made by Certain French Captains to Florida) (1587), Amerikan topraklarının kontrolü ve sömürüsü için kendisinden sonra gelenlere önemli bir motivasyon aracı olacaktır. Samuel De Champlain ise Fransa adına yaptığı keşif yolculuklarını özellikle 1632'de çıkan Seyahatler ve Keşifler (The Voyages and Discoveries) isimli kitabında tasvir eder. O da diğer fatihler gibi bölgeyle ilgili coğrafi tasvirlerin yanında yerlilerin yaşam tarzları ve yerlilerle kurulan ilişkileri ve çatışmaları detaylandırır. Bu ikisi dışında, New Amsterdam ile ilgili detaylı tasvirleriyle Hollandalı kâşif Adrien Van Der Donck ve Hollandalı kâşif ve şair Jacob Steendam gibi Avrupalılar, yeni dünya ile ilgili güzelleme yaparken satır aralarında yerlilerin yerlerinden edilmesiyle sonuçlanan çatışmalardan da bahsederler.
Sonuç olarak, fatihlerin kaleme aldıkları anlatılar yeni dünyayı nimetlerinden yararlanılacak topraklar olarak tanıtırken, buradaki yerli halkların yaşam biçimleriyle ilgili de bilgi verirler. Anlatıların başlıklarında karşılaşılan "hakiki tarih" ibaresi o dönemde kaleme alınan seyahat yazılarının abartılı bir şekilde kaleme alındığının işareti sayılabilir. Tüm bu anlatı külliyatı, yeni dünyayla ilgili mitlerin oluşturulup yayılmasında ve fatihlere daha fazla resmi hak verilmesi için sarayın ikna edilmesinde önemli rol oynamıştır. Doğal çevre sömürülecek bakir ve bereketli topraklar olarak görülürken, bölgede yaşayan insanlar ise "sapkınlar" olarak Hristiyanlaştırılmayı bekleyen ve kendilerinden üstün olan Avrupalılara boyun eğmesi gereken vahşiler olarak resmedilir.
Yukarıdakilere ek olarak, İngiliz sömürgecilik hareketi bağlamında ilk göze çarpanlardan birisi John Smith'in anlatılarıdır. New England, Virginia ve Summer Isles'ın Genel Tarihi (The General History of Virginia, New England, and the Summer Isles) isimli kitabı (1624), "New England Tasviri" ("A Description of New England") (1616) ve "New England Duruşmaları" ("New England's Trials") (1622) isimli yazılarında Jamestown'da yerlilerle ilişkiler ve Jamestown'a yerleşen Avrupalılarla ilgili detaylı tasvirler yapar. Yerliler tarafından kaçırılmasının ve Pocahontas ile ilişkisinin erken dönem Amerikan mitlerinin yaratılmasında önemli bir yeri vardır. Smith de öncülleri gibi, bölgenin bakir olması ve bunu kullanmalarının hem meşru hem de caiz olduğuyla ilgili hiç şüphe duymaz. Erken dönem koloni yaşamı ve yerlilerle çatışma ve savaşların detayları William Bradford'ın Plymouth Plantasyonu (Of Plymouth Plantation) (1636-1637'de yazılan bölümleri), Thomas Morton'ın Yeni İngiliz Kenanı (New English Canaan) (1637), John Winthrop'un Hristiyan Toplum Modeli (A Model of Christian Charity) (1630) ve Roger Williams'ın "İşkencenin Kanlı Öğretisi" ("The Bloody Tenet of Persecution") (1644) isimli yazılarında anlatılır. Bu yazılarda yeni dünyada kurulmaya çalışılan Püriten ahlakı ön plana çıkarılarak, yaşam biçimlerinin belirli kanunlarla garanti alına alınıp kutsallaştırılması çabası arka planı kaplar.
Amerikan koloni dönemi savaş anlatılarının en önemlilerinden biri, Mary Rowlandson'ın 1682'de basılan "Bayan Mary Rowlandson'ın Tutsaklığı ve Geri Dönüş Anlatısı" ("A Narrative of the Captivity and Restoration of Mrs. Mary Rowlandson") isimli eseridir. Kral Philip Savaşı'nda Lancaster bölgesinde Amerikan yerlileriyle koloniciler arasındaki kanlı savaşın anlatıldığı eserde yerliler, "barbar yaratıklar" ve "vahşi kâfirler" olarak tasvir edilerek medeniyetin ilkellik karşısında nasıl tehlikeye düşebileceği anlatılır. Anlatı, okuyucunun Rowlandson'ın yaşadıklarını büyük bir üzüntü ve heyecanla okuması ve yerlilere karşı öfkeyle dolması için yazılmış gibidir (Reidhead 311). Rowlandson'ın yaşadığı tecrübeyi anlattığı bu eser hem İngiltere'de hem de Amerika'da çok satanların arasına girmiştir. Bunun tersi olacak şekilde, daha çok hukuk ve ticaretle ilgilenen Samuel Sewall ise günlüklerinde (1673-1729) ve "Joseph'in Satılması: Bir Bildiri" ("The Selling of Joseph: A Memorial") (1700) isimli yazısında köle ticaretinin Hristiyanlıkla bağdaşmayan bir zulüm olduğunu yazarak, ilk kölelik karşıtı söylemin sahibi olur. Her ne kadar Salem Cadı Avı Davalarında idam kararlarına imza atmış olsa da yazılarında özellikle yerliler ve Afrikalı Amerikalı kölelerin insan haklarına dair zamanının ötesinde düşünceler öne sürer.
Dönemin son örneği olarak, kaleme aldığı yazılarda Püriten ahlakına karşı konumlandırdığı yerliler ve Yahudileri bol miktarda işleyen Cotton Mather verilebilir. Görünmez Dünyanın Harikaları (The Wonders of the Invisible World) (1693) isimli kitabında "New Englandlılar[ı] bir zamanlar şeytanın toprakları olan bu yerlere yerleşen Tanrı'nın halkı [ . . . ]" olarak tanımlayarak yerlileri şeytanlaştırır (akt. Reidhead 392). Magnalia Christi Americana (1702) kitabında ise William Bradford ve John Winthrop gibi ilk Amerikalı liderlerin hayat hikâyelerini, Püriten ahlakın koruyuculuğunu yaparak yeni dünyanın İsa'nın yolunda kurulmasını sağlayan kişilerin ilham verici hayatları olarak anlatır ve Amerika'nın kurulma aşamasını kutsal bir hale içerisinde konumlandırıp yüceleştirir. Burada karşılarına engel olarak çıkan doğa da yerliler de medenileştirilmesi gereken "kâfirlerdir." Özellikle 1699'da kaleme aldığı Decennium Luctuosum'da yerliler belalı kötüler olarak resmedilir ve Hristiyanların ruhlarını Tanrı katında yükseltmeleri için bir enstrüman olarak kullanılırlar.[1]
Sonuç olarak, 1700'lere kadar erken koloni döneminde Amerikan edebiyatının kanon eserlerinde, doğayla savaş başta olmak üzere yerlilerle çatışmalar detaylı bir şekilde anlatılarak Püriten ahlakına karşı barbarlığın savaşında, Avrupa medeniyeti ve inanışının gücü ve galibiyeti vurgusu yapılır. Burada karşıt güçler şeytani, barbar ve yıkıcı olarak düşmanlaştırılarak Amerikan tarihinin çatışmaları haklı bir zemine oturtulmaya çalışılır. Bu eserler, gelecek kuşaklar için Amerikan ulusunun tuğlalarını birbirine yapıştıran tutkallar olarak önemli bir rol oynayacaklardır.
Bu dönemin edebi eserlerinde savaş tasvirleri yerlilerden ziyade İngiltere'ye karşıdır. Bu defa Amerikan çıkarları yerlilerle değil ana kıtayla çakışınca düşmanlaştırılan taraf da İngiliz Kralı olur. John Leacock'ın 1776'da yazdığı satirik tiyatro oyunu İngiliz Tiranlığının Düşüşü (The Fall of British Tyranny) hem George Washington'ın ilk kez bir edebi eserde isminin geçmesi hem de kolonilerin "Tiran" İngiltere'ye karşı mücadelesini anlatması bakımından önemlidir. "Bize karşı onlar" ötekileştirmesi, Amerikan tarihinde olduğu kadar erken Amerikan edebiyat geleneğinde de yerleşmeye başlar. Şiirleri ilk yayımlanan Afrikalı-Amerikalı kadın şair olan Phillis Wheatley de kolonileri özgürleştiren Washington'ın askeri dehasını şiirlerinde över:
Senin yanında ey büyük şef faziletle ilerleyişler
Her hareketin mabudeye rehber
Bir taç, bir konak ve bir taht ki ışıldar
Solmayan altınla, WASHINGTON senindir onlar. (Wheatley)
Thomas Paine de İngiltere'ye karşı koloni mücadelesinde ve bağımsızlık savaşında yazdıklarıyla hem savaşın meşruluğunu hem de savaş sonrası koyulması gereken hedefleri, toplumsal ve siyasal açılardan ele alır. Yeninin eskiye karşı, tiranlığın özgürlüğe karşı mücadelesi vurgusuyla ünlü Sağduyu'yu (Common Sense) (1776) kaleme alır. Amerika'da ortak bir sağduyunun oluşmasının, insanlığın başarısı anlamına geleceğini savunur. Paine'e benzer şekilde Joel Barlow da "Barış Beklentisi" ("The Prospect of Peace") (1778) isimli yazısında barışın oluşması için savaşın gerekliliğinin altını çizer. Ona göre de özgürlük için mücadele şarttır. Her iki isim de Amerikan bağımsızlık mücadelesinde halkın, savaşın gereğine inanması için önemli lokomotif figürlerdir. Bu kapsamda savaşın aynı coğrafyada farklı konumlandırılışına örnek olması adına New York Anglikan rahibi Charles Inglis'in yazılarına değinmek faydalı olacaktır. Paine ve Barlow'dan farklı olarak, Inglis bağımsızlık savaşını özgürlüğün kaybı olarak görür ve İngiltere yanlısı açıklamalar yapar. "Amerika'nın Gerçek Çıkarı" ("The True Interest of America") (1776) başlıklı yazısı Paine'in Sağduyu yazısına karşı bir cevaptır ve bu yazıda Inglis "diyelim ki bağımsız olduk; sonuç ne olacak? Yaşanacak faciaları düşündükçe kanım çekiliyor" der (Inglis). Bu, aynı bölgede yaşayan insanların farklı gerekçelerle savaşı algılama biçimlerinin nasıl farklılaşıp, buna göre kaleme aldıkları eserleri şekillendirdiklerini göstermesi bakımından ilginçtir.
Dönemin savaş anlatımları bağlamında en dikkate değer çalışmalarından biri, James Fennimore Cooper'ın Son Mohikan (The Last of the Mohicans) (1826) isimli romanıdır. Fransız-Yerli Savaşı'nın anlatıldığı tarihi roman, İngiliz romancı Sir Walter Scott'ın popüler epik romanları çizgisinde yazılmış ve Amerika'da doğrudan çok satanlar listesine girmiştir. Yerli imgesini "soylu vahşi" kalıbı üzerinden sempatikleştiren Cooper, yerlilerin cömertliği ve doğallığını dile getirirken aynı zamanda onları, kolayca öfke kontrolünü kaybederek tehlikeli bir hale gelebilen ve bu yüzden beyaz adamın disiplinine ihtiyacı olan ötekiler olarak tanımlar. Önceki dönemlerde Mather ya da Rowlandson'ın yerlileri düşman ve canavar olarak tasvirleri, bu dönemde yerli kültürlerinin daha fazla tanınması ve egemenliğin de hatırı sayılır bir şekilde Amerikan askerlerine geçmesiyle yerini yerlilerin daha çok romantize edilip ehlileştirildiği bir nostaljiye bırakır. Savaş ve çatışmalar, koloni döneminde var oluş ve Amerikan bağımsızlık savaşında vatanseverlik anlatılarına arka plan oluştururken, savaşlar bu dönemde kahramanlık, entrika, şöhret ve tehlikenin tasvirinde kullanılan araçlardır. Cooper için çatışma, yeni ulusal kimliğin inşasında önemli bir itici güçtür.
Bu yüzyılın kuşkusuz tarihsel bağlamda en çok tartışılan savaşı İç Savaş'tır. Bu yönüyle edebiyatta da doğrudan yansımaları görülebilir. İç Savaş'ı konu alan edebi eserlerin erken dönem, özellikle bağımsızlık savaşı dönemi, savaşı konu alan edebi eserlerinden farkı, eserlerin bu döneme göre ahlaki konulara daha fazla eğilmesi ve vatanseverliğin daha az altının çizilmesidir. Pek çok yazar ve şair, savaşın yıkıcı sonuçlarını da içerisine alacak şekilde eserlerini üretmişlerdir. Örneğin, Mary Boykin Chestnut seçkin bir South Carolinalı ailenin kızı olarak İç Savaş (1861) başlığıyla yayınlanan günlüklerinde Konfedere liderleri ve komutanlarının cephe dışındaki hayatlarına dair izlenimlerini anlatır.
İç Savaş ile ilgili dönemin en dikkati çeken eserlerden biri de Amerika'nın en ünlü şairlerinden Walt Whitman'ın Drum-Taps isimli Lincoln dâhil hayatını kaybeden siyasiler ve askerleri anmak için kaleme aldığı ağıt, şiir ve denemelerden oluşan kitabıdır. Yine Whitman'ın "Ah Kaptan, Canım Kaptan" ("Oh Captain, My Captain") isimli şiiri de ölen bir donanma kaptanına yapılan güzellemedir. Her ne kadar ordu mensuplarını öven şiirler kaleme almış olsa da "Uzlaşma" ("Reconciliation") isimli şiirinde ülkenin hangi tarafından olursa olsun herkesi sevdiğini ve barışın savaşın yıkıcılığının üstesinden gelinecek yegâne formül olduğunu dile getirir. Savaşta hemşir olarak görev yapan Whitman'ın barışı ve sevgiyi ön plana çıkarmasında bizzat savaşın yıkıcılığını görmesinin de etkisi olduğu söylenebilir.
Amerikan edebiyatının bir başka kanon yazarı Herman Melville'in ise İç Savaş'a dair popüler olmuş bir eseri bulunmamakla birlikte savaşa dair kaleme aldığı Savaş Parçacıkları ve Muharebenin Veçheleri (Battle-Pieces and Aspects of War) (1866) isimli bir şiir kitabı vardır. Herhangi bir ölçü ve uyağa bağlı kalmadan yazdığı şiirlerden en göze çarpanlardan biri, "Kötüye İşaret" ("The Portent") isimli şiiridir. Bu şiirde savaştan bir yıl önce kölelik karşıtı çatışmada yakalanarak asılan John Brown'ı konu alarak, Brown'ın idamını büyük bir savaş ve yıkımın öncülü olarak görür. Şiirde geçen Shenendoah, Virginia Vadisi'nde bulunan ve Brown'ın asıldığı yerdir ve İç Savaş'ın da en kanlı geçtiği yerlerdendir (Melville).
İç Savaş'ın hem toplumdaki kırılmalarını sosyolojik olarak yansıtan hem de cephedeki vahşeti bütüncül olarak tasvir eden eser ise zaman zaman edebi olarak Leo Tolstoy ile karşılaştırılan John W. DeForest'ın Bayan Ravanel'in Ayrılmadan Sadakate Dönüşü (Miss Ravanel's Conversion From Secession to Loyalty) (1867) isimli romanıdır. Güneyli Ravanel'in evlenerek Kuzey'e gitmesini ve bu esnada yaşadıklarını konu alan roman, İç Savaş'ın kanlı cephelerine olduğu kadar Kuzey'in ideal toplum yaratma çabalarına da Güney'in yüksek sınıf yaşam tarzına da eleştirel bakar.
Sonuç olarak, Amerikan coğrafyasının kendisi ile uluslararası politikada ve ekonomik gücün çapının belirlenmesinde doğal kaynakların ve geçim kaynaklarının çeşitliliği, Amerikan tarihinde doğanın, yaşayan insan dışındaki canlıların sistemli olarak katledilmesi üzerine kurgulanmıştır. Yukarıda incelendiği üzere, başlangıcından günümüze kadar Amerikan tarihinin kurgulanmasında savaşlar, çatışmalar ve bölgesel-ulus ötesi ilişkiler toprak politikaları ve iktisadi paradigmalar üzerinden ilerlemiş ve Protestan din ve ahlakı bu bağlamda düzenleyici ve başat unsur olmuştur. Toplumsal kaideler, normlar, gelenekler, inançlar ve ahlaki değerler gibi kavramlar savaşı konu alan edebi eserlerde militarizm ile ilişkilendirilerek incelediğinde ortaya militarist zihniyetin bireyin yaşamında ne kadar yaygın ve derin bir etkiye sahip olduğu çıkar. İnsan doğasının yıkıcılığı ve bireycilik insanın kendisini merkeze alarak savaşın salt insan üzerindeki etkisini göstermesi bakımından da önemlidir. Erken dönem Amerikan edebiyatının ana damarının savaşlar ve çatışmalar olması ülke politikalarının eksenini ve gelecek projeksiyonunu göstermesi bakımından önemlidir. Bu sav, bir sonraki yüzyılda Amerikan siyasetinin küresel politikayı nasıl etkilediği göz önüne alındığında doğrulanabilir. Buradan hareketle, erken dönem edebiyat geleneği, şu anda Amerika Birleşik Devletleri'nin dünyanın çeşitli yerlerinde süren savaşlarda aldığı pozisyonların art alanı ile ilgili de önemli ipuçları içermektedir.
Auerbach, E. (2014). "Literature and War." Çev. Jane O. Newman. Time, history and literature: Selected essays of Erich Auerbach, Ed. James I. Porter. Princeton University Press.
Belge, M. (1980). "Savaş ve Edebiyat." Milliyet Sanat Dergisi, vol. 10. İnsanokur, 02 Nisan 2019. https://www.insanokur.org/savas-ve-edebiyat-murat-belge/. Son Erişim: 24.12.2023
Melville, H. (2004). "The Portent." Battle pieces and aspects of the war. Gutenberg.org. Son Erişim: 02 Kasım 2023.
Reidheid, J. (2003). The Norton anthology of American literature. W. W. Norton & Company, Inc.
Sontag, S. (2004). Başkalarının acısına bakmak. Çev. Osman Akınhay. Agora Kitaplığı.
Wheatley, P. (2019). "Poems on Various Subjects, Religious and Moral." Mountvernon.org. Son Erişim: 02 Aralık 2023.
[1] Her ne kadar bu dönemin ünlü isimlerinden William Byrd yazılarında savaşlardan bahsetmese de gerek Westoverlı William Byrd'in Gizli Günlüğü, 1709-1712 (The Secret Diary of William Byrd of Westover, 1709- 1712) gerekse "Hudut Çizgisinin Tarihi"nde ("History of the Dividing Line") (1728) Amerikan coğrafyasının detaylı tasvirinin satır aralarında "zavallı" yerlilerin nasıl sindirilip korkutulduğu göze çarpar.
Bu yazıda özel olarak Türkiye'ye ayrılan yerleri irdelemekten ziyade, metinlerin Türkiye'ye ayrılan özel kısımlarından ayrı olarak, farklı kısımlarda Türkiye'nin hangi durumlara örnek gösterilerek adının geçtiğini ortaya koyacağım
Romanda bir insanın öldürülmesi askerlerde farklı düzeylerde psikolojik travma yaratırken ve bu, birine yüklenmesi gereken bir suç olarak algılanırken milyonlarca balığın öldürülmesinde veya köpek ya da mandanın katledilmesinde aynı etki ortaya çıkmaz. Orman, pirinç tarlaları ya da nehir yaşayan bir öğe değil aksine taraflar için bir mücadele sahası ve hesaplaşma yeridir
Twain'in, ölümünden sonra yayımlanmasını istediği hikâye, Amerikan dış politikasındaki emperyalist çizgiye ve insanlığın savaş üzerinden yarattığı yıkıcılığa karşı modernizm öncesi atılan bir çığlıktır
© Tüm hakları saklıdır.