Bu sezon Ali Poyrazoğlu Tiyatrosu ile Tak Tak Takıntı ve Tamamla Bizi Ey Aşk oyunlarında sahnede izlediğimiz oyuncu Melih Ekener ile televizyonu, tiyatroyu ve yazdığı kitapları konuştuk.
Ekener'in sorularımıza verdiği yanıtlar şöyle:
- Ezgi Gizem Gülümser: Oyunculukta eylem noktanız nedir?
Melih Ekener: İnsanın naturası oynamak, taklit. Biz insan olarak her şeyi taklit ile öğreniyoruz. Mesela karşıdaki kişiyi tanımamız, onunla empati kurmamız beynimizdeki ayna hücreler sayesinde gerçekleşiyormuş. Her şeyi ayna tutarak öğreniyoruz. Bebekken anne-babamızın konuşmasını taklit ediyoruz hatta komik oluyor ve reaksiyon alıyoruz. Bir şey öğrenmek için taklit etmek zorundasın. Oyunculuk noktasında da karakteri ne kadar iyi ve doğru taklit edersem o derece başarılı ya da başarısız oluyorum.
Melih Ekener
- Hayat tiyatronun neresindedir ve tiyatro, hayatta nerede başlar?
M.E.: İnsanın yaratılışı ile birlikte insanla tiyatro da doğmuştur, çünkü her şey taklitle oluyorsa insanın yaratılışından beri taklit de var. Ve tiyatro da var. İkisi de birbiri ile iç içe. İnsan doğduğunda zaten hayatın içinde tiyatro var.
- Tiyatro için yetenek gerekir mi?
M.E.: Ben inanıyorum ki tiyatro için yetenek gerekli değildir, insanlar için oynama konusunda verilmiş özel kodlamalar yok. Çünkü her insan oyuncudur. Evcilik oyununu kötü oynayan bir küçük çocuk gördün mü? Ya da doktorculuk oynarken doktoru kötü oynayan bir çocuk? Ya da hırsız-polis oynarken polisi, hırsızı kötü oynayan bir çocuk... İmkanı yok. Sadece tiyatro değil, bütün sanatlar insanda var. Kafasındakini kağıda dökmekse resim, kötü resim çizen çocuk yoktur. Hiç çizmeyen çocuk var mı hayatta? Kalemi eline almamış? Kalem yoksa toprağa bir şeyler çizer. Detone bir çocuk duydun mu? Detone ağlayan bir çocuk... Dolayısıyla sanat dediğimiz her şey yaratılışımızda bize kodlanmıştır. Üzerine düşersek herhangi bir dalına, geliştirip sanatçı oluruz. Ya da çevre etkisiyle bütün sanatçı kimliğimizi kaybederiz. "Eşek kadar oldun, hâlâ kovboyculuk mu oynuyorsun?" derler ve bu tür şeyler sanatçı kimliği bitirilir. Ama sanatçı olmak isteyen biri varsa bunu tekrar hatırlamaya çalışıyor. Oyunculuk bir yetenek ya da özel insanların işi değil. Çok seven ve ona yeniden kanalize olan insanların işi.
- Televizyon, tiyatroya ne yapıyor?
M.E.: Televizyon, tiyatroya önce destek oluyordu ama şimdi tiyatro, televizyona destek oluyor.
M.E.: Kamera önü oyunculuğu diye bir şey yaratıldı televizyonda, neyse o! Oysa oyunculuk, oyunculuktur. Kamera önünde az kısık oynarsın, tiyatroda biraz daha grotesk oynarsın. Ama kamera önü oyunculuk diye ayrı bir tarz çıkardılar. Ve bu kamera önü oyuncuları da sadece kamera önünde oynuyorlar. Böyle olunca da o oyunculuk biçimleri yeterli olmuyor, yönetmen çoğu istediğini yaptıramıyor onlara. İşte bu noktada da tiyatroculardan destek aldılar. Yakışıklı erkek, güzel kızı alıp yanlarına da iki tane tiyatrocu koydular onları destekleyecek; ve iki tiyatrocu da para için gittiler... Önceleri televizyonda gördüğünü tiyatroda seyretmek istiyordun, şimdi artık kimse tiyatroya gitmiyor. Herkes, "Amaaan, televizyona çıkar bunlar" diyor. Televizyon tiyatroyu, tiyatro da televizyonu öldürmeye çalışıyor.
M.E.: Tiyatro önde gibi görünüyor. Çünkü televizyonda işler tutmuyor, çok çabuk yayından kaldırılıyorlar. Bir de televizyona rakip şeyler çıktı alternatif olarak ve kolay ulaşılabilirler. Mesela ben televizyonu haber alma aracı dışında kullanmıyorum, haber de yoksa ne seyredeceğim ki.
- "Başka DünyanınNimetleri" kitabınız basılalı bir sene oldu. Şimdi de ikinci kitap yolda. Ne zaman okuyabileceğiz?
M.E.: "Yarasanın Günlüğü" benim ikinci kitabım. Hatta önsözünü bugün bitirdim, hikayesini anlattım. Ocak'ta okuyucu ile buluşacak.
- Söyleşimizin bugüne gelmesi de pek güzel oldu o hâlde. Peki "Yarasanın Günlüğü"nün hikayesi nedir? Nasıl çıktı ortaya bu fikir?
M.E.: 1984'e kadar giden bir hikayesi var. "Başka Dünyanın Nimetleri" kitabımda yazdığım minik minik öyküleri derledim ve bir kitap olacak kadar fazla olduklarını fark ettiğimde kitaplaştırma kararı aldım. Yeni kitabım "Yarasanın Günlüğü"nün kitaplaşma fikri ise insanların devamı gelecek mi diye sorması üzerine yıllar önce film sinopsisi olarak bile yazdığım bu projeye döndüm. Atıf Yılmaz'a vermiştim, "Çekilmez bu" deyip yüzüme atmıştı. Sonra Çarşaf karikatür dergisinde çizgi roman şeklinde yayınlamıştık, abim çizmişti. Çarşaf kapanınca yine kenara attım. 2003'te Radyo Tatlıses'te Cumartesi gecesi 12'de korku programı yaptım orada anlattım hikayeleri. Şimdi de altı tane uzun hikâyeyi yeniden düzenledim.
- İkinci kitap da hazır olduğuna göre üçüncü ne zaman?
M.E.: Üçüncüsü bir roman! Marmara Üniversitesi'nde drama dersleri veriyorum ben. Drama çoğu kişi için acıklı oyundur, çünkü dram ile karıştırılır. Akademik düzeyde araştırmalarımda ulaştığım şey dramanın ilk bilim olduğu. Pers'lerden Grek'lere geçen bir bilim... Stanislavski bu bilgi ile bir oyunculuk kuramı yaratmış, Moreno diye bir adam çıkmış bu bilgi ile psikodrama tekniklerini elde etmiş. Dramanın konusu insan. Bunu anlatmaya çalıştığım bir roman yazıyorum. Didaktik olmayan, ulaştığım bilgileri bir kurgunun içinde anlatmaya çalışıyorum.
- Bu sezon "Tamamla Bizi Ey Aşk" ve "Tak Tak Takıntı" oyunları ile sahnedesiniz. Yeni bir oyunda yine Ali Poyrazoğlu ile çalışacak mısınız?
M.E.: Ben yıllarca olabildiğince tiyatrodan kaçtım. Bir-iki oyunda oynadım, iyi metinler seçerek. Don Kişot Tiyatro ile bir oyunda yer aldım ve Azizname'de oynadım. Bir sezon kadar oynuyordum. Ali çağırınca kabul ettim. En son 90'da oynamıştım onunla, "Belki son oyunlarımız" dedi ve ikna oldum. Tamamla Bizi Ey Aşk'ın metnini yeniden düzenledik. Bir evlilik terapisi içinde Moreno'nun tüm felsefesini okuduk. Freud'u ve psikiyatriyi inceledik. Ortaya da çok keyifli bir oyun çıktı, yüzde 70'i emprovize. Ali de çok uzun süre sonra böyle bir oyun sahneledi ve oyun çok sevildi. Arkasından "Tak Tak Takıntı" teklifi ile geldi. Ben başta oynamak istemedim ama rahmetli Bülent Kayabaş'ın rolünü teklif ettiğinde kabul ettim. Bu rolde de onun yarattığı karakterden daha farklı nasıl bir karakter yaratabilirim diye epey çalıştım. Şimdi üçüncü oyun için ne seçecek ya da ben olacak mıyım olmayacak mıyım hiç fikrim yok.
- Seyirci ile oyuncu arasındaki ilişki nasıl? Nasıl olmalı?
M.E.: Seyirci ile oyuncu arasındaki ilişki samimi olmalı. Samimiyetten uzak olmamalı. Çünkü ne kadar samimi olursan, oynadığın karakter ile seyirciyi ikna etme şansın daha fazla. Samimiyetten kastım da oynadığın oyun kişisinin de bir insan olduğunu aktarabilmek. Samimi oyuncu da karizmaya sahip olan oluyor.