Sinan Ateş
Türkiye, bütün soru işaretlerinin yanıtlarının birileri tarafından bilindiği ancak bilmezden gelindiği bir ülkedir.
Faili meçhul kalan ya da yıllar sonra faili bulunup da sulandırılan ya da faili bulunduktan sonra zamanaşımına giren siyasi cinayetlere bakarsanız, bunu net biçimde görebilirsiniz.
2002'de öldürülen Necip Hablemitoğlu cinayeti davası misal…
Bir ucu özel kuvvetlere kadar ulaşan cinayetle ilgili itiraflarda bulunan kişiyi aslında bütün memleket 2005'ten bu yana biliyor.
Bir bırakılıyor, bir kaçırılıyor, bir yakalanıyor ve 20 yıl sonra konuşup, sonra da bunları inkâr ediyor.
Bütün bir ülke bu tabloyu oturup izliyor.
Sivas katliamı dosyası, Hrant Dink cinayeti dosyası, Uğur Mumcu cinayeti dosyası…
Onlarca örnek verilebilir.
Zira Türkiye'de işler yasalara göre değil kişilere ve konjonktüre göre yürüyor.
* * *
Ankara'nın göbeğinde, gündüz gözü öldürülen eski Ülkü Ocakları Başkanı Sinan Ateş cinayeti davası bu nedenle önemli.
Öyle bir dava ki başka cinayetlerde nasıl hareket edildiğini de aslında bize net biçimde gösteriyor.
Birileri cinayetin neden işlendiğini, Ateş'in neden hedef alındığını, azmettirenin kim olduğunu ilk günden bu yana gayet iyi biliyor ancak oturup gelişmeleri izliyor.
Birileri de aslında adalet sağlansın diye değil ama siyaseten faydalı gördüğü için cinayetin aydınlanması için çaba gösteriyor.
Net bir güç savaşı, açık bir Türkiye tipi yargılama örneği…
* * *
Ateş, 30 Aralık 2022'de öldürüldü.
19 ay boyunca soruşturma dosyası elden ele gezdi, başına gelmeyen kalmadı dosyanın.
Sonunda 22 sanık hakkında dava açıldı ancak o kadar eksik bir iddianame hazırlandı ki bizzat savcılığın yaptırdığı bilirkişi raporu, Ateş'in eşi Ayşe Ateş'in iddiaları, tanıkların vahim iddiaları bile iddianamede yer almadı.
Buna rağmen 1 Temmuz'da başlayan duruşmalarda söylenenler vahimdi.
Tetikçileri azmettirdiğini söyleyen Doğukan Çep, söze öldürdüğü, vurduğu insanlardan başlayıp, gövde gösterisi yapıyordu.
Ve sonra Ateş gibi bir ismi, davası nedeniyle verdiği parayı geri alamadığı için ayağından vurdurmak istediği masalına herkesin inanmasını bekliyordu. Özenle kurulan bu anlatıya göre Ateş ya yanlışlıkla öldürülmüştü ya da yakınları tarafından vurularak hayatını kaybetmişti.
Diğer sanıklar da "görmedik, duymadık, hiç yapar mıyız" korosu gibiydi.
* * *
İddianamenin en vahim tarafı, siyasi ayağını tamamen görmezden gelmesiydi. Mahkeme de duruşmalar boyunca iddianameyi gerekçe göstererek öyle yaptı.
Oysa dosyada yer alan, iddianamede değinilmeyen bilirkişi raporu, MHP'li isimlerin ve Ülkü Ocakları'nın rollerini açıkça ortaya koyuyor.
Anlamak için hukukçu olmaya gerek yok. Açık, seçik yapılanları görüyorsunuz.
* * *
Ankara 32. Ağır Ceza Mahkemesi ise bu bölüme hiç girmeden, ilk savunma ve avukat beyanlarını aldıktan sonra savcıdan esas hakkındaki görüşünü istedi.
İlginç değil mi, bu tip davaların 30 yılda bitirilemediği bir ülkede sadece 19 gün sonraya duruşma tarihi verilerek, sona yaklaşılıyor.
Savcı da mahkemeye paralel hareket etti.
Dün yapılan ve 10 dakika süren duruşmada esas hakkındaki görüşünü açıkladı.
Savcıya göre cinayeti, "alacak meselesi" nedeniyle savunmasını yapan Doğukan Çep ile eski Ülkü Ocakları yöneticisi Tolgahan Demirbaş azmettirmişti.
Cinayeti de sanıklar Eray Özyağci, Vedat Balkaya ve Suat Kurt işlemişlerdi. Savcı, diğer sanıklar için de öldürmeye yardım suçundan ceza talebinde bulundu. Üç sanığın beraatini istedi.
* * *
Önemli bir nokta savcının kritik sanıklar Serdar Öktem ve Mustafa Ensar Aykal hakkında "tasarlayarak kasten öldürmeye yardım", Aykal hakkında ayrıca "kişisel verileri hukuka aykırı olarak ele geçirmek ve yaymak" suçundan açılan dava dosyasının ayrılmasını talep etmesi.
Bu sanıklardan Öktem, MHP'lilerin avukatı olarak biliniyor. Aykal ise Ateş'le ilgili kritik bilgileri Ülkü Ocakları mensuplarına aktaran emniyet mensubu.
Her ikisi de telefonlarının şifresini vermediler. Öktem, şifreyi unuttuğunu, Aykal da bilmediğini söyledi. Tesadüf!
Ana davada, telefonla ilgili bilgilerin gelmesi bile beklenmedi. Öyle bir hızlı hareket etme arzusu. Oysa telefonlardan gelecek bilgiler, doğrudan diğer sanıklarla da ilgili. Ve henüz sanık olmayanlarla…
* * *
Duruşma 30 Eylül'e ertelendi.
Muhtemel ki mahkeme, esas hakkındaki görüşe karşılık yeniden savunma alıp, avukat beyanlarını dinledikten sonra hemen kararını açıklayacak.
Rekor bir sürede cinayet davası sonuçlandırılacak.
Ayrılan dosyaların akıbeti belirsiz ve iyice belirsiz hale gelecek.
* * *
Ancak düşünmemek elde değil.
Savcılık, iki ismi "azmettirme" suçu ile suçluyorsa, bu kişilerin motivasyonunu neyle açıklıyor?
Doğukan Çep, alacak meselesi diyerek suçu üstlendi ancak Demirbaş'ın neden azmettirme suçunu işlediği de belirsiz.
Kim ve neden Sinan Ateş'i hedef almış?
Demirbaş, Ateş'i öldürtmek isteyecek kadar neye öfkelenmiş?
Azmettiricilerin telefon görüşmelerinde sürekli talimat aldıkları anlaşılan kişilerin cinayetteki rolleri ne?
Tamamı belirsiz.
Neye dayanarak böyle ağır cezalar talep edilebiliyor o zaman?
Açıklık gerekmez mi?
Elbette böyle bir davada gerekmez ve gerekmeyecek.
* * *
Daha yakın zamanda Abdi İpekçi cinayeti davasının en kritik isimlerinden Yalçın Özbey, İstanbul'da yatağında öldü.
Tek bir gün Türkiye'de ceza almadan, eylemlerinin bedelini ödemeden.
Bahçelievler katliamının sanığı Haluk Kırcı, defalarca cezaevinden çıkartıldı, kaçırıldı ve kuş kadar cezalarla kurtuldu.
Susurluk skandalından önce işlenen faili meçhul cinayetlerinin katilleri ortada yok. Susurluk çetesi var ancak cinayetlerle bağı bulunamamış!
Ya da Sinan Ateş'in eşi Ayşe Ateş'in yok sayılan, "Sinan gazeteci dövdürttü, partiden talimat geliyormuş" itirafından yola çıkalım.
Aynı dairenin içinde yer alan isimler, yapılar nasıl oluyorsa ölümlerden, şiddet eylemlerinden, katliamlardan kurtulabiliyor her seferinde.
Kimin iktidarda olduğu fark etmiyor.
Her dönem, her iklimde cezasızlık politikası bu isimler için işliyor.
Mecbur kalınırsa birkaç tetikçiye ceza verilip, onların da çabucak dışarı çıkmasını sağlanıyor ve bu düzen sürüp gidiyor.
Diğer tarafta 1 Mayıs'ta yürümek isteyen öğrenciler, okullarında basın açıklaması yapan öğrenciler, hak arayan işçiler, soru yönelten gazeteciler, "hain" sayılan siyasetçiler durmaksızın cezalandırılıyor.
Sinan Ateş davası on yıllardır olanı biteni, yaşadığımız karanlığın nedenlerini açıkça gösteriyor.
Gökçer Tahincioğlu kimdir?
Gökçer Tahincioğlu, 1997'den 2018'e kadar Milliyet Gazetesi'nde yargı muhabirliği, Ankara Haber Müdürlüğü, köşe yazarlığı yaptı.
Haber, yazı ve fotoğraflarıyla Musa Anter, Metin Göktepe, Abdi İpekçi gibi isimlerin adını taşıyan gazetecilik ödüllerini aldı. Çağdaş Gazeteciler Derneği ve Türkiye Gazeteciler Cemiyeti Basın Özgürlüğü ödüllerine layık görüldü.
Bu Öğrencilere Bu İşi mi Öğrettiler?: Öğrenci Muhalefeti ve Baskılar (2013, Kemal Göktaş'la birlikte), Beyaz Toros: Faili Belli Devlet Cinayetleri (2013) ve Devlet Dersi: Çocuk Hak ve İhlallerinde Cezasızlık Öyküleri (2016), Çünkü Umurumuzda adlı mesleki kitaplara imza attı. Yaralı Hafıza ve Kayıp Adalet adlı derleme kitapların editörlüğünü üstlendi.
İlk romanı Mühür, 2018'de yayımlandı. 2020'de yayımlanan ikinci romanı Kiraz Ağacı ile Yunus Nadi Roman Ödülü'nü kazandı. Üçüncü romanı Sabahattin Ali'yi Ben Öldürdüm, Eylül 2023'te yayımlandı. 2018'den bu yana T24 Ankara Temsilcisi olarak çalışıyor.
|