18 Temmuz 2024

El öpenlerin çokluğu ve kutsal devletin suçları

Dövülenler belli, dövdürenler belli. Ortada bir suç tanıklığı var. Harekete geçen tek savcı var mı? Dayak yiyen insanların suç duyurusu üzerine başlatılan soruşturmalar öylece duruyor. Basit bir itiraf olarak bakıp üzerinden geçilecek mi? Devlet, bunun için mi var?

Öldürülen eski Ülkü Ocakları Genel Başkanı Sinan Ateş, MHP lideri Devlet Bahçeli, Emniyet Özel Harekât Başkanı Süleyman Karadeniz

MHP’liler, ülkücüler, MHP lideri Devlet Bahçeli’nin elini öpmek için sıraya giren özel harekât polislerine gösterilen tepkiye kızgın.

Emniyet Özel Harekât Başkanı Süleyman Karadeniz’in iki büklüm olup, Bahçeli’nin elini öpmesinin ne zararı olduğunu anlamıyorlar. Anlamadıkları gibi öfkeliler bir de… El öpenlerin eleştirilmesini bir saldırı sayıyorlar. Elbette öpecek, elbette iki büklüm eğilecek.

Elbette anlamayacaklar. Zira onlara göre devlet MHP, ülkücüler devletin doğal kadrosu… Onlara göre bir devletin çekirdeğini sadece onlar oluşturmalı. Sadece onlar saygı görmeli. Sadece onlar istediğini istediği kadroya sokup, istediğini sınır dışı etmeli. İstediğini dövüp, istediğine hakaret edebilmeli…

İstediğini terörist, istediğini hain ilan edebilme rahatlığı da buradan geliyor.

***

Ancak eleştirenler de zihniyetlerinin çok da farklı olmadığını gösteren cümleler kuruyor. Onlara göre de mesele içinde yaşadığımız sistemi ifşa eden fotoğraf değil, devletin el öpmesi.

Devletin, kişilerle özneleştirilip kutsallaştırılması. Onlara göre de kutsal olduğu için el öpmemeli devlet. İki büklüm olmamalı. Onlara göre el öpmek bir hiyerarşinin ifadesi ve bu nedenle el öpülmemeli…

***

Bir de cemaatçiler var. Kendilerini “hizmet hareketi” ilan edip, bir dönem “hizmet” sözcüğünü kullanmayanları terörist ilan edenler, ciddi ciddi herkes saygı görürken cemaatin devlette kadrolaşmasının ne sakıncası olduğu sorusunu soruyorlar bu fotoğrafa bakıp.

Hem Fethullah Gülen el de öptürmezdi…” diyerek tepki gösteriyorlar fotoğrafa. Parti kursalar, mücadele etseler yine anlaşılabilir ama yok, bir cemaat olarak devletin çekirdeğinde yer almak, sistemi şekillendirmek istiyorlar. Sıfır özeleştiri ile ona buna akıl veren bu insanların görüşlerine karşı cümle kurmak bile gereksiz…

***

Bu normalleşmeyi anlamak için Sinan Ateş cinayetine bakmak yeterli aslında.

Hatta öncesine, Ateş’in Ülkü Ocakları Başkanı olduğu döneme.

Suçlar kişisel elbette, kocasının katillerinin cezalandırılması için adalet mücadelesi veren Ayşe Ateş’in başkası adına özür dilemesine gerek yok.

Ancak Ayşe Ateş, sorumluluk hissediyor olacak ki eşinin Ülkü Ocakları Başkanı olduğu dönemde gazetecileri dövdürttüğünü, bunu eleştirdiğinde ise eşinden, “Partiden geliyor bu talepler, yapmazsam ocak başkanı olamam” yanıtını aldığını söylüyor.

Dövülenler belli, dövdürenler belli. Ortada bir suç tanıklığı var.

Harekete geçen tek savcı var mı?

Dayak yiyen insanların suç duyurusu üzerine başlatılan soruşturmalar öylece duruyor.

Basit bir itiraf olarak bakıp üzerinden geçilecek mi?

Devlet, bunun için mi var?

Kutsanmak için, tapılmak için mi var devlet? Neden bir devletin varlığının sürmesi istenir o zaman?

Elbette bu değil.

Devletin varlığının sürmesi istenir zira devlet size adalet vaadinde bulunur. Saldırıya uğradığınızda saldırganları cezalandırma, hastalandığınızda karşıda bir doktor bulabilme, eğitim almak istediğinizde okula gidebilme vaadinde bulunur. Devlet budur. O devletin sınırlarında yaşayan halkın başta adalet, ihtiyaçlarını karşılar.

***

Sinan Ateş cinayeti, öylesine çıplak hale getiriyor ki sistemi, yine buradan devam etmekte fayda var.

T24 muhabiri Asuman Aranca, dava açılmadan aylar önce, Ateş cinayetine ilişkin bilirkişi raporuna ulaşarak, haberleştirdi.

Şimdilerde televizyonlarda kaynak belirtilmeden anlatılan bu bilirkişi raporu nedeniyle tehdit edildi, suçlandı.

Hatta devlet kayıtlarındaki gizli bilgileri “reisim” dediği kişilere vermeyi vazife sayan resmi devlet görevlilerin avukatları, hızlarını alamayıp komplo teorileri bile kurdular. Çok bağırınca haklı olduklarını sanarak.

İşte iddianamede ustaca gizlenen bu bilirkişi raporunda görüyoruz ki, devletin komiseri, eski ülkü ocakları yöneticisine düzenli olarak insanların kişisel bilgilerini veriyor.

Ateş cinayetinin sanıklarından Tolgahan Demirbaş, cinayet büro komiserine numara gönderiyor ve “Amirim bizim GB (Genel Başkan) istedi de, 0505 …. telefon numarası, adres lazım bize sana zahmet olmazsa” diyerek Ateş’in telefon numarasını iletiyor. Komiser ise “Reisim” diye hitap ettiği Demirbaş’a, “Reis önceki GB’ye çıkıyor bu numara” yanıtını veriyor. Demirbaş’ın cevabı ise, “Aynen reis, onun ipini çekmişler” oluyor. Sonrasında komiser, “Birazdan arıyorum reis” yanıtını veriyor.

Tolgahan Demirbaş, 14 Nisan 2022’de yaptığı yazışmada da, komiserden cinayetin gerçekleştiği esnada Ateş’in ofisine gitmek üzere olduğu yakın arkadaşı ve avukatı Ali Yücel’e ait araç plakasının sorgulanmasını rica ediyor. Komiser de sistemden sorgulama yaparak Yücel’e ait adres ve telefon bilgilerini “Reisim” diye hitap ettiği Demirbaş’a veriyor.

Bilirkişi raporu açıkça gösteriyor ki komiserler, amirler, MİT mensupları bilgi akıtıyor Demirbaş’a. İnsanların evlerinin nasıl basıldığı, kimin nasıl dövüldüğü gayet net görülüyor. Geçmişten bugüne uzanan bir sistem bu.

***

Ateş cinayetinin duruşmalarında, çete mensubu sanık, insanları nasıl vurduklarını övünerek anlattı ve mahkeme suç duyurusunda bulunmaya bile gerek görmedi.

Ayşe Ateş, gazetecilerin nasıl dövüldüğünü anlatıyor ve kimse oralı olmuyor.

Açık seçik, emniyetin, insanların kişisel bilgilerini verdiği görülüyor ama kimse harekete geçmiyor.

Soruşturmalar, davalar sadece itiraz edenler için.

Devlet, sahibi olarak gördüklerine ilişmiyor.

Bütün bunlar ortadayken el öpmenin ne ziyanı olacak, yok elbette.

Aksine, zaten yürüyen bir sistemin açık seçik görünür olması iyidir.

Neden bu durumda olduğumuzu, neden yol alamadığımızı görmek iyidir.

Neden adaletsizliğe isyan edildiğinde, “devlet, devlet” diye bağırıldığını anlamak iyidir.

Kimin bu ülkeyi hiçbir çıkarı olmadan sevip güzelleştirmeye çalıştığını, kimin buna ikbal uğruna direndiğini anlatabilmek iyidir.

Gökçer Tahincioğlu kimdir?

Gökçer Tahincioğlu, 1997'den 2018'e kadar Milliyet Gazetesi'nde yargı muhabirliği, Ankara Haber Müdürlüğü, köşe yazarlığı yaptı.

Haber, yazı ve fotoğraflarıyla Musa Anter, Metin Göktepe, Abdi İpekçi gibi isimlerin adını taşıyan gazetecilik ödüllerini aldı. Çağdaş Gazeteciler Derneği ve Türkiye Gazeteciler Cemiyeti Basın Özgürlüğü ödüllerine layık görüldü.

Bu Öğrencilere Bu İşi mi Öğrettiler?: Öğrenci Muhalefeti ve Baskılar (2013, Kemal Göktaş'la birlikte), Beyaz Toros: Faili Belli Devlet Cinayetleri (2013) ve Devlet Dersi: Çocuk Hak ve İhlallerinde Cezasızlık Öyküleri (2016), Çünkü Umurumuzda adlı mesleki kitaplara imza attı. Yaralı Hafıza ve Kayıp Adalet adlı derleme kitapların editörlüğünü üstlendi. 

İlk romanı Mühür, 2018'de yayımlandı. 2020'de yayımlanan ikinci romanı Kiraz Ağacı ile Yunus Nadi Roman Ödülü'nü kazandı. Üçüncü romanı Sabahattin Ali'yi Ben Öldürdüm, Eylül 2023'te yayımlandı. 2018'den bu yana T24 Ankara Temsilcisi olarak çalışıyor.

 

Yazarın Diğer Yazıları

Resimdeki gözyaşları ve bir “sürecin” perde arkası

Acının fotoğrafına bakalım sıklıkla… Unutmamak gerçekten de bir sadakat borcu olsun… Bir çiçek nasıl olup da böyle acı verebilir insanlara?

Bir Türkiye resmi: Uyuşturucu, ölü bebek ve ölü bir kadın

Esra Uşak, boşanabilmek için uzaklaştırma kararı aldırdığı eşi Enes Uşak tarafından, çocuklarının durumu konuşmak için gittiğinde uyuşturucu verildikten sonra bıçaklanarak öldürüldü. İnsanlar uyuşturucuya nasıl bu kadar kolay erişiyor, kadınlar neden şiddet görmekten kurtulamıyor?

Büyük deprem skandalı: 12 yıl önceki rapor binlerce kişinin nasıl öldüğünü ortaya koydu

2020 tarihli AFAD raporunda “Olası büyük bir deprem gerçekleşmesi durumunda şehrin büyük bir kısmının etkileneceği öngörülmektedir” uyarısı yer alıyordu. İller Bankası tarafından 2011’de hazırlanan raporda da Kahramanmaraş’ta 50 yıllık bir zaman diliminde 6.0 büyüklüğündeki bir depremin olma olasılığı ise yüzde 48.1 olarak belirlenmişti

"
"