09 Nisan 2025
O zaman hukuktan bahsedelim.
Bir Türkiye gerçeği olarak her seferinde altını kalın harflerle çizmek gerekiyor. Hukuk devleti olabilmek şöyle dursun en azından kanun devleti olabilmek, bu çizgide kalabilmek için sonuna kadar mücadele etmek gerekiyor.
İmamoğlu protestoları sırasında, Saraçhane’deki mitingden sonra tutuklanan 301 kişiden büyük bölümü hakkında dava açıldı. Az sayıda insan itiraz üzerine tahliye edilse de bu insanların büyük bölümü halen tutuklu.
İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı, tutuklu şüphelilerden bir bölümü hakkındaki iddianameleri hızla hazırladı.
72’si tutuklu 74 sanık hakkındaki iddianame, önceki gün tamamlandı ve mahkeme hızla iddianameyi kabul etti.
Suça bakalım:
“Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu’na muhalefet”
* * *
Peki hangi maddesine?
Ne diyor bu maddede?
“Kanuna aykırı toplantı veya gösteri yürüyüşlerine katılanlar, ihtara ve zor kullanmaya rağmen dağılmamakta ısrar ederlerse, altı aydan üç yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.
Bu suçu, toplantı ve gösteri yürüyüşünü tertip edenlerin işlemesi halinde, bu fıkra hükmüne göre verilecek ceza yarı oranında artırılarak hükmolunur.”
* * *
Bu noktada duralım. Bugün bile iktidara yakın bütün isimler, tutuklananların polise saldıranlar olduğunu söylüyor. Büyük bölümü 2000 ve sonrasındaki tarihlerde doğan tutuklu sanıklar için hazırlanan iddianamede ise böyle bir suçlama yok.
İddianamenin ceza talep edilen bölümünde, 32/2. Maddeye göre bir suçlama yapılmamış. Bu maddede, “İhtara ve zor kullanmaya rağmen kolluk görevlilerine karşı cebir veya tehdit kullanılarak direnilmesi halinde, ayrıca 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 265’inci maddesinde tanımlanan suçtan dolayı da cezaya hükmolunur” düzenlemesi yer alıyor.
Demek ki savcılığın, bu sanıkların polise karşı cebir ve tehdit kullanarak direndiklerine yönelik bir tespiti de yok.
“Sadece polise asit, balta atanlar tutuklandı” diyenler okur da biraz sıkılır mı?
* * *
Mesele bununla bitmiyor…
İnfaz Kanunu’na göre bir suçtan hüküm giydiğinizde sadece yarısını yatıyorsunuz.
Suçun cezası altı aydan üç yıla kadar hapis…
Üst sınırdan ceza alsalar ve kesinleşse bile yatacakları süre yarısı. Denetimli serbestlik süresi ise zaten üç yıl.
Nasıl olup da cebir ve şiddet göstermeyen bu gençler tutuklanabildi?
* * *
İddianameye bakalım.
İddianamenin temel dayanağı, İstanbul Valiliği’nin yasak kararı.
Önce dört günlük eylem yasağı, ardından yasağı dört gün daha uzatma yönündeki karar…
Şöyle deniyor iddianamede:
“Adı geçen şahısların, 2911 Sayılı Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanununa Muhalefet suçu kapsamında şüpheli olarak soruşturma defterine kaydedilmesi, açık kimlik bilgileri belirtilen şüpheli şahısların açık adres bilgilerinin tespitine yönelik araştırma yapılması, açık adres bilgilerinin tespiti halinde, şahıslar hakkında arama, el koyma, inceleme ve gözaltına alma karar talebinde bulunulması talimatları verilmiş, bulunabilecekleri adresler tespit edilmiş,
İstanbul 9. Sulh Ceza Hakimliği'nin 2025/3825 D. İş sayılı kararı ile; tespit edilen adres ile eklentilerinde ve şüphelilerin üzerlerinde bir defaya mahsus olmak üzere gece vakti arama yapılması, aramalar sonucunda adresten ve şahısların üzerlerinden elde edilebilecek suç delilleri ile suç olabileceği değerlendirilen materyallere el konulması, el konulan malzemeler üzerinde ilgili birimlerce inceleme yapılması ve dijital malzemelerin kopyalarının alınarak, kütüklerinde arama yapılması ve çözümlerinin metin haline getirilmesi yönünde karar alındığı…”
Ne büyük bir suç işlemişler ki evlerinde arama yapılıyor, dijital materyallerine el konuluyor, gözaltı işlemi yapılıp, dört gün boyunca uzatılıyor?
İsnat edilen suç izinsiz eylem yapmak olarak belirlenmişse evlerde ne aranıyor, neden baskın yapılıyor?
* * *
İddianamede şöyle devam ediliyor:
“Anayasa ile güvence altına alınmış toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkı, 2911 Sayılı Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Hakkında Kanunun 3. Maddesinde ''Herkes, önceden izin almaksızın bu kanunun hükümlerine göre silahsız ve saldırısız olarak kanunların suç saymadığı belirli amaçlarla toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkına sahiptir'' hükmü ile tanımlandığı gibi aynı kanun ile kullanılmasının usul ve şartları belirlenmiştir… Toplantı ve yürüyüşün… yasaklanması veya ertelenmesi halinde tespit edilen erteleme veya yasaklama süresi sona ermeden düzenlenmesi halinde yapılan toplantılar veya gösteri yürüyüşlerinin kanuna aykırı sayılacağının düzenleme altına alındığı… şüphelilerin İstanbul Valiliğince alınan yasaklama kararına ve dağılmaları yönünde ikaz edilmelerine rağmen kanuna aykırı toplantı ve gösteri yürüyüşünde bulunmaya devam ettikleri…”
Bütün dayanak İstanbul Valiliği’nin kararı. Gazeteci Timur Soykan, valiliğin yasak kararının yürürlükte bulunmayan bir maddeye göre alındığını ortaya koydu ama iddianamede bunun tartışması bile yapılmamış. Oysa lehe kanıtların da toplanması zorunluluğu var. Ama savcılık kendini farklı konumlandırınca bu temel kuralları beklemek de bir hayale dönüşüyor.
* * *
O zaman İstanbul Valiliği’nin keyfe keder böyle yasak kararı alma yetkisi var mı, ona bakalım…
İktidarın elinde olsa kapatacağı Anayasa Mahkemesi’nin yakın tarihli iki kararı var. Cumartesi Anneleri’nin Galatasaray Meydanı’nda, valilik ve kaymakamlıkların yasak kararına rağmen toplanması ve bu nedenle sürekli gözaltına alınarak yargılanmaları nedeniyle verilmiş kararlar bunlar… Bakın ne diyor kararda:
- Kaymakamlık 'kanunlara göre herhangi bir bildirimde bulunulmadığından milli güvenlik, kamu düzeni, suç işlenmesinin önlenmesi, genel sağlığın ve genel ahlakın veya başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması amacıyla' yasaklama kararını verdiğini belirtmiştir. Müdahaleye dayanak olan yasaklama kararında toplantı için bildirim yapılmamasının kamu düzenini ne şekilde bozacağına veya başkalarının hak ve özgürlüklerini nasıl zedeleyeceğine dair hiçbir açıklamada bulunulmaması nedeniyle idarenin bu kanaate nasıl ulaştığı anlaşılamamıştır.
- Öte yandan idare, bildirimin amacının anılan hakkın etkin bir şekilde kullanılması için yetkililere makul ve uygun tedbir alma imkânı sağlamak olduğunu da gözetmemiştir… Barışçıl bir eylem söz konusu olduğunda ise idarenin -somut olayın koşullarına göre toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının etkin kullanımını sağlamaya yönelik pozitif yükümlülükleri gereği- toplantının gerçekleştirilmesi için tedbir alması gerekirken otomatik olarak yasaklama yoluna gittiği görülmüştür. Nitekim idare, yasaklama kararında kamu düzeni bozulması, bozulma tehlikesi veya başkalarının haklarının korunması gerekliliği gibi zorlayıcı şartlar olduğunu ortaya koymamıştır. İzah edilen sebeplerle idarenin etkinliği yasaklama kararı için dayanak gerekçelerinin haklı ve ikna edici olduğu söylenemez.
* * *
Anayasa Mahkemesi yarın başka şartlar altında bu içtihadını değiştirir mi bilinmez ama mevcut içtihat bu…
Sınırlama yetkisi keyfi olarak kullanılamaz, etkinliğin yapılması için önlem almak yerine yasaklama yoluna gidilemez.
* * *
Ve son olarak sürekli olarak bütün protestoların engellenmesine dayanak oluşturan 2911 sayılı meşhur Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu’na bakmak zorunlu.
Bu kanun, 12 Eylül cuntası tarafından hazırlandı. Hem de acele biçimde, 6 Kasım 1983 genel seçimlerinden sadece 1 ay önce.
Cunta yönetimi, sivil idareye yönetimi bırakmadan hemen önce bu kanunu çıkarmak istedi.
* * *
Ne hikmetse, sivil idareler, kolayca değiştirebilecekleri bu kanundan vazgeçemedi. AKP iktidarı öncesi kanunda AB’ye uyum doğrultusunda sadece 1998 ve 2002’de iki kez değişiklik yapıldı.
AKP döneminde ise AB’ye uyum gerekçe gösterilerek kanun defalarca değişti ancak sınırlamalar kaldırılmadığı gibi AB’ye göre demokratik haklar ve alanlar daha da daraltıldı.
AKP iktidarı, kanunu 2003, 2008, 2010, 2014 ve 2015 yıllarında tam beş kez değiştirdi ve toplam 21 maddesinde değişiklik yaptı. Eşit Haklar Derneği’nin kanunla ilgili raporunda, bu hususlar ayrıntılarıyla değerlendiriliyor.
AB 2014 Türkiye İlerleme Raporu’nda, bu değişiklikler için şu yorum yapıldı:
“Toplanma özgürlüğüne ilişkin olarak, Anayasa ile vatandaşlara, önceden izin almadan, toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkı tanınmaktadır fakat mevzuat ilgili makamlara geniş bir takdir yetkisi sağlamakta ve bu özgürlüğü, uygulamada önemli ölçüde kısıtlamaktadır. Gösterilere katılanları dağıtmak için güç kullanılmasında benimsenen temel kriter gösterinin barışçıl olmayan niteliğinden ziyade kanuna aykırı olmasıdır; bu durum AİHM içtihadına uygun değildir.”
* * *
AB 2015 İlerleme Raporu daha da net:
“İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) içtihadı henüz tam olarak uygulanmamaktadır.
Kanun, toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkını tanıyan ve güvence altına alan düzenlemelerden ziyade, bu hakkı sınırlayan hükümlere yer vermektedir. Kanunun özellikle “toplantı ve gösteri yürüyüşü yer ve güzergahı”, “toplantı ve gösteri yürüyüşü zamanı”, “bildirim verilmesi”, “yasak yerler” ve “kanuna aykırılık nedenleri” başlıklı maddelerinde kayıtlı hükümler göz önünde bulundurulduğunda; Türkiye’de kanuna uygun bir gösteri yürüyüşü düzenlemek nerede ise mümkün olamayacağı değerlendirilmektedir.”
* * *
Peki nedir askeri rejime, cuntaya karşı koymak?
Herhalde öncelikle getirdiği kuralları değiştirmekle işe başlamalı değil mi?
Eylem yapma özgürlüğünü değil, nasıl eylem yaptırılmayacağını düzenleyen bir kanuna sıkı sıkıya sarılıp üstelik o kanunu da tamamen protestocular aleyhine, lehe hiçbir kanıt arayışında bulunmadan kullanmaya ne isim vereceğiz?
ABD başta olmak üzere Avrupa ülkelerinde, bu ülkeleri de bırakın, demokratik standartları eleştiri konusu olan ülkelerde bile on binlerce kişi haftalarca sokaklarda eylem yapabilirken bu yasağı savunup, hukuktan yana gibi görünmeye çalışanların Anayasa Mahkemesi ve AİHM kararları için yapabileceği bir yorum var mı?
Elbette yok…
Yokmuş gibi davranmak ve bildiğini yapmak, yapılanı da adaletten, haktan yana göstermeye çalışmak huydur burada…
Hepsi bu…
Gökçer Tahincioğlu kimdir?Gökçer Tahincioğlu, 1997'den 2018'e kadar Milliyet Gazetesi'nde yargı muhabirliği, Ankara Haber Müdürlüğü, köşe yazarlığı yaptı. Haber, yazı ve fotoğraflarıyla Musa Anter, Metin Göktepe, Abdi İpekçi gibi isimlerin adını taşıyan gazetecilik ödüllerini aldı. Çağdaş Gazeteciler Derneği ve Türkiye Gazeteciler Cemiyeti Basın Özgürlüğü ödüllerine layık görüldü. Bu Öğrencilere Bu İşi mi Öğrettiler?: Öğrenci Muhalefeti ve Baskılar (2013, Kemal Göktaş'la birlikte), Beyaz Toros: Faili Belli Devlet Cinayetleri (2013) ve Devlet Dersi: Çocuk Hak ve İhlallerinde Cezasızlık Öyküleri (2016), Çünkü Umurumuzda adlı mesleki kitaplara imza attı. Yaralı Hafıza ve Kayıp Adalet adlı derleme kitapların editörlüğünü üstlendi. İlk romanı Mühür, 2018'de yayımlandı. 2020'de yayımlanan ikinci romanı Kiraz Ağacı ile Yunus Nadi Roman Ödülü'nü kazandı. Üçüncü romanı Sabahattin Ali'yi Ben Öldürdüm, Eylül 2023'te yayımlandı. 2018'den bu yana T24 Ankara Temsilcisi olarak çalışıyor. |
İmamoğlu protestoları sırasında İstanbul’da gözaltına alınan gençlerden biri ifadesinde “tacize ve hakarete uğradığını” söylüyor. Öğrencilerin beyanları, haykırışları dikkate bile alınmıyor; yargının bu konuda geniş kapsamlı bir soruşturma başlatmadığı biliniyor. Ama beyanları dikkate alınanlar da var, gazetecilik yaptıkları açık seçik olan meslektaşlarımız suç işlemiş gibi gösteriliyor…
Suçlama; “Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu’na muhalefet.” 12 Eylül ürünü bu yasanın mevcut İnfaz Kanunu’na göre, suçlu bulunsan bile tutuklama gerektirmediği açık ve seçik ortada… Tutanaklar gösteriyor ki hakimlikler ise “pişmanlık” istiyor…
Hizbullahçılar tahliye edilirken, diğer örgüt mensuplarının aynı kararlara dayanarak yaptıkları tahliye başvuruları tek tek reddedildi. Nadiren bir iki tahliye kararı çıksa da genel uygulama Hizbullah dışındaki örgütlerin üyelerinin başvurularının geri çevrilmesi
© Tüm hakları saklıdır.