* * *
Mühim cümle…
Zira insan onuru, uygarlık tarihinin başından bu yana insanların canı pahasına mücadele ettiği, korumak uğruna hayatını, yakınlarını, evini, barkını kaybetmeyi göze aldığı bir değer.
Her koşulda korunması gereken, insanın en hassas noktası.
12 Eylül zindanlarında işkence görenlerin anlatımlarına baktığınızda ortak bazı cümleler görürsünüz:
“Fiziksel acı geçiyor ama o his kalıyor…”
Bütün dünyada işkenceciler, bir yandan karşılarındaki insanı konuşturmak, anlık olarak cezalandırmak için işkence yaparlar. Ama bir diğer amaçları, kişiliğini, onurunu ezmektir. İktidar pozisyonu ile karşıdaki özne arasındaki en çıplak zaman. Bir insanlık tercihi…
İşkenceciler çoğunlukla yenilir. Kazandıkları sandıkları, güçlü olduklarını sandıkları anda yenildiklerini anlarlar. Onurunu çiğnetmeyen, inadına başı dik, ayakta duran kişinin iradesi ne kadar güçsüz olduklarını yüzlerine vurur.
Bir insanlık suçu işlediklerinin yüzlerine vurulması için ise öncelikle hakikate bağlılık gereklidir.
* * *
“Herhangi bir kamu malına ve görevli polis kuvvetlerine yönelik mukavemetim olmadı. Yakalanmam yapılırken çok sert müdahaleye maruz kaldım. Saçımdan çekildim, yerde sürüklendim. Kelepçe takılmaya götürülürken, ‘seni dövmeyeceğim, tamam’ deyip, ambulansın arkasına götürdü. Sakallı, bıyıklı, renkli gözlü ve uzun boylu boylarında olan erkek polis, ‘senin göğüslerin mi var’ diyerek göğüslerime dokundu. Ben o esnada altıma kaçırdım. Elbisem idrar içinde. Sonra kadın polis geldi. Zorbalık ve tacizde bulunan polise, ‘tamam, yeter yapma artık’ diyerek elinden aldı. Başı kapalı, kırmızı yelekli kadın polis, ters kelepçe ile beni yere yatırdı. Erkek polis başıma ayağı ile bastırdı. Doktor raporunda sol başımda ödem ve şişlik olduğu mevcuttur. Gözaltı aracına bindirildim. Kadın polis bana ‘piç’ diyerek hakaretler etti…”
Bu ifade, İmamoğlu protestoları sırasında İstanbul’da gözaltına alınan gençlerden biri tarafından verildi. Kamuoyuna yansıyan, tutanakları sosyal medyada gezinen ifadelerden sadece biri…
* * *
Ankara Barosu’nun raporuna bakalım…
“Başvurucuların hepsi çıplak arama ve darp eylemlerinin aynı odada gerçekleştiğini ifade etmiştir. Mağdurların bir kısmı, benzer çıplak arama uygulamasının işkence ve kötü muamele olduğunu, bu nedenle yapılmasını istemediklerini polis memurlarına belirtmelerine rağmen memurlar tarafından darp edildiklerini ifade etmişlerdir. Bir kısım başvurucular da gözaltındaki diğer kişilerin aramaların bitmelerini beklerken darba maruz kalanların seslerini ve çığlıklarını duyduklarını ifade etmişlerdir. Başvurucuların bir kısmı, daha önce aramaya giren başvurucuların çığlıklarını duydukları için çıplak aramaya direnmediklerini ifade etmişlerdir. Mağdurların maruz kaldıkları işkence ve kötü muamele yasağını ihlal oluşturacak fiilleri anlatırken zorlandıkları fark edilmiş, mağdurlardan Başvurucu 1, çıplak arama ve akabindeki darbı anlatırken ağlamıştır. Mağdurların genel olarak ruh hallerinin iyi olmadığı tespit edilmiş, olayın etkisi ile travmatize oldukları görülmüştür. Mağdurlar, eylemlerde bulunan polis memurlarını daha önce görmediklerini ve aralarında bir husumet olmadığını belirtmişlerdir.”
* * *
Yeniden Adalet Bakanı Yılmaz Tunç’un açıklamalarına dönelim:
“Ülkemizde kesinlikle çıplak arama diye bir durum söz konusu değildir, olamaz, buna izin veremeyiz. Dışarıda özellikle birtakım beyanlarda bulunuluyor, 'Burada çıplak arama yapıldı, işkence, vesaire...' Kesinlikle böyle bir durum söz konusu olamaz. İşkenceye sıfır tolerans politikasını uygulamaya devam ediyoruz. Bu konudaki kararlılığımızdan hiçbir zaman taviz vermedik. Türk Ceza Kanunu'nda işkence suçunun zaman aşımına uğramayacağına yönelik düzenlemeyi biz yaptık, 2013'te mevzuatımıza girdi. Bu konuda çok hassasız. Eğer bir tane örnek varsa cezaevlerinde ya da gözaltı durumunda bunun üzerine kararlılıkla bu ülkenin yargısı gider."
* * *
Ama gitmiyor. Bu beyanlar orada duruyor ve soruşturma başlatmak, yapanları araştırmak yerine Emniyet Genel Müdürlüğü bu iddialarda bulunanlar hakkında suç duyurusunda bulunulacağını açıklıyor.
Yargının bu konuda geniş kapsamlı bir soruşturma başlattığına yönelik tek bir açıklama ve bilgi yok. Başlatmadığı da biliniyor.
Nedense gencecik öğrencilerin beyanları, haykırışları dikkate bile alınmıyor.
* * *
Ama beyanları dikkate alınanlar da var.
Kara para aklama, yasadışı bahis soruşturmaların gözaltına alınıp tutuklanan, satın aldığı televizyona devlet tarafından el konulan bir kişi çıkıp, kendisiyle söyleşi yapan gazetecilerin Flash TV’yi almasını engellediklerini, kendisine baskı yaptıklarını söylüyor ve sabah baskınıyla gazeteciler gözaltına alınıyor.
Yetmiyor, tutuklanmaları talebiyle hakimliğe sevk ediliyor.
Yetmiyor, haftada üç gün imza karşılığında ancak serbest bırakılıyor.
Zaten satın alınmış bir televizyonun satın alınmasının söyleşi yoluyla aylar sonra nasıl engelleneceği bir muamma.
Devletin el koyduğu bir televizyonun bu kişiye satışına nasıl onay verildiği de öyle…
Buna onay verenlerin araştırılacağı yerde, gazetecilik yaptıkları açık seçik olan meslektaşlarımız suç işlemiş gibi gösteriliyor.
* * *
Bütün bunların söylenmesi, sıralanması boşa gibi gelebilir, boşa değil.
Yargının eşit ve adil davranmasını talep etmek bir yurttaşlık hakkı.
Gazetecileri suçlayanların beyanları anında dikkate alınıp operasyon yapılırken, öğrencilerin işkence ve taciz iddiaları için tek bir adım atılmamasının nedenini elbette ısrarla soracağız.
Adalet Bakanı’nın yüzyıllardır tekrarlanan ezber açıklamaları yaptığı sırada neden tek bir soruşturma açılmadığını elbette soracağız.
Türkiye’de uzun, upuzun yıllardır yalın bir gerçeği anlamamakta direnen bir kesim var. Taciz, işkence, kötü muamele iddiaları gündeme geldiğinde atılıp, “İhtiyaç olduğunda polisi ararsanız” diyen, neyi desteklediği meçhul, devlete bu şekilde destek olunabileceğini düşünen bir kesim.
İşkenceyle mücadelenin kimin için yapıldığını anlamamakta direnen bir kesim…
Görevlerini bütün risklere, ekonomik zorluklara rağmen özveriyle sürdüren polisin, savcının, kamu görevlilerinin de bunları yapanlar nedeniyle ne duruma düştüklerini görmek istemeyen bir kesim.
Bir toplum işkence iddiaları sumen altı edildiğinde değil, tek bir işkence iddiası bile gündeme gelmediğinde çiçek açıyor.
Bu iddiaları soruşturmak zorunluluk ve görev.
Ve o görevin yerine getirilip getirilmediğini sormak da en temel hak…
Gökçer Tahincioğlu kimdir?
Gökçer Tahincioğlu, 1997'den 2018'e kadar Milliyet Gazetesi'nde yargı muhabirliği, Ankara Haber Müdürlüğü, köşe yazarlığı yaptı.
Haber, yazı ve fotoğraflarıyla Musa Anter, Metin Göktepe, Abdi İpekçi gibi isimlerin adını taşıyan gazetecilik ödüllerini aldı. Çağdaş Gazeteciler Derneği ve Türkiye Gazeteciler Cemiyeti Basın Özgürlüğü ödüllerine layık görüldü.
Bu Öğrencilere Bu İşi mi Öğrettiler?: Öğrenci Muhalefeti ve Baskılar (2013, Kemal Göktaş'la birlikte), Beyaz Toros: Faili Belli Devlet Cinayetleri (2013) ve Devlet Dersi: Çocuk Hak ve İhlallerinde Cezasızlık Öyküleri (2016), Çünkü Umurumuzda adlı mesleki kitaplara imza attı. Yaralı Hafıza ve Kayıp Adalet adlı derleme kitapların editörlüğünü üstlendi.
İlk romanı Mühür, 2018'de yayımlandı. 2020'de yayımlanan ikinci romanı Kiraz Ağacı ile Yunus Nadi Roman Ödülü'nü kazandı. Üçüncü romanı Sabahattin Ali'yi Ben Öldürdüm, Eylül 2023'te yayımlandı. 2018'den bu yana T24 Ankara Temsilcisi olarak çalışıyor.
|