13 Temmuz 2024

Okuyucu'nun düşündürdükleri: Erotizm, gurur, suç, sorumluluk, korkaklık…

Tanımlanması zor ama film boyunca sık sık insanın karakterinin güçlü veya zayıf olmasının nelere yol açabildiğini düşündüm

Kimse ilk cinsel deneyimini unutmaz.

Ama bazılarında ilk ilişki, uzak bir anı olmakla kalmaz. Bütün hayat boyunca etkisini sürdüren, güçlü ve anlaşılmaz bir duygu olarak yaşamaya devam eder.

Özellikle de işin içine sırlar ve suçluluk kuşkusu girince.

* * *

Netflix’te başlayıp da kısa sürede yarım bıraktığım filmlerin sayısı giderek artıyor.

Okuyucu (The Reader) adlı filmi de “bir bakayım, belki fena değildir” diye izlemeye başladım.

Film çok iyi çıktı. Dahası sanki 2 saat içinde iki, hatta üç film görmüş gibi oldum.

Ve film bitince aklıma kim bilir kaç kez telaffuz ettiğim bir cümle geldi: “Artık ‘sürükleyici’ de olsa bittiği anda unutulan, iz bırakmayan kitaplarla ve filmlerle zaman kaybetmek istemiyorum.”

İşte böyle eserler olmalı!

İnsanı sarsan, bir kez izlerken en az bir kez daha izlemek istediğini hissettiğin, çok etkilendiğin ama her şeyi kesin olarak çözemediğin öyküler…

* * *

Son sahneleri 90’lı yıllara uzanan olayların başlangıcı 1958’e dayanıyor. Yolda birdenbire rahatsızlanan 15 yaşındaki ergene 36 yaşındaki bir kadın yardım eder.

Sonraki görüşmelerinde öne çıkan seks deneyimlerine giderek dostane sohbetler ve kitap okumaları eşlik eder (delikanlının kitap okuma önerisine aldığı cevaptaki gizemi anlamayız o sahnede: “Bana okunmasını tercih ederim”).

Yaz boyunca Michael’in hayatının en önemli bölümü haline gelen, yaş ve deneyim farkından dolayı Hanna’nın her açıdan baskın olduğu ilişki, bir gün aniden biter.

Genç, çok etkilendiği ve unutamadığı kadınla 8 yıl sonra trajik bir ortamda karşılaşır. Kendisi hukuk öğrencisidir ve staj görmek için izlediği savaş suçları mahkemesindeki sanıklardan biri, vaktiyle faşist Almanya’da toplama kamplarında gardiyanlık yaptığını ve bir kilisede 300 kişinin yanarak ölmesinin sorumlularından biri olduğunu öğrendiğimiz Hanna’dır.

Kadın muhtemelen 4 yıl kadar ceza alacaktır. Ama kilise katliamıyla ilgili olarak onun yazdığı iddia edilen bir emir durumu değiştirir. El yazısını alıp karşılaştırmak isterler.

Kadın küçük düşürülmektense emri kendisinin yazdığını söyler ve müebbet ceza alır.

Michael kadının okuma yazma bilmediğini haykırmak ve onu kurtarmak ister. Ama ya sırrı ortaya dökmekten çekindiğinden ya da kendisinin zor durumda kalacağı korkusuyla (belki her iki nedenle de) susar.

* * *

Yıllar geçer ve biz sanki ikinci filmi izlemeye başlarız. Kendini “hiçbir konuda başarılı görmeyen” adam (evlenip boşanmıştır, kızına yeterince iyi babalık yapamamıştır, sevgilileriyle ilişkileri de sorunludur) Hanna’yı unutamaz.

Sonunda bir karar alır ve yıllar önce okuduğu kitapları kasetlere kaydederek hapishanedeki Hanna’ya göndermeye başlar.

Kadın bu kasetler sayesinde yaşama tutunur. Hatta bu sayede okuma yazma öğrenir.

20 yılı aşkın cezaevi yaşamından sonra hakkında tahliye kararı alınır. “Dışarısıyla tek bağlantısı”, onu hiç ziyaret etmeyen ama sürekli kasetler gönderen Michael’dır.

Hapishane yönetimi, kadının yaşamını sürdürebilmesi için yardımının gerektiğini söylediğinde, adam 30 yıl kadar önce ilk ilişkisini yaşadığı Hanna’yı ziyaret eder. Kadın heyecanlı, adam ise soğuk ve mesafelidir.

Adam ona bir ev tuttuğunu ve iş bulduğunu söyler. Bir hafta sonra onu karşılayacaktır.

Bir hafta sonra kadın hücresinde intihar etmiştir.

* * *

Aslında son bölümde filme küçük ve anlamlı bir ek daha var ama ona girmeyelim.

Gerçek bir yaşam hikâyesinin anlatıldığı Bernhard Schlink’in aynı adlı romanından uyarlanan film Yahudi soykırımıyla ilgili gördüğüm diğer filmlerden çok farklıydı. O kadar farklıydı ki, bu kez kalbimin bir Nazi savaş suçlusundan yana olduğunu hissettim.

Başrollerinde Kate Winslet, Ralph Fiennes ve David Kross’un olduğu 2008 yapımı filmi Stephen Daldry yönetmiş. Okuyucu (The Raeder) çok sayıda ödülün sahibi.

Bu yazıyı yazarken filmi ikinci kez izledim.

Ardından hakkında yazılanları okudum.

Sıra Ekşi Sözlük’e geldiğinde birkaç sayfa sonra gerildiğimi hissettim. Oradaki pek çok “uzman yorumcu” o kadar akıllıydı ki, her konuyu şıp diye çözüp sık sık da ya adamı ya da kadını zehir gibi sözlerle mahkûm ediyordu.

Oysa filmin beni en çok etkileyen özelliği, tıpkı gerçek hayattaki gibi, birçok açıdan kesin olarak anlaşılmaz ve düşündürücü olmasıydı.

* * *

Erotizm, aşk, tutku…

Gurur, bencillik, sorumluluk, korkaklık, pişmanlık…

Suç, adalet, yüzleşme, hesaplaşma…

Yarım kalan hikâyeler, yarım kalan duygular, insanın yarım kalan olumlu ve olumsuz özellikleri…

Bunlar üzerine düşünüyorum filmi ilk izlediğimden beri, birkaç gündür.

Hanna sıradan bir emekçi kadın. Gardiyanlık dönemini ve suçların kıyısında gezindiği anları bile o kadar doğal anlatıyor ki, düzenin insanı ne hale getirdiğini onun içtenliği sayesinde görebiliyoruz.

Cahil ama karakteri ve gururu çok güçlü bir kadın.

Michael eğitimli, akıllı. Üstelik kötü biri de sayılmaz. Ama asla “yeterince iyi ve yeterince sorumlu değil”. Yapacağı iyiliğin sınırlarını kendi konforunun vazgeçilmezleriyle çizmeye alışmış bir korkak…

Birçoğumuz hatta aslında bazı durumlarda hepimiz böyle davranmaz mıyız? Yaptığımız “iyilik” bazen bizi rahatlatacak kadardır ama yardım ettiğimiz insanı kurtarmaz, hatta ona iyi gelmez.

Ve karakter!.. Tanımlanması zor ama film boyunca sık sık insanın karakterinin güçlü veya zayıf olmasının nelere yol açabildiğini düşündüm.

Şu hayat ne kadar zor.

Ve ne kadar çok sınavdan geçmemiz gerekiyor sürekli olarak…

Hakan Aksay kimdir?

Hakan Aksay, 1981'de 20 yaşında bir TKP üyesi olarak Sovyetler Birliği'ne gitti. Leningrad Devlet Üniversitesi Gazetecilik Fakültesi'ni bitirdi. Brejnev, Andropov, Çernenko ve Gorbaçov iktidarları döneminde 6 yıllık kıymetli bir SSCB deneyimi kazandı.

Doğu Almanya'da 1,5 yılı aşkın gazetecilik yaptıktan sonra TKP'den ayrılarak Türkiye'ye döndü. Bir yıl kadar sonra bağımsız bir gazeteci olarak Moskova'ya gitti ve 20 yıl boyunca (Yeltsin ve Putin dönemlerinde) çeşitli gazete ve TV'lerde muhabirlik ve köşe yazarlığı yaptı.

Bu dönemde Türk-Rus ilişkileriyle ilgili çok sayıda proje gerçekleştirdi. Moskova'da '3 Haziran Nâzım Hikmet'i Anma' etkinliklerini başlattı ve 10 yıl boyunca organize etti. Dergi ve internet yayınları yaptı. Rus-Türk Araştırmaları Merkezi'nin kurucu başkanı oldu.

2009'da döndüğü Türkiye'de 11 yılı T24'te olmak üzere çeşitli medya kurumlarında çalıştı; Tele1 ve Artı TV kanallarında programlar hazırlayıp sundu; Gazete Duvar'ın Genel Yayın Yönetmenliğini yaptı. Gazeteciliğin yanı sıra İstanbul Büyükşehir Belediyesi'nde Rusya-Ukrayna danışmanı olarak çalışıyor. Türkiye'nin önde gelen Rusya ve eski Sovyet coğrafyası uzmanlarından olan ve "Puşkin madalyası" bulunan Hakan Aksay'ın Türkçe ve Rusça dört kitabı yayımlandı.

 

Yazarın Diğer Yazıları

Ne kadar çok kötü insan var bu ülkede ve bu dünyada

Bana biraz geldiler. Onun için ben gidiyorum. Bir süreliğine...

“Esenboğa Operasyonu”: Biden başarı, Putin zafer kazandı

Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin hakkında tutuklama kararı çıkardığı Putin, bu takas ile birdenbire “Batı’nın muhatabı” oluverdi

Dışardaki Rus muhalifler: Yurt dışından bağırsan memleket duyar mı?

Rusya'da gerçekten muhalif olanlar ya “içeride” ya da “dışarıda”. Peki, yurt dışındakiler nasıl siyasi mücadele verebilir?

"
"