Hope Alkazar'da devam eden multidisipliner "XTOPIA IMMERSIVE" programı kapsamında, sanatçı Selçuk Artut tarafından hazırlanan etkileşimli, "Sonsuza Uzanan Motifler: Yeniden Yorumlar" sergisi, geçmişle bugünü, mimari ile müziği, geometri ile renkleri buluşturuyor. Sergi sadece sanatçının yaptığı bir eserin izlemesi değil; izleyici ile büyüyen, izleyicinin katkıda bulunduğu, kendi motiflerini ve buna bağlı müziğini yarattığı bir deneyim alanı.
Uzaktan bakınca birbirine çok benzeyen "Instagram'da çok iyi duran" işler gibi görünen dijital deneyim sergilerinin derinine inince bambaşka bir dünya, dünyaya bambaşka bir bakış ve anlatım dili olduğunu görüyorsunuz. Aslında çok daha önceden, Replikas grubundan tanıdığımız Selçuk Artut'un "Sonsuza Uzanan Motifler" sergisi bunun çok güzel bir örneği.
Mart ve Nisan aylarında ziyarete açık olacak sergi, XTOPIA IMMERSIVE ve XTOPIA LAB yapımcılığında gerçekleşecek paralel etkinlikler ile birlikte, Selçuk Artut, geometri ve medya sanatını buluşturduğu deneyim ve yaratımlarını bu programlar aracılığıyla ziyaretçilerle paylaşıyor.
"XTOPIA IMMERSIVE" programı, fütüristik ve yenilikçi sanatsal ve mimari işleri ile tanıdığımız Lalin Akalan'ın kurduğu oluşumun yani Xtopia Lab'in bir ürünü. Bu program kapsamında sene boyunca Hope Alkazar'da çeşitli etkinlikler düzenlenecek ve kodlama bilmeyen kişiler dahil, farklı seviyelere uygun dijital sanat eğitimleri gerçekleşecek.
Bu sergi vesilesi ile, son senelerde gördüğümüz çoğu hayranlık uyandırıcı yeni medya projesinin arkasındaki isim Lalin Akalan'ın hikâyesini dinledik ve işlerine bayıldığımız Selçuk Artut ile buluştuk. Önce Selçuk Artut'a veriyoruz sözü, ardından Lalin Akalan.
Selçuk Artut: Sezgisel yaratıcılık
Selçuk Artut
- Yaratım süreci ve tekniğinizden bahsedebilir misiniz?
Yaratım sürecimin odağında "diyalektik yaratıcılık" ismini vermeyi uygun gördüğüm bir yapı söz konusu oluyor. Diyalektik Yaratıcılık halinde yaratıcı süreç Hegel'in dile getirdiği tez, antitez, sentez oluşumu ile ortaklıklar taşıyor. Mesele ettiğim düşünsel ve/veya biçimsel bir olguyu ele alırken bu konu hakkında derinleşebilmek amacıyla farklı kaynaklardan beslenebileceğim bir kuluçka sürecine giriyorum. Ardından bilgimin pekiştiğini hissettiğimde, ufak tefek birtakım sonuç odaklı adımlar atıyorum. Bu adımlar neticesinde çıkanlar benim eser üretme yolculuğumdaki serbest çalışma alanlarını meydana getiriyor. Zihnimde beliren bir fikir bu sayede sezgisel bir yaratıcı yolculuğa dönüşüyor. Aşama aşama bu yolculukta ilerlerken, sıklıkla teknolojiyi fikrimin özü ile mücadele içine girebileceği olasılıklar için kullanıyorum. Ve sonunda hayallerimin ötesinde sentez diyebileceğimiz eserler ortaya çıkıyor.
- Matematik eğitiminizin yansımaları mevcut işlerinizde. Dijital medya sanatlarındaetkisi olan ama konudan bağımsız kişilerin fark edemediği günlük pratikler nelerdir?
Lisans eğitimimde severek ve isteyerek matematik okudum. Matematik, dünyayı tarif etmenin yöntemlerinden bir tanesi. Aynı zamanda da felsefe ile yakın dirsek teması içinde. İkisi de "her şeyi" tarif edebilmenin sınırlarında dolaşıyorlar. Eserlerim ele alındığında matematiğe tutkumun etkilerini fark etmek mümkün olabilir. Ancak sanat tarifsiz olmayı tercih eden, kalıpları olmayan bir yapıya sahip. Benim de ilgimi çeken kısmı bu tarifsiz olan kısımlar. Tarif etmek, ister istemez beraberinde ön yargıları ve kalıp düşünce yapılarını getirebiliyor. Oysa kimi zaman o tarif etme alışkanlığımızı yitirdiğimiz özgür anlar olabiliyor. Medya sanatında etrafta gördüğüm eserlerin bir çoğunda bu kısmın göz ardı edildiğini veya maksadını aşan bir iddia ile sunulduğunu görüyorum. Bu yüzden bir çok eserin tekrar eden bir görselleştirme çalışması olmaktan öteye gidemediğini görüyorum. Konudan bağımsız kişiler ise karşılarına çıkan eserlerin biçimsel kompleksitelerine kendilerini bırakıyorlar. Bu yaklaşımı da oldukça materyalist buluyorum. Günümüz sanatının salt görsellikten daha zengin bir entellektüel kapsam dahilinde sunulması gerektiğini düşünüyorum.
- Hope Alkazar'daki sergiyi gezen kişilerin neyi anlamasını ya da öğrenmesiniamaçladınız?
Eserin didaktik yönü olmasını asla istemedim. Herkes kendi deneyimleri ile mekandan ayrılmalı. Bu yüzden eserle etkileşim içine girmelerini ve zamanı arzu ettikleri şekilde tüketmelerini önemsiyorum. Mekana geldiklerinde kendi hazırladığım bir arayüz üzerinden içeride sergilenmekte olan eserin farklı varyasyonlarını seçip mekanın bütününe yansıtabiliyorlar. Bu etkileşimin yanısıra kendileri de aktif olarak desen üretebiliyorlar. Bir başka etkileşim noktası ise eseri oluşturan fikri anlattığım bir video çalışmasından oluşuyor. Herkesin ilgi ve meraklarına göre katman katman ördüğüm farklı içeriklere ulaşmaları mümkün. Zaman içerisinde bu etkileşimleri arttırmaya ve yeni desenler eklemeye de devam ediyor olacağım. Umut ediyorum ki sergiyi gezenler, günümüz medya sanatı ile geçmişin geometrik desenleri arasında kurmaya çalıştığım köprüyü hissedebilirler. Geleneğin bugüne dair ne kadar çok şey barındırdığını fark edebilirler.
Lalin Akalan: Quartz kristallerin sırrı
Selçuk Artut ve Lalin Akalan
- Selçuk Artut ile tanışmanız nasıl oldu, oradan başlayalım mı?
Selçuk, öğretim görevlisi Sabancı Üniversitesi'nde. Yaratıcı kodlama ve çok çeşitli deneyimler üzerine eğitimler almış. Benim de gittiğim, Türkiye'de çok az insanın gittiği bir felsefe okulunda yüksek lisans yapmış. Medya sanatı ve bunun bütün altlığı üzerine çok ciddi akademik kitapları, yazıları olan biri. Biz de biraz bu program kapsamında, kıdemli dediğimiz, hem öğrenen, hem öğreten, teknik altyapısı da belli bir seviyenin üzerinde olan ama hiçbir kapsayıcı mekanda, böyle bir teknik donanıma sahip mekanda sergi deneyimi olmamış yaratıcılarla çalışmayı hedeflemiştik. Selçuk'un matematik üzerine ve geometri sanatı üzerine ciddi araştırmaları var. Bunun için geziler yapıyor, farklı farklı topraklar ve medeniyetlerin geometri sanatına bakıyor. Bu geometrik şekillerin hepsi kendi içerisinde bir matematik formülünden bahsediyor. Bu matematik formülleri için, geçmiş kadim zamanların geometri sanatı demek bizim onları anlama şeklimiz olur. Hepsinde belli algoritmalar var ama biz onu dışta sadece bir süsleme olarak görüyoruz. Ama o süsleme de insanoğlunun neden buradayız sorusu ile başlıyor. Bu evrenin ve hayatın dokusunu anlamaya çalışma biçimlerimizden biridir matematik.
- Bunarın yansımasını sergide nasıl aktarıyor Selçuk?
Her şeyden önce matematikte çok iç içe olan Bach'ın müziklerini alıyor. Ve gördüğünüz her şey, etkileştiğiniz her şey eş zamanlı bir şekilde bir algoritmadan çıkıp dışa yansıtılıyor. Müzik ise sizin etkileşiminize ve yarattığınıza bağlı olarak, Bach'ın notalarını alarak eş zamanlı yeniden yaratıyor. Selçuk'un uzman olduğu alanlardan bir tanesi zaten müzik ve canlı kodlama. O yüzden bütün bu altyapıyı Selçuk'la beraber geliştirdik.
- Peki bir dakika, şu anda biz konuşurken ve sen yeni motifler çizerken müzik yeniden oluştu mu demek istiyorsun? Yoksa daha önce, kodlaması esnasında mı yapıldı?
Kodlama esnasında yapıldı ama müziğin açık alanları var. Mesela şimdi başka bir desene girdiğimiz zaman müzik değişti. O desenin akışına göre, buradaki oynamalara göre, burada eş zamanlı olarak o müziğin kodundan çekerek yeni doğurganlıklar da yaratıyor.
- Kaç motif var hazır olan?
Yirmi üç tane motif var. Bu motiflerin hepsi farklı araştırmalarından geliyor. Onların detaylı anlatılımını hem verdiğimiz linklerde, webde ve yapacağımız filmlerde anlatıyoruz. Aynı desende kaldıkça daha da değişen ve dönüşen bir deneyim. Mesela 20 dakika içinde daha fazla elektronikleşiyor, daha hızlanmaya başlıyor gibi.
- Ziyaretçilerin çizimleri arşivleniyor mu?
Biriktiriyoruz. Çok güzel şeyler çizenler oldu. "Sizin çizdikleriniz" diye bir seriye doğru gidiyoruz. Burada yadsınmayacak bir teknik altyapı mevcut. Bu oyun alanını yaratıcı komüniteye, dijital sanatçı komünitesine açabilmek istiyoruz. Bilgi aktarımı çok önemli. Biz de burada çalıştıkça yeni şeyler öğreniyoruz.
- Burada gerçekleşecek eğitimler herkese açık mı?
Evet herkese açık. Programlarda hangi seviyeye uygun olduğu, ne kadar ne öğrenecekleri belirtiliyor. Çünkü "deneyim tasarımı" dediğimiz şey çok teknik olsa da aslında çok insani bir şey. Yani bunu evinizde de yapıyorsunuz. Işığı biraz yumuşatayım, geldiği zaman misafir böyle geçsin, şu kokuyu alsın... Hepsini, tüm hisleri, ışık, koku, doku düşünerek siz de kapsayıcı bir şekilde yolculuğa dönüştürüyorsunuz. Bu yüzden "aslında bak sen de bunu yapabilirsin" diyoruz. Başını çözdükten sonra zaten dijital ortamda daha fazlasını öğrenmek için çok kaynak var. Bir de yine burada görsel işitsel performanslar yapıyoruz ve bu sayede sanatçıların seyirci ile etkileşim deneyimlerini artırmasına fırsat veriyoruz. Aslında bakarsanız bu topraklar dijital sanatları hep çok merak etti ve öncü oldu.
Galericilikten sanayiye
- Aslında matematiği çok iyi bir halk değiliz ama dijital sanatlara bu yatkınlığımız nereden geliyor? Gerçekten de dünyada öncü olan, en çok kazanan dijital sanatçılar arasında çok fazla Türkiyeli isim var.
Sanatçı Bager Akbay senelerdir şöyle der: "Bizim topraklar soyutlamaya çok yatkın topraklardır. Kendimize yaptığımız sansürler var, toprakların gereksinimleri var. O yüzden soyut düşünmeye yatkınız ve dijital sanat öyle bir alan açıyor." Ama bir de teknolojiye, dijitale çok kolay adapte olan bir ülkeyiz biz. Cep telefonunun yaygın olmadığı zamanlarda bile en çok kullanılan ülkelerdendik, gaming alanında da çok iyiyiz.
- Biraz da XTOPIA'dan bahsedelim. Nasıl kuruldu, senin bu alana ilgin nasıl oluştu?
Yaklaşık 2,5 sene önce kuruldu. Zaten yaptığım işi biraz daha kurumsal bir hale getirme amacı ile kuruldu ama bu alana ilgim nasıl başladı dersen, o ayrı. Ailemin işindne dolayı makineler arasında büyüdüm. Mesela 3 boyutlu yazıcı ile neredeyse 25 sene önce tanıştım. Robotlar, CNC makineleri, modellemeler, o endüstrinin gerçekliği olan şeyler içerisinde büyürken merakım da var tabii. Tasarım yönetimi okudum. Yani hep zaten bir ürün tasarımcısı olmak ya da o kafayla ilerlemek vardı. Sonra üniversitede sanatla tanışınca ve özellikle video sanatı ilgimi çekince sanayi dışına kaymaya başladım. Contemporary İstanbul'da bir sene çalıştım. 23 yaşında galerici oldum, bir galerim vardı ve o zamana göre epey güzel bir seleksiyonla başlamıştık. Türkiye'de ilk olan işler yaptık. Sonra battım. Dedem bana anneannemle bir küçük altın yollamıştı, acil durumda kır demişti. Çünkü batacaksın ama bat demişti. Galeride satış yapmak gerekiyordu ve ben satış insanı değilim. O arada yeni medya sanatı gelişmeye başladı. Bir arkadaşım aklındaki sergi için benden yardım istedi. Sadece mekanı ayarlamak için yardım istemişti ama Türkiye'nin ilk immersive sergisini, hatta Avrupa'nın ilk kubbe mapping'ini yaptık birlikte. İlk olduğunu sonra öğrendik. O dönemlerde İstanbul'da bu alanda çok iyi işler oluyordu. Haydarpaşa Garı'na mapping uygulanmıştı mesela. Gerçekten bu konularda Türkiye dünyada ilk. Biraz Türk kafası, pretiklik, kestirmeden gitme, zorluklar arasınd ayol bulabilme yeteneğinden bu. O dönem Lara Kamhi, Refik Anadol, Candaş Şişman işleri ile tanışmaya başladık. O sıralar hiçbirinin galerisi yok çünkü galeriler yeni emdya sanatçılarını almıyor. Bir rol model de yok ortada. Ve ben her seferinde bir şey yapıyor gibi hissediyorum, mutlu oluyorum yaparken ama yaptıktan sonra ağır buhranlara çöküyorum. Çünkü bunu nasıl finanse edeceğim bilmiyorum. İyi bir şey yaptım mı, doğru bir şey yaptım mı bilmiyorum. Bir geri bildirim mekanizması yok.
"Durdurun dünyayı"
- Medyadan ya da çevrenden gelen yorumlar?
Çok güzel geri dönüşler alıyorsun ama şimdiki gibi bu konunun okur yazarlığı yok… Sektörde yerini bulamayınca işe dönüşemiyor. Sonra yine sanayiye dönüyorum. Finansa koymuşlar beni, otomobillerde park sensörleri var, diyorum ki niye bu kadar pahalı bunlar? Her şey iki dolarsa, bu otuz altı dolar gibi. Diyorlar ki park sensörü içinde kuartz kristali var! Kuartza elektrik verince bir enerji alanı yaratıyormuş. Bu şekilde yakınlığı ölçüyor. Bir dakika diyorum. Bir de bana manyak dersiniz. Durdurun dünyayı. O gün bırakıyorum sanayiyi. Sonra araştırmaya başlıyorum, protein atlamasını bile bilen kristaller varmış. Orası benim kopma noktam oluyor. Daha fazla neler üretilebilire bakıyorum. 2015'te PSM'ye geçiyorum ve Digilogue'u kuruyorum. Tamamen sanat ve teknoloji dünyasına odaklanıyorum. Sonar ile bu gelişiyor.
- Dijital sanat nereye gidiyor, zirve noktasına ulaştı mı?
Bence ulaşmadı. Genel sektör ulaşmadı. Çünkü bizim çoktan biliyoruz dediğimiz şeyleri aslında genel izleyici kitlesinin yeni öğrendiğini gördükçe, oraya yeniden hizmet verme durumumuz doğuyor. İkincisi de yeni teknolojilerle bildiklerimiz farklı hallere geliyor. Şu an sanal gerçeklikten, kültür sanatta bilgi aktarımı için kullanılmasına, medikal sektörde yaygınlaşmasına kadar her yere girmiş ve artık hayatımzdan çıkamayack bir dile dönüşmüş durumda. O yüzden hızlanıyor. Büyük markalar bu nednele bizim gibi ajanslarla çalışmak istiyor, yeni bir yaklaşıma ihtiyaç var. Biz bu alanı şekillendiren kişiler olacağız biraz da. Çünkü dijital sanat üretimi ve ilgi arttı ama hepsinin niteliği aynı değil. Olmak zorunda da değil. Deneme yanılma olmalı. Kötü sonuçlar da olmalı. Ama kurumlar için bu işe yön vermek ve neyi değerli kılacağımızı görmek çok önemli.
- Peki Refik Anadol'un işlerinin de çok tartışılan yanlarından biri olarak bu sanatın "kolay", "faydası olmayan", "birbirini tekrarlayan", sadece sosyal medyada güzel görünen popüler işler yarattığı eleştirisi için ne düşünüyorsun? Bu kolay erişilebilirlik, kolaylıkla dijital sanatçı olunabilir algısı işin değerini düşürüyor mu?
Yeni medya sanatı diyoruz ama biz yeni kısmını sevmiyoruz. Çünkü medya her zaman aracıdır ve yenidir. Yani orada biz kendi içimizde de biraz ekollere bölünüyoruz ama bunun spekülatif işler olabileceğine de katılıyorum. Bir yandan da bir işteki mesaj karşı tarafa geçmiyorsa bence onun suçlusu biz oluruz. Yani eğer o arkadaki çalışma anlaşılmıyorsa, onun derinliğini anlayamıyorsa demek ki biz o tasarımda bir yerde eksik kalmışızdır diye düşünüyorum. Arka tarafı anlatmak da çok önemli. Bu yüzden de bu alanda eğitime, bu alanla tanışmaya önem veriyoruz. Çünkü oraya erişimi vermezseniz insan derinleşemiyor ve her konuda böyle. Bu bir müzeye gidip Mona Lisa'ya baktığımız zaman da böyle. Hani Mona Lisa gülümsemesi diye bir hikâye olmasaydı Mona Lisa'nın gülüp gülmediği umrumuzda olmayacaktı. Seçici filtreleyen kişiler ve kurumlar burada çok elzem bir yerde oluyor. Güzel gözüksün, reklamımız olsun deyip içi boş ileri koyuyorsa günü kurtarıyor belki ama geleceğe bir şey kalmıyor gerçekten.
- Buradaki bir başka eleştiri de işin aslında bilgisayarlarla, kodlamayla yapılması ve içind einsan ruhu olmayan bir işin sanat eseri olmayacağı… Yani yeni medya sadece makinelerden ibaret gibi algılanıyor. Bu konuda fikrin nedir?
O algı bence çok bilerek ve sistematik pekiştirilen bir algı. İnsanoğlunun bir sinir sistemi var ve bu kendi içinde de bir teknoloji zaten. Hatta en yüce ve en muhteşem teknoloji. Bunlar biraz daha hormonal ve biyohormonal nerolojik strüktürler. Bunları ne aktive ediyor? Duyular. Ki 6 duyu diyoruz ama orada o 20 küsür var. Işığın niteliği, niceliği, sesin frekansının farklı kullanımı, sağdan soldan aynı anda geliyor olması gibi gibi yani bizi gerçekten farklı beyin dalga boyutlarına ani şekilde geçirerekten farklı hormonları salgılamamızı sağlayan unsurlar var. Bunları nasıl kullandığın önemli çünkü bunların farkında olan, insanoğlunun neye nasıl tepki verdiğini davranışsal olarak ve nörotik olarak çok iyi bilen ve kullanan kurumlar var. "Sesin zekası" diye bir şey var mesela. Bizim bu konuda zaten daha farkında olmamız gerekiyor. Ve bunun gibi kapsayıcı alanlar da doğru kullanıldığı zaman bir farkındalık alanı oluyor insanın içerisinde. O yüzden mesela bir Bach bestesinin sergimizde olması önemli.