22 Aralık 2024

Benim oğlum bina okur, döner döner yine okur

Hürriyet Partisi’nin kuruluşundan 70 yıl sonra, bu iyi niyetli, umutlu girişimin nasıl kösteklendiğini, politikayı yalnızca partilerinin varlığı ile özdeşleştirenlerin bu heyecanı nasıl boğduğunu okuyunca ve günümüze bakınca benim oğlum bina okur, döner döner yine okur demekten başka ne gelir elden?

Başlıkta kullandığım, nedense belleklerden silinmeye yüz tutmuş atasözlerinden. Uğraşıp didinip belli bir başarıyı elde edememek ya da becerememek, yetersiz kalmak anlamlarında çok kullanırdı eski kuşaklar. 70 yıl önce bugün kurulan ama kısa bir süre sonra kuyruklu yıldız gibi siyasal hayatımızdan kayıp giden Hürriyet Partisi’nin hikâyesini Ertuğrul Günay’ın kaleminden okuyunca bu atasözünü anımsamıştım. Geçtiğimiz yıllarda İletişim Yayınları’ndan çıkan “Bir ‘Hürriyet’ Hikâyesi” adlı çalışmasında Günay, konjonktüre yenilmiş ama fikirleri, önerileri ile siyasal hayatımıza, özellikle de tek parti karakterini değiştirmekte zorlanan CHP’ye özgürlükçülük aşısı yapabilmiş bir siyasal oluşumu anlatıyordu. Hürriyet Partisi serüvenini okurken, yetmiş yıl önceki fikirlerin, önerilerin, mücadelenin neredeyse birebir bugün de geçerli olması, olayların bugün yaşanıyor gibi hissedilmesi ne acı!

1950’de tek parti yönetimini seçimle değiştirme başarısını gösteren ama kısa süre sonra aynı kisveye bürünen ve daha da otoriterleşme eğilimleri gösteren DP’nin içinden yükselen muhalefet bir umut ışığı gibi doğmuştu. Manisa Milletvekili Fevzi Lütfi Karaosmanoğlu otoriterleşmeye karşı bayrağı yükseltirken Menderes’e yolladığı bir mektupta şunları söylüyor:

Reis Beyefendi (…) İlk günden beri beraber olanlar niçin beraber olmuşlardır? Sadece bir adamı, bir zümreyi yerlerinden kaldırıp o yerleri işgal etmek için mi? (…) Halbuki bu topraklarda bir şeyleri değiştirmek için birleşmiştik. Değişen insanlar oldu. Sistem aynı (…) Hürriyet bayrağı ile iktidara gelen parti içinde hürriyet yoktur. Bu hal karşısında idealist partililer şaşkın, millet hayal kırıklığı içinde, üniversiteler hareket yeteneğini yitirmiş, matbuat zayıftır.”

Bu mektuptaki sözler bir süre sonra gerçekleşecek yeni oluşumun da anahtar sözcükleri olacaktır. Fevzi Lütfi Karaosmanoğlu önderliğindeki partinin programında o güne kadar pek de öne çıkarılmayan siyasal ve toplumsal hayata ilişkin öneriler yer alır: Seçmen yaşının 18’e indirilmesi, Cumhurbaşkanlığının partiler üstü konuma taşınması, üniversitelere özerklik verilmesi, mesleki örgütlerle sendikaların kurulmasına olanak sağlanması, yönetimin bütün işlemlerinin yargı denetimine açık olması, yönetimin partizanlıktan arındırılması, basın özgürlüğünün sağlanması…

Partinin genel başkanlığına seçilen Karaosmanoğlu, Ertuğrul Günay’ın araştırmasında belirttiği gibi genç yaşta siyasete ilgi duymuş, fikirlerini özgürce dile getirdiği için gözaltılar, tutuklanmalar ve baskılarla karşılaşmıştı: “Saltanata karşı cumhuriyetçi, işgal ve istilacılara karşı bağımsızlıkçıydı ama yeni rejimin otoriter ve baskıcı tutumuna karşı da mesafeli ve eleştiriciydi.”

Partide, sonraki dönemde adları çok duyulacak isimler de yer almıştı: Muammer Aksoy, Turan Güneş, Münci Kapani, Şerif Mardin, İbrahim Öktem vd. birçok entelektüelin, akademisyenin heyecan duyarak katıldığı ya da destek verdiği partinin görünümü için Günay şu değerlendirmeyi yapıyor:

“1950’li yıllarda ülke nüfusunun yarıdan çoğu okuryazar değildi. Hürriyet Partisi kurucularının çoğunluğu ise yüksek öğrenimli, bir kısmı yüksek lisanslarını yurtdışında yapmış, iyi eğitimli insanlardı. Anadolu’da parti örgütlerinde aynı ölçüyü tutturmak kolay değildi. Onların amacı sadece iyi eğitimli, bilgili insanları bir araya getirmek değil, siyasetin kalitesini yükseltmekti. Bu konuda kuşkusuz iyi niyetli, içtenlikli ancak ülke gerçeklerini yeterince göz önünde tutmayan bir anlayış içindeydiler.”

Partide yer alan Cihat Baban da sonradan bu durumu “bir parti olmaktan çok, masa etrafında toplananların fikir yarışmaları yaptıkları bir akademi manzarası gösteriyordu” diye betimleyecektir. Parti Anadolu’nun derinliklerinde bu görünümdeydi ama Ankara’da hava başka türlü esiyordu. 1956’da yeni katılımlarla milletvekili sayısı CHP’yi geçmişti. Hürriyet Partisi artık ana muhalefetti. Bu güçlü rüzgâr, DP’nin seçimle iktidardan düşürülebileceği umudunu da taşıyordu. Bu amaçla muhalefet partileri bir araya geliyorlar ve artık tamamen otoriter bir yönetim anlayışıyla ülkeyi yönetmeye çalışan Menderes Hükümeti’ni seçim iş birliği ile iktidardan düşürmeyi amaçlıyorlardı. CHP, kendisinin gerçekte en büyük parti olduğu fikrini kolay kolay terk edemese de masa kurulmuştu. Ancak DP de boş durmuyor ve muhalefetin arasına ikilik sokmaya çabalıyordu. Nitekim bunu başaracaktı ve ardından hemen erken seçime gidecekti. Sonuç seçime ayrı ayrı giren muhalefet için hüsrandı. DP büyük oy kaybı yaşamıştı ama yine iktidardaydı. Özgürlükçü söylemle, seçime giren adaleti, liyakati öne çıkaran Hürriyet Partisi yüzde üç civarında oy alarak beklenmedik bir başarısızlığa uğramıştı. Hikâyenin bu bölümünün 2023 Türkiye’sine ne kadar benzediğini vurgulamaya gerek var mı?

Ertuğrul Günay, çalışmasında bu başarısızlığın temel nedenini şöyle açıklıyor:

“Basında yazdıkları, Meclis’te konuştukları iyi hazırlanmış, araştırılmış, bilgi dolu ve önemliydi ama 1950’lerin Türkiye’sinde basın mesajlarının halka ulaşması için yeterli değildi. Parti kuruluşunun yarattığı heyecanı, heyetler halinde gezerek, dalga dalga Türkiye sathına yaymaları gerekiyordu. Bunun yerine Ankara’da masa başı tartışmaları, düzgün metinler, bildirgeler, programlar yazmayı önemsemişler ama siyasetin halkla yüz yüze yapılan bir insan ilişkisinin içerisinde yer bulabildiği gerçeğini ihmal etmemişlerse de gereğini tam anlamıyla yerine getirememişlerdi.”

Hikâyenin sonrası hüzünlüdür. Uzun tartışmalardan sonra parti feshedilir ve CHP’ye katılma kararı alınır. Genel Başkan Karaosmanoğlu, gençliğinden beri mücadele ettiği bir diğer otoriter partiye katılmaktan pek memnun değildir ama birkaç yıl içinde yarattıkları atmosferin CHP’yi de etkilediğini görmekten elbette mutluluk duymaktadır. CHP’nin birleşme kurultayında onaylanıp kamuoyuna sunulan “İlk Hedefler Bildirgesi” büyük oranda Hürriyet Partililerin görüşlerini içeriyordu. Bir süre sonra CHP’de kabuk değişimine neden olacak olan “ortanın solu” anlayışının temelinde de bu bildirgenin etkili olduğunu söylemek abartı olmaz. Başka bir deyişle, Hürriyet Partisi, kendini feshederken CHP’ye özgürlükçü bir aşı yapmayı başarmıştı.

Türk siyasal hayatının makûs kaderi mi desek, ilk seçimde iktidardan düşürülebilecek DP, ne yazık ki bir askeri darbeye maruz kaldı. Siyaset dünyası toz duman oldu: “Yeni partiler kurulmuş, seçimler yapılmış, Meclis açılmıştı. Ama ortam bu kez bir kişinin değilse de bir merkezin, derinden derine varlığını sürdüren bir askeri cuntanın gölgesindeydi. Söylenecek ve söylenmeyecek şeylere akıl ve vicdanlardan önce izin ve karar vermeye çalışıyor, çokları da buna uymakta sakınca görmüyordu. İtaat geleneği, kapıkulluğu anlayışı berdevamdı.”

Hürriyet Partisi’nin lideri Fevzi Lütfi Karaosmanoğlu, 1961 seçimlerinde CHP’den milletvekili seçildi ama Günay’ın saptamalarına göre CHP’ye ve siyasete karşı bir yabancılaşma duygusu içindeydi. “Kuvveti hak sayan siyaset oyunu”na karşıydı. Tam da o günlerde askerlerin isteği üzerine “27 Mayıs’ı ve uygulamalarını eleştiren düşüncelerin suç sayılması” amacıyla bir yasa çıkarılmak istenmişti. Anayasa Komisyonu üyesi Fevzi Lütfi Karaosmanoğlu, komisyonda beklenmedik bir çıkış yaptı: “Yasama Meclisi’nde söz özgürlüğü kullanılamayacaksa 1961 Anayasası neye yarayacaktı?” Ertuğrul Günay’ın, Cihat Baban’dan (Politika Galerisi, Remzi Kitabevi) aktardığına göre, askerlere cesarete karşı çıkıp sert bir konuşma yapan Karaosmanoğlu “Sözlerini bitirince yerinden kalktı, salonu terk etti, hiç kimseye danışmadan, hiç kimseye haber vermeden milletvekilliğinden istifa etti. Ertesi gün de Ankara’yı terk ederek Salihli’ye, toprağına döndü.”

Siyasal hayatımıza bir anda umutlu bir gündem kazandıran, ilk kez özgürlüklerin ve adaletin önemini vurgulayan, batı tipi demokrasinin olabilirliğini bu coğrafyada göstermek isteyen Hürriyet Partisi’ne benzer şekilde, lideri de bu tavrıyla bir kuyruklu yıldız ışığıyla gelip geçti; Günay’ın dediği gibi: “İnandıklarını, düşündüklerini özgürce söylemekten vazgeçmeden siyaset yapmaya çalışanların yüz yıldır aradıkları ama bir türlü bulamadıkları, erişemedikleri bir hayal; güzel bir rüya gibi...”

Hürriyet Partisi’nin kuruluşundan 70 yıl sonra, bu iyi niyetli, umutlu girişimin nasıl kösteklendiğini, politikayı yalnızca partilerinin varlığı ile özdeşleştirenlerin bu heyecanı nasıl boğduğunu okuyunca ve günümüze bakınca benim oğlum bina okur, döner döner yine okur demekten başka ne gelir elden?

İbrahim Dizman kimdir?

1961'de, Çanakkale'de doğdu. Ankara Üniversitesi'nde, Siyasal Bilgiler Fakültesi'nde Türk Dili, Güzel Sanatlar Fakültesi'nde Yaratıcı Yazarlık dersleri verdi.

1983'ten beri çeşitli kültür-sanat ve edebiyat dergilerinde eleştiri-röportaj, değerlendirme ve kültür tarihi üzerine inceleme-araştırma yazıları yazdı.

İbrahim Dizman'ın ikisi roman olmak üzere yayımlanmış 20 kitabı var; bir kitabı Yunancaya da çevrildi.

Dizman'ın yönetmenliğini yaptığı 4 belgesel film de bulunuyor.

Sahnelenmiş iki tiyatro oyunu bulunmakta. Ayrıca, çeşitli sahne gösterileri de hazırladı ve uyguladı.

Kültür Bakanlığı Roman Başarı Ödülü, Behzat Ay Ödülü ve Genel-İş Abdullah Baştürk İşçi Ödülü sahibi de olan Dizman, çeşitli yıllarda Çağdaş Türk Dili ve Roman Kahramanları dergilerinin yayın yönetmenliğini ve editörlüğünü yürüttü. Türkiye PEN üyesidir. 

Kitaplarından bazıları:

Suyun ve Rüzgârın Şehri Çanakkale, İletişim Yayınları, 2020

Aşrı Memleket Trakya (T. Bilecen'le birlikte), İletişim Yayınları, 2018

Adı Başka Acı Başka (Karadeniz'in Son Ermenileri), İletişim Yayınları, 2016

Kardeşim Gibi (A. Papadopulos ile birlikte), Heyamola Yayınları, 2016

30 Yıl 30 Hayat (Ç. Sezer'le birlikte), İmge Kitabevi Yayınları, 2010

Başka Zaman Çocukları (roman), 2007, Heyamola Yayınları, 2007

Denize Düşen Dağ (monografi), 2006, Heyamola Yayınları, 2006

Belgesel filmleri: 

Kardeş Nereye: Mübadele, senaryo yazarlığı ve danışmanlık (yön: Ö. Asan), 2010

Oyunlarla Yaşayan Şehir, yönetmen, 2012

Hrant Amca: Memlekete Dönüş, yönetmen, 2016

Poliksena: Kız Öldün, yönetmen, 2018

Yola Gelmeyenler, yönetmen, 2020

 

Yazarın Diğer Yazıları

Macerası çoktan bitmiş o şeylerden

Birkaç gün öncesine dönün lütfen, yılın son gününe; telefonunuza düşen Whatsapp mesajı, artık olmayan kitabevlerinin önlerinde sergilenen kartpostalları, zarfları, onlara pul yapıştırmayı, postane bankolarını, size gelen beklenmedik kartları, anımsatmadı mı?

Yalnızlığımız ayak izimizdir

Baş döndürücü bir hızla değişen ve çevremizi dijitalleşmeyle saran yeni hayat biçimi doğrusu bizi pek yalnız bırakmıyor, inanılmaz bir kuşatmayla zihnimizi de ruhumuzu da yoruyor. İstemesek de her yere izimizi bırakarak yaşayıp gidiyoruz

Yazarlar da roman kahramanıdır

Roman Kahramanları İstanbul Edebiyat Festivali’nde yüzlerce roman ete kemiğe bürünürken aslında o öğrenciler birer Don Kişot oluyorlar, arslanlar kafeslerinden çıkamayıp öylece kalıyorlar

"
"