05 Ocak 2025

Macerası çoktan bitmiş o şeylerden

Birkaç gün öncesine dönün lütfen, yılın son gününe; telefonunuza düşen Whatsapp mesajı, artık olmayan kitabevlerinin önlerinde sergilenen kartpostalları, zarfları, onlara pul yapıştırmayı, postane bankolarını, size gelen beklenmedik kartları, anımsatmadı mı?

The Time Machine (Zaman Makinesi) filminde unutulmaz bir replik vardır: “Hepimizin kendine ait zaman makinesi vardır. Geçmişe götürenlere anılar, geleceğe götürenlere ise hayaller deriz.” Filmin ütopik temasının yanında katı hakikati vurguluyordu bu cümleler.

Gerçekten de aslında her birimiz zaman makinesine sahibizdir ve hatta belki bütün yaşamımız geçmişe ve geleceğe mekik dokur gibi gidip geldiğimiz zihinsel bir zaman makinesi içinde geçmekte. Çünkü yaşanılan her an bir çentik atılarak yerleşir belleğimize ve kendini asla unutturmaz. “Anı” dediğimiz şey de bu çentiktir. Hayatın içinde yürüdükçe çentikler çoğalır; geçtiğimiz her yerde ayak izlerimiz kalır. Bir ses, bir obje, bir koku, bir insan, bir şarkı ve en çok da bir sözcük bir anda yakalar bizi ve geleceğe akan zamanın tersine, geçmişe doğru kendi ayak izlerimizi takip etmemizi ister. O obje, o koku, o insan, o şarkı ya da o sözcük sizin zaman makinenizdir işte.Bu zihinsel işleyiş hiç durmasa da kendini belirli zamanlarda daha çok hissettiriyor sanırım. Doğum günleri ve yılbaşılar öyledir örneğin. Siz bu yazıyı okurken yeni bir yıla girmiş olacağız; birkaç gün öncesinin iyi dilekleri, umutlu seslenişleri, heyecanlı beklentileri, tatlı hayalleri, yani gelecek zaman tasavvuru gündelik rutin içinde erimeye başlamış olacak. Ancak birkaç gün öncesine dönün lütfen, yılın son gününe; kendi yaşınızın çerçevelediği geçmiş yılbaşılarınızı hatırlamadınız mı? O çerçevede çok yıl birikmişse eğer; ışıklı mağaza vitrinlerinin önünde beliren siluetiniz başka zamanları çağrıştırmadı mı? Telefonunuza düşen Whatsapp mesajı, artık olmayan kitabevlerinin önlerinde sergilenen kartpostalları, zarfları, onlara pul yapıştırmayı, postane bankolarını, size gelen beklenmedik kartları, anımsatmadı mı? Geçmiş zaman yılbaşılarına kendi ayak izinizi takip ederek gitmediniz mi? Şimdi bir masal, hatta biraz puslu ya da siyah beyaz günler gibi düşünülen zamanlara, şimdiyi yaşayanların sadece romanlarda olduğunu sandığı 70’li yıllara (hatta 80’ler bile) gitmediniz mi? Ajda Pekkan “Si tu savais combien je t'aime”, yani “seni ne kadar sevdiğimi bilseydin … hayatım senin ellerinde yeniden başlıyor” diyerek ekranda belirdiğinde ya da Nilüfer o buğulu sesiyle “Son arzum nedir diye gelip de bana sorsalar”ı dönemin fırfırlı, dantelli elbisesiyle söylemeye başladığında eğer aşkı bulduğunuz yaştaysanız o şarkılar zihninizde derin bir çentik oluşturmadı mı? Ve sonra geçmişi bugüne o görünmez bağlarla iliştirip aynı şarkılarla sevdiğinize seslenmez misiniz? Yanıtınız evetse, çok gelişmiş bir zaman makineniz var demektir, hayatınızın içindeki ayak izleriniz hiç silinmemiş demektir. Stefan Zweig bu durumu “Ne çok zaman geçmiş ne çok zaman yitirilmişti, ama tek bir düşünceyle ve tek bir saniyede en başa dönülebiliyordu" diye açıklar. Ahmet Muhip Dranas’ın okudukça insanın içine işleyen o şiirini bilirsiniz. Bir yerinde şöyle der:

Söylenmemiş aşkın güzelliğiyledir
Kâğıtlarda yarım bırakılmış şiir;
İnsan, yağmur kokan bir sabaha karşı
Hatırlar bir gün bir camı açtığını,
Duran bir bulutu, bir kuş uçtuğunu,
Çöküp peynir ekmek yediği bir taşı... 

Geçmişin çağrışımı olan o çentiklerin “an”lardan oluştuğunu ne güzel vurgular Dranas. Kâğıtlarda yarım bırakılmış şiirlerin/ sözlerin gerçekte bizim ayak izimiz olduğunu, belleğimize bir oya gibi işlenmiş o an’ların görüntülerinin asla silinmeyeceğini ne kadar etkileyici anlatır.

Aurelius Augustinus yüzyıllar önce geçmişin gerçekte olup bitmiş şeyler olduğunu söylemişti. Yaşanmış ve bitmiştir ona göre: “Hiçbir şey geçip gitmemiş olsa geçmiş zaman olmaz…” Bir bakıma haklı. Nasıl ki yürürken ardımızda bıraktığımız ayak izlerimizi göremiyorsak yaşanmış an’ları bugüne taşıyıp durmak da hayatın ağırlık noktasını değiştirebilir, akıp giden ömrün dengesini bozabilir. Yaşanan an, bugün birçok açıdan daha değerlidir; geçmişi değiştiremeyiz ama bugünü ve elbette kısmen geleceği biçimlendirebiliriz. Dranas da öyle düşünüyor:

Ey unutuş! kapat artık pencereni,
Çoktan derinliğine çekmiş deniz beni;
Çıkmaz artık sular altından o dünya.
Bir duman yükselir gibidir kederden
Macerası çoktan bitmiş o şeylerden.
Amansız gecenle yayıl dört yanıma
Ey unutuş! kurtar bu gamlardan beni

İbrahim Dizman kimdir?

1961'de, Çanakkale'de doğdu. Ankara Üniversitesi'nde, Siyasal Bilgiler Fakültesi'nde Türk Dili, Güzel Sanatlar Fakültesi'nde Yaratıcı Yazarlık dersleri verdi.

1983'ten beri çeşitli kültür-sanat ve edebiyat dergilerinde eleştiri-röportaj, değerlendirme ve kültür tarihi üzerine inceleme-araştırma yazıları yazdı.

İbrahim Dizman'ın ikisi roman olmak üzere yayımlanmış 20 kitabı var; bir kitabı Yunancaya da çevrildi.

Dizman'ın yönetmenliğini yaptığı 4 belgesel film de bulunuyor.

Sahnelenmiş iki tiyatro oyunu bulunmakta. Ayrıca, çeşitli sahne gösterileri de hazırladı ve uyguladı.

Kültür Bakanlığı Roman Başarı Ödülü, Behzat Ay Ödülü ve Genel-İş Abdullah Baştürk İşçi Ödülü sahibi de olan Dizman, çeşitli yıllarda Çağdaş Türk Dili ve Roman Kahramanları dergilerinin yayın yönetmenliğini ve editörlüğünü yürüttü. Türkiye PEN üyesidir. 

Kitaplarından bazıları:

Suyun ve Rüzgârın Şehri Çanakkale, İletişim Yayınları, 2020

Aşrı Memleket Trakya (T. Bilecen'le birlikte), İletişim Yayınları, 2018

Adı Başka Acı Başka (Karadeniz'in Son Ermenileri), İletişim Yayınları, 2016

Kardeşim Gibi (A. Papadopulos ile birlikte), Heyamola Yayınları, 2016

30 Yıl 30 Hayat (Ç. Sezer'le birlikte), İmge Kitabevi Yayınları, 2010

Başka Zaman Çocukları (roman), 2007, Heyamola Yayınları, 2007

Denize Düşen Dağ (monografi), 2006, Heyamola Yayınları, 2006

Belgesel filmleri: 

Kardeş Nereye: Mübadele, senaryo yazarlığı ve danışmanlık (yön: Ö. Asan), 2010

Oyunlarla Yaşayan Şehir, yönetmen, 2012

Hrant Amca: Memlekete Dönüş, yönetmen, 2016

Poliksena: Kız Öldün, yönetmen, 2018

Yola Gelmeyenler, yönetmen, 2020

 

Yazarın Diğer Yazıları

Yalnızlığımız ayak izimizdir

Baş döndürücü bir hızla değişen ve çevremizi dijitalleşmeyle saran yeni hayat biçimi doğrusu bizi pek yalnız bırakmıyor, inanılmaz bir kuşatmayla zihnimizi de ruhumuzu da yoruyor. İstemesek de her yere izimizi bırakarak yaşayıp gidiyoruz

Benim oğlum bina okur, döner döner yine okur

Hürriyet Partisi’nin kuruluşundan 70 yıl sonra, bu iyi niyetli, umutlu girişimin nasıl kösteklendiğini, politikayı yalnızca partilerinin varlığı ile özdeşleştirenlerin bu heyecanı nasıl boğduğunu okuyunca ve günümüze bakınca benim oğlum bina okur, döner döner yine okur demekten başka ne gelir elden?

Yazarlar da roman kahramanıdır

Roman Kahramanları İstanbul Edebiyat Festivali’nde yüzlerce roman ete kemiğe bürünürken aslında o öğrenciler birer Don Kişot oluyorlar, arslanlar kafeslerinden çıkamayıp öylece kalıyorlar

"
"