21 Temmuz 2024
Türk Dil Kurumuna göre doğru yazımı "ötanazi" olarak gösterilse de bazı kaynaklarda "ötenazi" olarak da geçen sözcük, tarihsel süreç içinde her daim tartışılmış; kavramın temelini ölmek isteyenin rızası oluşturmuş.
Bugün bazı ülkelerde tıbbın geldiği seviyeye, sunulan tedavi olanaklarına rağmen çare bulunamayan, hastalığın iyileş(tirile)mediği, hastaya nitelikli bir yaşam sağlanamadığı durumlarda, acı çeken kişinin yaşamının belli koşullarda ve belli biçimde sona erdirilmesi hâli olarak ötanazi uygulanıyor.
Yani sokaklarda dolaşan dostlarımızın itlaf edilmesini, katledilmesini "ötanazi" kelimesiyle örtmeye çalışmak, bunu bir yasa haline getirerek resmileştirmek, karara imza atanların kurumuş vicdanlarına su serpmeyecektir, yastığa başlarını koyduklarında masum gözlerin silueti benliklerinden kaybolmayacaktır, diye düşünüyorum.
Sözcük olarak kullanılsın ya da kullanılmasın, "ötanazi" kavramı tarih öncesinden beri toplumsal yaşamda karşılık bulmuş; antik Yunan'da ve Eski Roma'da bile tartışılmış. Ünlü imparator Nero'nun hocası olarak bilinen Romalı filozof, devlet adamı, oyun yazarı Seneca, MÖ 4 yılı ile MS 65 yılları arasındaki yaşamını "bineceğim gemiyi, oturacağım evi seçiyorsam, ölümümü de seçmeliyim" diyerek kendi iradesi ve İmparator Neron'un izni ile sonlandırmış.
Bazı kaynaklara göre de Seneca'yı intihar etmeye Neron zorlamış; o da bileklerini, kestikten sonra son nefesini verene kadar orada bulunanların önünde sorulan sorulara cevap vermeye çalışarak, izleyenlerle felsefi konular tartışarak ölümünü teatral bir hale getirmiş.
Ötanazi, Eski Yunancada güzel - iyi anlamlarına gelen "eu" ile "ölüm" karşılığında kullanılan "thanatos ( tanasium)" kelimelerinin birleşiminden alınarak "güzel ölüm" olarak anlamlandırılmış; önce İtalyancaya sonra da Batı dillerine girmiş. Sözlüklere 19. yüzyılda dahil edilen kelime günümüzdeki kullanımına yakın olarak ilk kez İngiliz filozof ve bilim adamı Francis Bacon tarafından 16. yüzyılda dile getirilmiş.
Antik çağlarda bile uygarlıkların ilkel geleneklere ve ampirik uygulamalarına rağmen, -bazı istisnalar dışında- intihar etme hakkı toplum ahlakında uygun görülmemiş, yasalaşmamış, tedavi edilemez hastalıklara, yaşamı zorlaştıran sakatlıklara, uzuv kaybedenlere bile bu hak verilmemiş.
Yani ötanazi terimi, "iyi ölüm" olarak anılsa da ölümün mümkün olan en acısız ve hızlı şekilde sağlanmasını içeren uygulama anlamına gelen etimolojik kavramı içinde dahi tedavisi mümkün olmayan hastalıklar durumunda uzun süreli ıstıraptan kaçınmak için uygulanması şeklinde bile belli bir açıklığa kavuşmamış.
Tıbbın babası olarak anılan İstanköylü Hipokrat, günümüze kadar gelen ve çağlar boyunca tüm tıp doktorlarını bir potada kucaklayan, MÖ 420 yılında derlediği yeminde bunu açıkça belirtmiş. Hipokrat "hasta istese bile kimseye ölümcül bir ilaç vermeyeceğim ve böyle bir tavsiyede bulunmayacağım" diyerek hem kendini hem de bu yemini mesleğe başlarken tekrarlayan meslektaşlarına yol göstermiş; bazı hastalıkların neden olduğu korkunç acıya rağmen hastanın yaşamının mümkün olduğu kadar korunmasından yana olduğunu beyan etmiş. Onun bu kararlı duruşu yüzyıllar sonrasında bile hızla gelişen tıp biliminde ötanaziye dair düşüncelere yön göstermiş, -farklı görüşler olsa da- temel doğruların belirlenmesinde kaynak olmuş.
Antik Yunan'da intiharla ilgili görüşler büyük farklılıklar göstermiş. Bir yandan kişinin kendi canına kıyma eylemi, korkaklık ve hayatın zorluklarıyla yüzleşmede cesaret eksikliği anlamına geldiği için sert bir şekilde eleştirilmiş; bir yandan da herkesin kendi hayatı hakkında özgürce karar verebileceği düşüncesi de kabul görmüş.
Hristiyanlık öncesi klasik dönemde ana düşünce akımları olarak varlığını hissettiren Epikurosçuluk ve Stoacılık gibi ahlak felsefesi mecraları tıbbi ötanaziden bahsetmemişler ama belirli bağlamlarda intiharı etik açıdan kabul edilebilir ve saygıya değer bir eylem olarak değerlendirmişler.
Yani biraz açmak gerekirse, hayatta acıyı görmezden gelerek mutlu olmayı hedefleyen, kişisel hazzı önemseyen Epikuros felsefesi ile adil ve erdemli bir yaşamı hedefleyen Stoacı düşünü sistemlerinde intihar etik açıdan kabul edilebilir ve saygıya değer bir eylem olarak görülmüş; genel kabul görmüş.
Bugün ötanaziyi bir hak olarak savunan görüşlere göre, arkaik uygarlıklardan yaşama son verme - verdirme geleneğini miras alan Antik Yunan bu uygulamaya bir isim vererek "sosyal ötanazi" kavramını ortaya koymuş. Eski Yunan Devleti'nin savaşçı bir toplum olduğu, dolayısıyla zayıf bireylere yer olmadığı düşüncesi içinde fiziksel mükemmellik taşımayan, yaşamı başkaları için sorun teşkil eden herkesin ortadan kaldırılması gerektiği tartışılmış. Yüzyıllar sonra Hitler faşizmine yol gösterecek olan bu yolla gelecekte sağlam - sağlıklı (!) bir toplum yaratılması düşünülmüş.
Bazı kaynaklara göre, Platon bile "beden ve ruhen" sağlıklı olmayanların toplumdan ayıklanmasından yana olduğunu beyan etmiş; 4. yüzyılın bir diğer ünlü filozofu Aristoteles de bu acımasız geleneğin -sadece uzman lokman hekimler aracılıyla yapıldığında- "siyasi faydası" olacağı konusunda hemfikirmiş.
Bu düşünceler bu şekliyle Eski Yunan'dan Roma İmparatorluğu'na geçmiş; o yıllarda şehir yaşamında intihar oldukça yaygınmış. İntihar etmek isteyen kişi sıklıkla kölelerin veya akrabaların yardımına gereksinim duyuyormuş.
MÖ 63 – MS 14 yılları arasında yaşamış Roma'nın ilk imparatoru Augustus Sezar'ın Yunanca ötanazi terimini kullanarak kendisine iyi bir ölüm dilemesi, tanrılara, kendisine ve diğer erdem tutkunlarına "iyi bir ölüm" lütfünü bahşetmeleri için dua etmesi ilerideki yıllarda da felsefecileri ve bu konuda düşünce üretenleri etkilemiş.
Orta Çağ'da Hristiyanlığın yayılmasıyla kilisenin ölümle ilişkiyi tekeline alması bu konudaki tartışmaların yönünü tamamen değiştirmiş; insan hayatının ne zaman sona ereceğinin belirleme gücünün yalnızca Tanrı'ya ait olduğu görüşü etkili olmuş.
MS 5. yüzyıldan 15. yüzyıla kadar toplum üzerinde çok etkili olan Hristiyan doktrini, hüküm sürdüğü topraklarda insanın varlığını ve yaşam şeklini sürekli olarak düzenlemiş; insanın kendini hayattan mahrum bırakmayı çok ciddi bir günah olarak görmüş. Çünkü kendi isteğiyle ölümü seçmek Tanrı'nın insana bahşettiği en büyük armağanı küçümsemek anlamına geliyormuş. Denilebilir ki, günümüzde sık sık "yaratılanı severiz; yaradandan ötürü" tekerlemesini nutuklarında kullananlar benzer bir doktrini benimsemiş olsalar da sokak hayvanları için sık sık ölümü göstermelerinin çelişki olduğunun farkında değiller!
İntihar etme yerine Orta Çağ'da savaşta kahramanca ölme, din uğruna "kutsal" savaşlarda hayatını feda etme kavramları ön plana çıkmış. Savaşta ciddi şekilde yaralanan rakibinin can çekişine son vermek ya da aynı saflarda savaşa girdiği omuzdaşının acısını dindirmek için Avrupa topraklarında "misericordie" adı ile anılan ince uçlu uzun hançerler "iyi ölüm" kavramı çerçevesinde yaygın olarak kullanılmış.
13. yüzyılda yaşamış ünlü ilahiyatçı Thomas Aquinas, Aristotelesçi düşünceden temel alarak, intiharı seçerek kendilerini yok edenleri sert bir şekilde eleştirmiş.
Dante, 14. yüzyılda intihar edenleri Cehennemin VII. dairesine yerleştirmiş; sonsuza kadar korkunç cezalara katlanmak zorunda olduklarını yazmış.
Rönesans'ta Thomas More (1478-1535) yaşamın gönüllü olarak kesintiye uğratılmasını savunmuş, kaynaklara göre ötanazinin yasalaşmasının ilk modern destekçisi olmuş. Onun ünlü eseri "Ütopya" satır aralarında "… tedavi edilemez hastalara mümkün olan en iyi şekilde bakılmalı, ancak iyileşme umudu yoksa ve hasta sürekli çekiyorsa, o zaman rahiplerle yargıçlar, kendisini bu acı hayattan kurtararak ya da rıza göstererek onu ölmeye teşvik edebilirler…" demiş. Ama yine de denilebilir ki, başka bir hayata "ölüm verme" kavramını hiçbir zaman açıkça dile getirmemiş.
1870'te, hekim olmayan SD Williams, hastaların hayatlarını sonlandırmak için uyuşturucu özellikli ilaçların kullanılmasını önermiş; ötanazi kavramı 19. yüzyılın sonlarından itibaren metinlerde görülmeye başlanmış.
1870 ile 1936 yılları arasında, ötanazi etiği üzerine tartışmalar Amerika Birleşik Devletleri ile İngiltere'de devam etmiş. Ötanazi lehinde ve aleyhinde olan savlar farklı ülkelere yayılmış
20. yüzyılın başında İtalyan ve Fransız sözlüklerinde neredeyse aynı anda ötanazi kavramı "euthanàsia" olarak yer almış; "acısını ilaçlarla ortadan kaldıran tıbbi çalışmalar sayesinde iyi - sakin bir ölüm" olarak tanımlanmış.
Geçtiğimiz yüzyıl içinde, ötanazi konusu sosyal ortamlarda hem savunulmaya hem de eleştirilmeye başlayınca Avrupa'da yavaş yavaş ötanazi yanlısı oluşumlar ortaya çıkmış; bunlar kısa bir süre içinde "Dünya Ölme Hakkı Dernekleri Federasyonu" altında birleşmiş. Bu dernekler ötenazi konusunda farkındalığı artırmak için hem kamuoyuna hem de hükümetlere, parlamentolara hitap etmeye, ölümcül hastaların tüm haklarının tanınması gerektiği vurgulamaya başlamış.
Birinci Dünya Savaşı'nda çok sayıda ağır yaralı askerin tedavisi mümkün olmayacak bir şekilde ortada kalması, bu kişilerin acılar içinde ölüme terk edilmesi ve bu konuda o günün şartları içinde yapılacak bir şey ol(a)mamasının kayıtsızlığı, ötanazi tartışmalarını güçlü bir şekilde alevlendirmiş.
Alfred Hoche ve Karl Binding'in 1920'de yayımlanan "Yaşama Değeri Olmayan Hayatların Ortadan Kaldırılması Yetkisi" başlıklı kitabından etkilenen Alman faşist aydınlar (!) "toplumsal ötanazi" kavramını yeniden ele almaya başlamışlar.
Onlara göre tedavisi mümkün olmayan hastalar, kişisel, sosyal ve ekonomik acıların da taşıyıcısı olarak görülmüş, onlara ötanazi uygulanmasıyla fiziksel acılarına son vermenin yakınlarını özgürleştireceği, ülkenin ekonomik kaynaklarının daha akılcı bir şekilde dağıtılmasına olanak sağlayacağı ileri sürülmüş.
Bu tartışmaları kendine örnek alan Hitler faşizminin kural koyucuları, "sosyal ötanazi" uygulamasıyla "ırksal hijyeni" hedeflemişler. Ortopedik kusuru olanları, spastik, omurilik felçli, down sendromlu hastaları, konuşma - ağır davranış bozukluğu yaşayanları, kısacası genel olarak ağır fiziksel özrü olanları gaz odalarına göndererek gelecekteki Alman ırkının güçlenmesini düşlemişler.
Naziler, "Aktion T4" olarak adlandırdıkları bu vahşi uygulama ile hastaların ve yakınlarının rızasını sormadan, kurbanları gaz odalarına, ölüme göndermişler.
Nazi aklına göre, iyileşmesi mümkün olmayan hastalara harcanacak paralarla topluma ekonomik yarar sağlanacak, alınacak – üretilecek yeni silahlarla ülke müreffeh olacakmış.
Goebbels tarafından "toplu yardım" amacıyla organize edildiği belirtilen, "Aktion T4 sosyal ötanazi" planı zaman zaman toplumdan gelen tepkilerle durdurulmuş olsa da süreç içinde yaklaşık 200 bin kişi ölüme gönderilmiş.
Aramızda hayvanlara sevgi ve saygı duyanlar çok olsa da, tarihimiz hayvanlara yapılan zulmün izleriyle dolu. Cumhuriyetin ilk yıllarından bu yana bakıldığında eski gazeteler hayvanları korumak için kurulan oluşumların yaptıkları itlaflarla, öldürdükleri köpeklerin sayısı ile öğünmeleriyle dolu.
Hatırlasanıza, yakın zamana kadar Adalarda çalıştırılan zavallı atlara yapılan işkenceyi gördüğümüz halde başımızı çevirdiğimiz oluyordu. Dinlendirilmeyen, doğru - dürüst beslenmeyen, adaleleri ısınmadan depara kaldırılan atların ayakları kırıldığında ölüme terk ediliyor, kanayan yerleri kahverengi ayakkabı boyasıyla gizleniyordu.
Bence bu yasaya kuru kuruya karşı çıkıp bağırıp çağırmakla sonuç almak mümkün değil. Ülkenin yarısından fazlasını yöneten CHP belediyeleri icraatları ile çözüm bulmak ve iktidara aday olduklarını göstermek zorundalar. Özellikle büyükşehirlerin ve büyük ilçelerin yapacakları bu konuda diğerleri için örnek olacaktır, diye düşünüyorum. Maça gitmek için uçak kiralayıp birilerini yurt dışında misafir edenler, sokak hayvanları için acil olarak çağdaş barınma yerleri kurmalıdır, diye düşünüyorum.
Yazılarımda hayvan hakları, devletin 3-5 kuruş para geliri için öldürülmesine, avlanmasına ferman çıkardığı yaban hayvanları, hayvanlara yapılan kötü muameleler ve hayvan sevgisi ile ilgili aktarımlarım oluyor. Ama bu defa sorun büyük! Sizde de aynı çağrışım oldu mu bilmiyorum ama sokak hayvanlarını -sanki rızaları varmış gibi- topluca öldürmeyi "ötanazi" kelimesiyle örtmeye çalışmak, Nazi döneminde yapılanları hatırlattı bana.
Vicdan sahibi hayvan severler, TBMM Tarım Orman ve Köyişleri Komisyonu'ndaki görüşmelerin ertelenmesini değil, geri çekilmesini; bu konuya insani çözüm bulunmasını istiyor.
Güzellikleri biriktirmenizi dilerim.
https://penshare.it/storia-eutanasia/
Small Animal Euthanasia, An Issue of Veterinary Clinics of North America
https://accademiadellacrusca.it/
https://www.gastearsivi.com/gazete/son_posta/1935-11-25/7
https://www.gastearsivi.com/gazete/vakit/1933-09-16/9
https://www.gastearsivi.com/gazete/son_posta/1943-06-01/6
https://www.gastearsivi.com/gazete/vakit/1929-12-11/3
İrfan Yalın kimdir?Koleksiyoncu İrfan Yalın 1962 yılında İstanbul'da doğdu. 9 Eylül Üniversitesi, Aydın Turizm İşletmeciliği ve Otelcilik Yüksek Okulu mezunu. Objelerin – belgelerin peşinde "Popüler Tarih ve Kültür Yaşanmışlıkları araştırmacısı. Bizimev TV'de yayınlanan "Koleksiyoncu" programı sunucusu - yapımcısı. Asya ve Afrika ülkelerinden tek tek topladığı el sanatlarını sergilediği Kadıköy'deki "Artemis"in kurucusu. Koleksiyonculuğun özendirilmesi adına amatörce çalışan, sergi, sempozyum, sunu ve derleme çalışmaları içinde kültürel değerlere gönül bağımlısı… |
İnsan kurabiye ile yüzlerce yıl öncesinde tanışmış; kurabiye sevince de kedere de eşlik etmiş
Geçmişin gelecekle bağını kuran “eski gazete koleksiyonları” kültür hazinelerini sararmış sayfalarında saklıyor
Yumurta, yüzbinlerce yıldır sofrada olmuş; tek başına yenilmesi yanında, çok şeyle birlikte de pişirilmiş
© Tüm hakları saklıdır.