24 Ocak 2021

"Önce geçmişin yaralarını sarmak lazım" diyor Amanda Gorman

Şiirin zarafeti, kırılgan demokrasi, "yeryüzünden yükselen varoluş çığlığı" ve Beyaz Saray'ın "yeni kiracısı" Biden

Sizi bilmem ama, Biden ve Harris'in yemin töreninde benim favorim şair Amanda Gorman'dı. Zarif jestleri, mimikleri, bir gözünü kısıp diğeriyle ufka bakarkenki muzip halleriyle Amanda Gorman'ın hem teatral, hem içten performansı benim gözlerimi kamaştırdı. Sanki Amanda, sadece Amerikan toplumuna değil, hepimize, tüm dünyaya seslendi. Dans eden parmakları kâh köprüler kurdu birbirini ötekileştirmiş pek çok grubun arasında, kâh umut oldu birleştirdi, nefes oldu iyileştirdi.

Amanda'nın okuduğu "The Hill We Climb" şiirinin içeriğine bir göz atarsanız, şiirin yüzyılların acısıyla geleceğin umudunu bir araya getiren dizelerinin ne kadar da evrensel olduğunu, nasıl da bütün yaralı toplumlara kolaylıkla uyarlanabileceğini bir çırpıda görebilirsiniz. Amanda diyor ki:

"Amerikalı olmak bize miras kalan gururdan daha fazlası,
Asıl Amerikalı olmak, kendimizi içinde bulduğumuz geçmişimiz,
ve onu nasıl onardığımız"

Bilmem tanıdık geliyor mu size de? Şiirini umutla bitiriyor Amanda:  

"Işık her zaman bizimle,
görebilecek kadar cesur olursak
ve kendimiz ışık olabilecek kadar cesursak."

Distopya kapımızı çaldıktan sonra Biden'la birlikte gelen umut 

Amanda Gorman gibi, Biden da umudun altını çiziyor. "Birlik olursak yapamayacağımız şey, onaramayacağımız yara yok" diyor. Güneşli güzel günleri muştulayan Biden, korkunun değil, umudun, bölünmüşlüğün değil birliğin, karanlığın değil ışığın hikayesini yazacaklarını söylüyor.

Biden, yemin törenindeki konuşmasında söylenmesi gereken hemen her şeyi söyledi. ABD için söylem düzeyinde bile oldukça sıra dışı ve hatta "radikal" algılanabilecek şeyler de dahil bunlara. Sadece süregiden kamu sağlığı kriziyle peşi sıra koşan ekonomik krizin değil, iklim krizinin ve pandemi sürecinde temelli zıvanadan çıkan yapısal sorunlarının altını çizdi. Hükümetinin yüzleştiği kriz katmanlarının pek çoğunu ardı ardına sıraladı. Irkçılığa, eşitsizliklere, beyaz ırkın üstünlüğü öğretisine, iklim değişikliğine karşı çetin bir mücadele başlattıklarının müjdesini verdi. 

"Beyaz Sarayın yeni kiracısı" Biden'ın işi Roosevelt'ten bile daha zor

İspanya'da sık kullanılan ve benim çok hoşuma giden bir tabir var. Bütün hükümetler "kiracı," yani geçici. Örneğin Biden'a "Beyaz Saray'ın yeni kiracısı" diye atıfta bulunuyor İspanyol medyası.

"Yeni kiracı"nın konuşması 1933 yılında iktidara gelen eski "kiracı"lardan Roosevelt'in konuşmasını hatırlatıyor bana, hem iktidara geldikleri dönemin zorlukları, hem de aşıladıkları umut bağlamında. Her ikisi de "korku da neymiş, bizim umudumuz var" derken aslında toplumda (ve belki de yönetenler düzeyinde) var olan korkunun biraz da altını çizmiş oluyorlar. Daha da ilginci, "savaş" sözcüğünü sıklıkla cümle içinde kullanıyorlar.

Bu iki başkanı buluşturan bir başka (tesadüfi?) ortaklık da, ikisinin de yemin törenlerinin hemen öncesinde ciddi tehlike atlatmış olmaları. Büyük Buhran'ın en sert yılı 1933'de iktidara gelen Franklin Roosevelt de 4 Mart 1933'deki yemin töreninden tam 17 gün önce, 15 Şubat 1933'de Miami'de yaptığı bir konuşma sırasında bir suikast girişimine maruz kalmıştı. Biden'ın yemin töreninden tam iki hafta önce gerçekleşen ayaklanma ve darbe girişiminden çok farklı bir saldırı bu, zira saldırgan tek kişi.

Roosevelt, yemin töreninde yaptığı etkili konuşmada daha sonra çok tekrar edilecek olan cümlesini dile getirir: "korkmamız gereken tek şey korkunun kendisidir. Mantıksız, yersiz ve çöküşü ilerlemeye dönüştürecek her türlü çabayı paralize eden korku."[1] Güzel söz, elbette. 

Bu optimist tavırla birlikte Roosevelt gerçekçidir de. "Olsa olsa fazlaca naif bir iyimserin dönemin karanlık gerçeklerini inkâr edebileceğini" vurgulayan Roosevelt, "Tanrı'ya şükürler olsun ki, baş etmek zorunda olduğumuz sadece maddi sorunlar" der. "Demokrasinin geleceğine güvensizlik söz konusu değil. ABD halkı bu anlamda inancını kaybetmedi" diye devam eder.


Roosevelt'in Yemin Töreninde yaptığı konuşma metninin ilk sayfası, Kaynak: National Archives

Biden ise, 2021 yılında, Amerikan demokrasisinin test edildiği, hatırı sayılır bir kitlenin demokrasiye inancını kaybettiği, bir kısmının da onu apaşikâr tehdit ettiği karanlık bir dönemde iktidara geliyor. Pandemi, iklim krizi, ırkçılık, yoksulluk, eşitsizlik yetmezmiş gibi, bir de yerli ve milli terörle mücadele etmesi gerekiyor. Durumun vehameti, krizlerin çeşitliliği, aslında korkunun çok da "mantıksız ve yersiz" olmayabileceğini gösteriyor. Yani, Biden'ın de işi belki de Roosevelt'den daha da zor.

Bu ağır yük göz önüne alındığında, Biden'ın iklim krizinin varlığını tanıması bile Trump'ın fütursuz inkârıyla karşılaştırıldığında kutlanası bir duruş. Nitekim, 2021 ABD'sinin yüz yüze kaldığı krizleri sayarken, "varoluş çığlığı yeryüzünün kendisinden yükseliyor" diye ekliyor Biden. Bir şeyler yapmak lazım ve acilen başlamak lazım.

Konsolide olmuş demokrasi kavramını sorgulamamız gerekir mi?

Saydım, tam oniki kez demokrasiye atıfta bulundu yeni ABD Başkanı. Kanımca, konuşmasının iklim krizi kadar önemli bölümlerinden biri "demokrasinin ne kadar değerli ve aynı zamanda kırılgan olduğunu öğrendik" vurgusu idi. Tabii, dünyanın pek çok yerinde biz bunu zaten biliyorduk, ancak bunu ABD'nin çiçeği burnunda başkanından duymak farklıydı.

Çünkü siyaset bilimindeki demokrasi tartışmaları çerçevesinde biz ABD'yi "konsolide olmuş demokrasiler" kavramı içine konumlandırmayı öğrenmiştik. Larry Diamond konsolide olmuş demokrasiyi, demokratik norm, ilke ve pratiklerin bir ülkenin seçkinleri ve halkı tarafından kucaklanması olarak tanımlar. Yeni inşa edilen ve farklı kitlelerin aktif ve hararetli desteğinden yoksun olan demokrasilerde, zeminin kayması ve tekrar otoriter rejime çark edilmesi kuvvetle olasıdır, diye ekler.[2] Demokrasileri konsolide olmuş toplumlarda demokratik kurum ve mekanizmalar kabul edilmiş, içselleştirilmiştir, başka bir sistemin rekabeti söz konusu değildir.

ABD'de son birkaç ayda ortaya çıkan manzara, hem bazı seçkinlerin, hem de sayısı az da olsa halkın bir kısmının bu kabulün dışına çıktığını, gereğinde/işine gelmediğinde demokrasiye kafa tutmayı aklına getirebildiğini, eyleme geçirebildiğini, hatta şiddete başvurabileceğini bize gösterdi. Son kertede Amerikan demokratik kurum ve pratikleri galip çıktı. Ancak, konsolide edilmiş demokrasilerin bile istikrar ve sürekliliğinin garantisi olmadığını anlamış olduk. Önümüzdeki dönemde demokrasi, demokratikleşme ve otokratikleşmeye ilişkin literatürün yeni kavramlar üretmesi neredeyse kaçınılmaz.

Biden'ın da ısrarla altını çizdiği gibi, demokrasi kırılgan, hatta konsolide olduğu düşünülen demokrasiler bile kırılgan. Özenle, pamuklara sarılarak korunup desteklenmesi gereken şey demokrasi. Kanımca, bunun yolu da yaraları sarmaktan, yeni yaralar açmamaktan, daha kapsayıcı, kucaklayıcı bir yeni düzen kurmaktan geçiyor, sadece "demokrasi iyidir, hoştur, en iyi sistemdir" demekten değil.

Biden'ın sıraladığı sorunların çözümü sadece kaynak sorunu değil. Belki birkaç destek paketi daha hazırlayıp süregiden derin krizin kaybedenlerini kısmen koruyabilirsiniz. Ancak, sadece Reagan'lı yıllardan bu yana, yani son kırk yıldır hüküm süren neoliberalizmin değil, yüzyıllardır süregiden ırkçılığın, ayrımcılığın ve bunların yol açtığı kemikleşmiş eşitsizliklerin şekillendirdiği yapısal sorunları çözmek çok kolay değil. Çünkü çözüm, daha geniş anlamda algının, ön yargı ve yargının da değişmesini gerektiriyor. Bu sadece ABD'de değil, benzer sorunların hüküm sürdüğü her yerde elzem.

Krizler fırsat penceresi de yaratır, ciddi riskler de

Daha önce "Peki neymiş bu Büyük Buhran" başlıklı yazımda da belirttiğim gibi, büyük krizler büyük dönüşümler için fırsat penceresi yaratabilir. İçinden geçtiğimiz kriz de, daha önceki krizlerde olduğu gibi devlet-piyasa ilişkisini yeniden şekillendiren, devletin kural koyucu, düzenleyici rolünü ve uluslararası ekonominin kurallarını yeniden belirleyebilecek bir kritik dönemeç oluşturabilir. Zira, Büyük Buhran'ın ön ayak olduğu dönemeçte, farklı düzey ve nitelikte olsa da, sosyal devlet ve piyasaya kural koyan/regüle eden devlet egemen olmuştu.

Ancak, madalyonun bir de öbür yüzü var. Bu tür derin krizlerden yürütmenin genel olarak yetkilerini arttırarak çıktığına, karar alma mekanizmalarının merkezileştirildiğine, tüm bunların da kriz ortamında seri, etkin karar alma ve uygulamaya koyma hedefi doğrultusunda haklılaştırıldığına daha önceki yazılarımda bahsetmiştim. Özellikle başkanlık sisteminde bu yetkiler daha da önemli.

Burada beliren paradoks krize karşı etkin önlem alan, söylediğini uygulamaya koyan, Kongre'de onaylansın diye beklemek zorunda kalmayan, gerekirse demokratik süreç ve mekanizmaların bir güzel çevresinden dolanan etkin ve yetkin başkan mı, yoksa ayağı bu mekanizmalara takılan başkan/ hükümet mi? 1933'de Roosevelt, iktisadi krize çözüm üretmek üzere yetkiyi elinde toplayacağının sinyalini açık açık vermişti, zira iktidarı sırasında yürütmenin bazı alanlarda yetkilerini arttıran bir dizi kurumsal değişiklik de gerçekleştirildi. Hem Biden'ın, hem de kriz sırasında iktidar olan başka hükümetlerin yürütmenin gücüne ilişkin yeni taleplerle gelip gelmeyeceklerini zamanla göreceğiz. Roosevelt'in sesini duymak isterseniz, aşağıdaki kayda kulak verebilirsiniz:

TIKLAYIN - History Matters - Roosevelt

Devletin dönüşü ve kapitalizmin -yine- imdadına yetişen Keynes

Devletin tekrar ve bu sefer tezahürat eşliğinde sahaya indiği ve pek çok krizi bir arada içeren içinden geçtiğimiz kritik dönemeçte, emektar Keynes yine kapitalizmin imdadına yetişiyor. Şiddetli ekonomik krizlerin böyle ortaklaştırıcı bir etkisi hep oluyor. Bunu belirgin olarak 1930'larda Büyük Buhran'da yükselen içe kapanmacı, devlet müdahalesi ve iktisadi milliyetçilikle şekillenen dönüşüm üzerinden görmüştük. Ardından, 1973 petrol krizinden sonra bizi neoliberalizmde buluşturan, devleti piyasadan çekilmeye ve iç pazarları küresel pazarla buluşturmaya zorlayan, Reagan, Thatcher, Özal sonrasında ivmelenen dönüşümde de gözlemledik.

Bu kriz de yine, soldan sağa, demokrattan otokrata, az gelişmişten çok gelişmişe herkesi ortaklaştırdı. 1930'larda olduğu gibi, devletin olmazsa olmaz yeri, rolüne ilişkin bir fikir birliği yarattı. Dünyanın pek çok yerinde Keynesci politika araçları çoktan sandıktan çıkarıldı. Muhtemelen önümüzdeki yıllarda iktisat politikaları bu araçlarla şekillenecek. İlginç olan, bu koroya neoliberal döneme damgasını vuran IMF'nin bile katılmış olması ve sıklıkla devletlere "borçlanmaktan çekinme", ‘yenim dar' deme, bolca harca demesi.[3]

2020-2021 krizinin ön ayak olduğu dönüşüm çok daha derin olabilir, zira şu anda yüzleştiğimiz gerçeklik derin bir iktisadi krizden çok daha fazlası. ABD örneğini-medya sağolsun-takip ettik, belki şaşırdık sürecin gittiği yere. Ancak çevremize şöyle bir bakarsak, ABD'nin hiç de yalnız olmadığını, benzer katmanlaşmış toplumsal, siyasi, iktisadi ve iklim krizlerinin dünyanın pek çok yerinde eş zamanlı olarak derinleştiğini gözlemlememiz mümkün.

Pek çok toplumda halihazırda var olan kutuplaşmayı ve eşitsizlikleri daha da perçinleştiren, mavi yakalıyı toplu taşımaya, fabrikaya, atölyeye ve içerebilecekleri risklere maruz bırakırken (veyahut işini elinden alırken), beyaz yakalıyı görece rahat evine hapsedip daha çok biriktirmeye adeta "mecbur eden" bu krizin nasıl yönetildiği, hem toparlanmanın hızını ve niteliğini, hem de mevcut siyasi rejimlerin geleceğini belirleyecek.

Küresel dinamiklerin orta yerinde yeni bir toplumsal sözleşme mümkün mü?

Peki, yeni bir "toplumsal sözleşmeyi" elzem kılan bu kritik dönemeçten nereye yol alacağız? 2008 krizinde finansa arka çıkarak ekonomiyi düzlüğe çıkarabileceğini sanan hükümetler bu sefer ne yapacaklar? Eşitsizlikleri azaltmayı, küreselleşmenin olumsuz etkilediği, işsiz, statüsüz bırakıp marjinalleştirdiği milyonları tekrar oyuna katmayı becerebilecekler mi? Bu milyonların yeni Trump'lar yaratmasını, benzer popülist liderlerin önderliğinde demokrasiyi, birliği tehlikeye atmasını engelleyebilecekler mi?

Küresel ve ulusal ekonomide kaynakları daha düzgün dağıtan, daha eşitlikçi, teknolojik dönüşümü avantaja çeviren, özgürleştirip demokratikleştiren bir yere doğru evrilmesini sağlayacak politikalar üretebilecekler mi? Keynesci devletin görünen eli, küresel tekellerin görünmeyen eliyle apaşikâr görünen risklerine karşı bizleri koruyabilecek mi? Daha da önemlisi, borçlanmayı göze alıp talep yaratmak için, kaybedenleri korumak için bolca harcayan devlet ve yükselen iktisadi milliyetçilik küreselleşmeyle yan yana var olabilecekler mi? Bekleyip, göreceğiz.

Parmaklarıyla dans ederek köprüler kuran Amanda 

Bütün bunlara kafa yorarken, yine dönüp Amanda'nın şiirini, o zarafet şölenini düşünüyorum. Aynı şiirde yüzyılların perçinlediği sorunları haykırırken, parmakları dans edercesine tepelere tırmanıyor, sonra inip köprüler kuruyor, bölünmüş bir topluma "bakın, gelin bu köprüde birleşin" diye sesleniyordu genç şair. Zira, köprü kurmak için önce gerçekliği tüm yalınlığıyla görmeye cesaret etmek, sonra da içerdiği yaraları onarmak lazım. Sadece ABD'de değil, dünyanın her yerinde, bizim kendi toplumuzda. Yani, bize de bir Amanda lazım.

Amanda Gorman'ı (tekrar) izlemek için: 

  • [1] Roosevelt, Franklin D. Roosevelt, Inaugural Address, March 4, 1933, as published in Samuel Rosenman, ed., The Public Papers of Franklin D. Roosevelt, Volume Two: The Year of Crisis, 1933 (New York: Random House, 1938), 11–16.
  • [2] Diamond, Larry (1999) Developing Democracy: Toward Consolidation, the Johns Hopkins University Press.
  • [3] https://www.imf.org/en/Publications/FM/Issues/2020/09/30/october-2020-fiscal-monitor

Yazarın Diğer Yazıları

Teknoloji savaşında kısasa kısas ve Çin'i komşu kapısı yapan ABD'li bakanlar

Artık uluslararası ticaret bir milli güvenlik meselesi, kızışan mikroçip savaşı, Çin'in hammadde misillemesi, Nixon'ın Çin'e gidişi ve diğer beklenmedik şeyler

İkinci turun sürprizleri: Latin Amerika Başkanlık seçimlerinden örnekler

İkinci tur ilk turun devamı, ya da oyunun ikinci yarısı değil. İkinci turda seçime katılımın artması sonucun değişmesinde önemli rol oynuyor. Uçlara savrulmadan ılımlı ve net bir dil kullanmak daha çok seçmeni sandığa götürebiliyor. Krizin hâkim olduğu ülkelerde köklü dönüşüm sözü, bunun içeriğinin ve seçmenlerin hayatına nasıl dokunacağının netlikle açıklanması ikinci turda oyunun gidişatını değiştiren bir etmen olarak öne çıkıyor

Yeşil dönüşüm derken kara kömüre geri dönmek

Retoriği yeşil, hareketi fosil olan finans sektörü. Bumerang olup bizi vuran Antroposende yolculuk. Umut veren gençler ve 'Gelecek için Cumalar'

"
"