11 Ekim 2020
Geçtiğimiz hafta Beyaz Saray'da Yerli Malı Haftası kutlandı. Tıpkı çocukluğumuzda okula fındık-fıstık götürdüğümüz yerli malı haftası gibi. ABD Başkanı Donald J. Trump 4-10 Ekim'i "Amerikan Malı Haftası," 3 Ekim'i ise Amerikan Malı günü ilan etti. İlanın yer aldığı metni hastaneden çıkar çıkmaz imzalamış olmalı.[1] Ne de olsa, başkan için yerli malı, yurdun malı öncelikli konu.
"Amerikan malı al, Amerikalıları işe al" sloganını kullanan Trump'a göre, yerli malı günü ve haftasının ilanı "uzun süredir ihmal edilmiş Amerikan malı ve bunu üreten Amerikalıların emeğine verdikleri değerin" bir göstergesi. Küreselleşmenin sarhoşluğuna kapılan önceki hükümetlerin Amerikalıların sahip olduğu işleri yurtdışına taşıdığını, yabancı şirketlerin Amerikan mallarıyla teknolojisini "aşırdığını", bütün bunların Amerikalıları yabancılara bağımlı hale getirdiğini iddia eden Trump, kendi hükümeti sayesinde artık o günlerin sona erdiğini, Amerikan malı ve çalışanına öncelik verildiğini ileri sürüyor.[2]
Beyaz Saray zaten 2017 yılından bu yana Amerikan Malları Sergisi'ne ev sahipliği yapıyor. ABD'nin her eyaletini temsilen gelen yerli ve milli firmalar, askeri ekipmandan yastığa, golf sopasından tarım aletlerine, NASA uzay kıyafetlerinden gitara ürünlerini gururla sergiliyorlar.[3]
Trump'ın küreselleşmeye ilişkin söylemi kendi içinde tutarlı. İlk seçim kampanyasından bu yana küreselleşmenin kabul edilemez sonuçlarından bahsedip özellikle sürecin kaybedenlerini hedefliyor. İktidara gelişi öncesinde düzenlenen görkemli törende konser veren Toby Keith'in "Amerikan Malı" şarkısı, adeta bu söylemi yankılayan hedef kitlenin ve yükselen iktisadi milliyetçiliğin bir resmi:
"Made in America":
İhtiyar babam, işte her zamanki babam,
Ekmeğini topraktan çıkartmış,
Elleri kirli, ama ruhu tertemiz.
Kalbi sızlıyor,
bizim olmayan petrolle çalışan yabancı arabaları gördükçe
ve bizim yetiştirmediğimiz pamukla yapılan gömleği üzerine geçirince.
Dünyanın hali toz duman. Bir yandan hiç olmadığı kadar kutuplaşmış bir siyaset hâkim, öte yandan iş "milli çıkarlara" gedi mi, kutuplar üstü yakınsama. Kutuplaşmanın en yoğun olduğu ABD'de, hepimizin hayatını bir şekilde etkileyebilecek olan 3 Kasım 2020 Başkanlık Seçimi yaklaşıyor.
Kutuplaşma-yakınsama gel-gitinin en belirgin örneği Biden-Harris ile Trump-Pence'in ekonomi programları. Hem gündüz-gece gibi farklı, hem de -bazı alanlarda- neredeyse birbirinin aynası.
İki başkan adayının iktisat politikalarının kutuplaşan tarafı elbette ki çok kalabalık. Kimin ne kadar ve nasıl vergilendirileceği, sağlığa, eğitime, sosyal güvenliğe ne kadar ve kime odaklı harcama yapılacağı ve daha pek çok konuda Biden ve Trump'ın program ve vaatleri neredeyse taban tabana zıt.
Ancak, bu iki adayın ekonomik programlarına, vaat ve hedeflerine göz attığımızda -farklı sözcük ve tonlarda ifade edilmiş olmakla birlikte- önemli bazı benzerliklerin var olduğunu da görmek mümkün.
Bu benzerliğin bulunduğu alanlar küresel ekonomiye, uluslararası platformlarla oyunun kurallarına ve jeostratejik dinamiklere muhtemel etkileri üzerinden, dünyanın her yerinde hepimizin hayatını kolaylıkla etkileyebilecek kudrete sahip.
Gelin şimdi Biden ve Trump'ın ekonomi programları hangi alan ve öneriler bağlamında yakınsıyor, buna bir göz atalım. İki program arasındaki esaslı farklardan gelecek yazılarda söz edeceğim.
Trump ve Biden'ın programları arasındaki en belirgin benzerlik "yerli ve milli" sanayi, bunun milli güvenlikle ve ABD'nin uluslararası düzen içindeki yeri ile yakın ilişkisi. Ayrıca, uluslararası ticaretin mevcut durumu ("ticaret savaşları") ve kuralları ile ilgili serzenişler, yeri geldiğinde uluslararası kurumlara meydan okuyan bir söylem.
Biden'ın programında Demokrat Parti'nin Sanders'la birlikte en sol kanadından –eski rakibi-- Elizabeth Warren'ın ve onun "iktisadi vatanseverlik" yaklaşımının etkisi olduğu söyleniyor.[4] Biden, Warren ile fikir alışverişinde bulunduklarını, Warren'in yaklaşımının kendi ekonomik programını etkilediğini kabul ediyor. [5]
Biden'in ekonomi programının yapı taşlardan biri bizzat federal hükümetin kaynakları kullanılarak yerli imalat sanayiinin desteklenmesi. Program, altı ana başlık üzerinden, demokrasi ile yakından ilişkilendirdiği imalat sanayiini ve yenilikçiliği/inovasyon "İkinci Dünya Savaşı'ndan bu yana hiç olmadığı düzeyde desteklemeyi" taahhüt ediyor.
Sadece bu altı başlığa bakınca, Biden'in Demokrat Parti'nin geleneksel politikasından epey ayrıştığını, ve bazı açılardan Trump'ın programına yakınsadığını görmek mümkün. Önerilen politika araçları, Demokrat Parti'nin küreselleşme yanlısı, -serbest- uluslararası ticaretin genişlemesinin yerli piyasaya, istihdama olumlu etkisinin altını çizen perspektifinden epeyce farklı.
"Bütün bunlarda ne var, ne güzel düşünmüş, 'yerli ve milli'ye öncelik vermiş," diyebilirsiniz. Ancak, bu maddelerin her biri küreselleşmeden geri adım atılmasıyla sonuçlanacak pek çok dinamik içeriyor. Bu dinamikler, küresel ekonomiye halihazırda entegre olmuş (ya da edilmiş) bütün ülkeler için en azından orta vadede epey maliyetli olabilir.
Daha da önemlisi, bu araçların bir kısmı kuruluşuna ABD'nin ön ayak olduğu, üye olmayan ülkeleri ya ikna yoluyla, ya da ondan biraz daha fazlasıyla üye yaptığı uluslararası ticaret rejiminin kuralları ve ruhuyla da çelişiyor.
Örneğin kamu alımlarında yerli ürüne öncelik vermek Dünya Ticaret Örgütü (DTÖ)'nün yapı taşlarından, özetle "ithal ettiğin mala kendi malınmış gibi davran, ayrımcılık yapma" diyen "Ulusal Muamele Prensibi"ne ters düşüyor.[9] Yine DTÖ kapsamında ve ABD'nin de taraf olduğu "Kamu Alımları Anlaşması'nda da "ayrımcılık yapmama" prensibi var.[10]
Kamu alımları birçok ülke arasında şimdiye kadar pek çok uyuşmazlığın DSÖ'nün Uyuşmazlık Çözümü Mekanizmasına taşınmasına neden oldu. İşin ilginç tarafı, bu uyuşmazlıklardan birçoğunda ABD, başka ülkeleri kamu alımlarında yerli malını tercih ettikleri için DSÖ'ye şikayet etti.
Biden'ın programında uluslararası ticarete ilişkin söylem ve araçlar, -ifade biçimi dışında – Trump'ın önerdiklerinden pek de farklı görünmüyor. Çin ve ABD'nin başrollerde yer aldığı ama bu iki ülke ile sınırlı olmayan "ticaret savaşları"na ilişkin yaklaşımı da epey şahince. Trump'a benzer şekilde, "kur manipülasyonu, dumping, sübvansiyonlar ve kamu iktisadi teşebbüslerinin suistimalleri gibi adil olmayan pratiklerle Amerikan imalat sanayiinin önünü kesmek isteyen Çin ve diğer ülkelere karşı aktif tavır almayı" taahhüt ediyor.
"Çin ve Çin gibi ticareti suistimal eden ülkeler üzerinde baskı kurmak için müttefiklerimizle birlikte hareket edip...dünya ekonomisinin yarısından fazlasının[11] ABD'li çalışan kesime daha iyi koşullar getirmesini sağlayacağız."
Biden'ın program metninde sanki "Çin sana söylüyorum, Hindistan, Rusya ve hatta Türkiye, lütfen sen de anla" ifadesi gizli. Zira tüm bu ülkeler, ABD'nin sıklıkla kullandığı kuralları ve yöntemi muğlak Dumping-Karşıtı Anlaşma (ADA)[12] üzerinden hangi fiyatı nasıl haklı çıkaracaklarını şaşırırken, ABD'li firmalar kendilerine korumacılık alanları yaratmaya devam ediyorlar.
Ortayolcu ve pragmatik Biden, seçimler öncesinde kamuoyunun nabzını tutuyor. "Paslı Kuşak" diye adlandırılan sanayisizleşmeden en çok etkilenen Pensilvanya (kendi memleketi), Ohio, Michigan, Wisconsin gibi eyaletlerde küreselleşmenin kaybedenlerinin Trump yerine kendisini tercih etmesini istiyor.
Pew Araştırma'nın verilerine göre, Çin'e ilişkin olumsuz görüşe sahip Amerikalıların oranı yüzde 73'e ulaşmış.[13] Biden'ın Programı, yabancıların fikrî mülkiyet haklarını çalmasına, kalifiye beşerî sermayenin aşırılmasına, siber saldırılara, zorla teknoloji transferine, Amerikalıların dehası ve vergi gelirleriyle yapılan yatırımların başka ülkelerin gelişmesini desteklemesine izin vermeyeceklerini söylüyor.
Benim özetle anladığım şu: Biz başka ülkelerin kendi sanayi politikaları kapsamında uluslararası ticaret rejiminin kurallarını hiçe saymasına izin vermeyeceğiz. Ancak, biz teşviğimizi de vereceğiz, sübvansiyonumuzu da, yani kendi sanayi politikamızı gül gibi uygulayacağız, uluslararası ticaretin kurallarının da buna engel olunmasına izin vermeyeceğiz.
Biden'ın uluslararası düzeyde (ABD önderliğinde kurumlaşan) oyunun kurallarıyla çelişen ekonomik programında çok taraflılığın Ç'si geçmiyor. Bununla birlikte ABD yalnız da değil. "Müttefiklerle birlikte hareket edeceğiz" vurgusu önemli.
Gelecek yazılarda bahsedeceğim gibi, Biden bu noktada Trump'dan ayrışıyor. Ancak, "müttefiklerle birlikte var olan uluslararası kurum ve platformları (DSÖ gibi) kullanacağız" gibi bir ibareye rastlanmıyor. Programın sadece bir yerinde müttefiklerin de çıkarına olabilecek bir ibare var: "Müttefiklerle birlikte Çin'e bağımlılığımızı azaltacağız, ABD ve müttefiklerin tedarik zincirlerini garantilemek üzere uluslararası ticaretin kurallarını modernize edeceğiz." Ne var ki, DTÖ'nün adı yine geçmiyor.
Zaten, ABD'nin DTÖ'ye karşı tavrını Trump Hükümeti ile sınırlamak doğru değil. ABD'nin üye atama sürecini bloke ettiği için DTÖ'nün Temyiz Kurulu Aralık 2019'dan bu yana işlevsiz. Yedi üyeli kurulda sadece Çin Halk Cumhuriyeti'nden (üyesiz kurulun başkanı) Hâkim Hong Zhao kaldı. Ancak bu süreç Obama Hükümeti ile başlamış, ABD 2011 ve 2016'da iki hâkimin yeniden atanmasını bloke etmişti. Yani, ABD'nin tek taraflı hareketi çok yeni değil.
Biden'ın programında müttefiklerin pandemi sonrası toparlanmasına katkıya dair de hiçbir ibare yok.
Kapitalist Batı Bloğunda İkinci Dünya Savaşı bitmeden imzalanan ve savaş sonrası konsensusun iktisadi alanda önemli yapı taşlarından biri olan--IMF, Dünya Bankası ve GATT'i şekillendiren--Bretton Woods Anlaşması'nın -söylem düzeyinde bile olsa- "anca beraber, kanca beraber" vurgusu eksik. Elbette ki, bu vurgunun arkasında savaş sonrasında (kapitalist) Avrupa'nın yeniden inşa edilmesinin ABD'nin iktisadi ve jeostratejik çıkarlarına uygunluğu yatıyordu.
Şimdi ise, pandemi sonrası yeniden inşa sürecinde ABD, neredeyse tek ses olmuş, "ben, bana, benim için" diyor. Halbuki Bretton Woods Anlaşması metnine bakarsanız, barış, refah, işbirliği, uluslararası ticaret iç içe algılanır:
"Eğer iktisadi konularda anlaşma sağlanamazsa, sonuç istikrarsızlıktır. Dış ticaret hacmi daralır, ulusal ekonomiler hasara uğrar. Bu tür durumlar, iktisadi savaşa ön ayak olup, dünya barışını tehlikeye sokar."[14]
ABD hegemonyasının belirginleştiği bu dönemde, Bretton Woods, bir anlamda ABD'nin, uluslararası düzlemde –matematiksel tabiriyle, 1930'ların "değilini alma" girişimiydi. Büyük Buhrana, korumacılığa, uluslararası sistemdeki kaosa, ve bunların önayak olduğuna inanılan savaşa dönmeme kararlılığıydı.
Hegemonik İstikrar Teorisi'ne göre, kamusal mal olarak tanımlanan uluslararası serbest ticaret rejimi, ancak bu rejimin devamında önemli çıkarları olan hegemonun elini taşın altına koymasıyla sürdürülebilir. Teoriye göre, tarihsel veriler hegemonun çöküşüyle, serbest ticaret rejiminin sekteye uğraması/çökmesi arasındaki ilişkiyi doğrular.
Görünen o ki, ABD'de farklı kutuplar, Amerikan merkantilizminin babası (ve aynı zamanda "kurucu baba") diye bilinen ABD'nin ilk Hazine Bakanı Alexander Hamilton'ın fikirlerinde buluşmuşlar.
Hamilton, 1791'de Kongre'ye sunduğu "İmalat Sanayisi Raporu"nda yeni bağımsızlığını kazanan ABD'de yerli sanayinin sübvansiyonlarla desteklenmesinin ve ithalattan-ölçülü bir şekilde- korunmasının elzem olduğunu savunur. Gümrük vergileri sübvansiyonlar, teknoloji ve bilmin desteklenmesi için kaynak yaratacak, bu da beşeri sermaye açığı olan ABD'ye göçü cazip hale getirecektir (bu noktada Başkan Trump Hamilton'ın sözünü dinlemiyor).
18. yüzyıl koşullarında ve yeni bağımsızlığını kazanmış ABD'de özellikle İngiltere'nin sanayi üretimdeki üstünlüğüne karşı mevzilenmiş korumacılık "yeni gelişen (bebek) sanayiyi"[15] rekabet edebilecek hale gelene kadar koruyup destekleyecektir.
Kurucu babalardan Thomas Jefferson ve James Maddison hararetle karşı çıkarlar Hamilton'ın fikirlerine. Ama diğer kurucu baba ve çiçeği burnunda ABD'nin ilk Başkanı George Washington "özgür bir halkın güvenlik ve çıkarları.. temel gereksinim ve bilhassa askeri malzeme tedariğini sağlayacak fabrikaların desteklenmesini gerektirir"[16] der ve İmalat Sanayiinin Desteklenmesi ve Korunması Kanunu'na imzayı atar.
Hamilton'ın merkantilist fikirleri sonraki yüzyıllarda hep gündemde kaldı, özellikle Cumhuriyetçi Parti tarafından kucaklandı. İşin ironik tarafı, pek çok sektör büyüdü, palazlandı, ama hep bebek/infant kaldı. Bunun en bariz örneği, ABD'nin gözbebeği, savunma sanayiinin olmazsa olmazı diye sürekli istisnaya tâbi olan çelik sektörü. Yani tam 229 yıl sonra, Hamilton ruhu, hatta daha da fazlası dimdik ayakta!
Bu merkantilist ögeler içeren programlar seçim kampanyası aracı olmaktan çıkıp, hedeflenen kitlelerin oyunu aldıktan sonra onaylanıp uygulanırsa ve başka ülkeler de ABD'yi izlerse o zaman ne olur? Yani hepimiz yerli üretip, yerli alırsak, bunun dünya ekonomisine, uluslararası sisteme ve süregiden hegemonya rekabetine etkisi ne olur? Önümüzdeki dönemde bunları düşünmemiz gerekecek.
Bitirirken, bir de bizden yerli ve milli'yi hayal eden bir şarkı gelsin, bu da Murat Kekilli'den:
İyi Pazarlar.
[1] Proclamation on Made In America Day and Made In America Week, 2020
[2] Proclamation on Made In America Day and Made In America Week, 2020
[3] https://www.whitehouse.gov/articles/made-america-product-showcase/
[4] Warren, kendi yaklaşımının Başkan Trump'ınkinden ayırdedilebilmesi için milliyetçilik yerine "vatanseverlik" (patriotism) sözcüğünü kullanıyor.
[5] Joe Biden Credits Elizabeth Warren With Helping Craft His New Economic Plan
[6] Joe Biden - Made in America
[7] "Jones Kanunu" diye de bilinen 1920 tarihli Deniz Ticareti Kanunu milli güvenlik için öncelikli addedilen ABD gemi sanayi kapasitesinin olası savaş ya da acil güvenlik durumlarına hazırlıklı olmak hedefiyle, kargo ulaşımında ABD'de inşa edilmiş, ABD bandıralı, ABD'lilerin sahip olduğu ve ABD'lilerin çalıştığı gemilerin kullanımını şart koşuyor.
[8] THE BIDEN PLAN TO ENSURE THE FUTURE IS “MADE IN ALL OF AMERICA” BY ALL OF AMERICA’S WORKERS
[10] Agreement on Government Procurement
[11] Bunu müttefiklerin milli gelirlerini üstüste koyup bunu buluyor olsa gerek.
[12] Technical Information on anti-dumping
[13] Unfavorable Views of China Reach Historic Highs in Many Countries
[14] United Nations Monetary and Financial Conference at Bretton Woods. "Summary of Agreements." 22/07/1944.
[15] Hamilton, çocuk/yetişkin olmayan anlamına da gelen "infant Industry" tabirini kullanır.
[16] George Washington, "State of the Union Address," 8/1/1790.
Artık uluslararası ticaret bir milli güvenlik meselesi, kızışan mikroçip savaşı, Çin'in hammadde misillemesi, Nixon'ın Çin'e gidişi ve diğer beklenmedik şeyler
İkinci tur ilk turun devamı, ya da oyunun ikinci yarısı değil. İkinci turda seçime katılımın artması sonucun değişmesinde önemli rol oynuyor. Uçlara savrulmadan ılımlı ve net bir dil kullanmak daha çok seçmeni sandığa götürebiliyor. Krizin hâkim olduğu ülkelerde köklü dönüşüm sözü, bunun içeriğinin ve seçmenlerin hayatına nasıl dokunacağının netlikle açıklanması ikinci turda oyunun gidişatını değiştiren bir etmen olarak öne çıkıyor
Retoriği yeşil, hareketi fosil olan finans sektörü. Bumerang olup bizi vuran Antroposende yolculuk. Umut veren gençler ve 'Gelecek için Cumalar'
© Tüm hakları saklıdır.