Gazze
Sevgili okurlarım, yazılarım bazen aksayabiliyor; çünkü şu dönemde bir sağlık problemi yaşıyorum, affınıza sığınırım.. Geçmiş olsun mesajı yollayan dost okurlarıma da çok teşekkür ederim.
Sonunda İsrail iktidarı, menfaat ortağı ABD’yi de arkasına alarak, komşusu “İslamî devletlere” saldırmaya başladı.
11 Eylül 2001’de ABD’ye Usame Bin Ladin tarafından yapılan “İslami” terör olayı sonunda ABD, Müslümanlardan nefret etmeğe başlamıştı. Bugün de aynen devam ediyorlar. Saddam, Kaddafi, Büyük Orta Doğu projesi filan hep bu mantığın eseri.
Birde tabii ABD silah endüstrisi var, ama onların bahsi pek geçmez! Müthiş bir PR sistemleri var.
Kimine göre, 11 Eylül 2001’de New York’taki İkiz Kuleler’ini “derin ABD devleti” vurdu. Buna benzer bir sürü iddia var. Oyunu temelde MOSSAD kurdu deseler de hiç şaşırmam.
Uluslararası ilişkileri iyi bilen dostlar zaten yıllardır bu olayı bekliyorlardı. Dünya, Hamas’ı bizim PKK gibi bir terör örgütü sayıp “zavallı Filistin” derken, gerek Gazze’de gerek civar Arap ülkelerinde de herkesin Hamas’ı ve Hizbullah’ı sevdiği iddia edilemez.
Sizlere bu Arap kurumları ve yaptıklarını anlatacak değilim. Zaten, niyetlensem dahi, bilgim amatör bir tarih-severin söyleyebilecekleri ile kısıtlı kalır. Her aklımdakini söyleyemem çünkü doğruluğunu ispat edemem... Bu işlerde kimin eli kimin cebinde pek anlaşılmıyor…
Ben sizlere kısaca bir “hatırlatma” yapıp teknoloji ve sonuçtan bahsetmek istiyorum.
Asırlardır süren bu iki taraflı nefretin en başında peygamberimiz Hazreti Muhammed’in Medine’de Arap ve Yahudi kabile reisleri ile birlikte kurduğu “Medine Şehir Devleti” vardır. Bu iki etnik gurup ile birlikte M.S. 623 yılında Düstur-ul Madine (Medine Sözleşmesi) hazırlanır ve böylece anayasal temeli, çok dinli bir İslam Devleti kurulur. Anayasa ayrıca Hz. Muhammed'i dînî gruplar arasında arabulucu otorite olarak kabul etmiş ve yetkisi olmadan birbirlerine veya dışarı savaş açılmasını yasaklamıştır.
Bu devletin hem devlet başkanı hem de baş kumandanı kendisi idi. Doğrudan ve dolaylı olarak onlarca savaşa kumandanlık etti ve öldüğü vakit İslamiyet, tuhaftır ama “laik” olarak hızla yayılmakta idi.
O günlerden bugünlere İslamiyet’in ve Kur’an’ın uygulanmasında çok temel değişiklikler olmuştur. Kur’an, ayni dönemlerde “yozlaşmakta” ve tam bir menfaat kapısına dönmekte olan Hristiyanlığı da aslına döndürmek gibi bir misyon üstlenmiş idi.
Kısaca bugünkü İsrail 1948 yılında kurulurken, kurucuları Yahudi idi ancak, asırlar önce “Katolik Hristiyanlığın çağ dışı baskısından” kurtulmuş, bilim ve modern teknoloji ile yetişmiş Alman ve Polonyalı (Aşkenaz) aydınlar tarafından kuruldu. Bu arada o dönemlerde önce Osmanlı daha sonrada Aydınlık Atatürk Türkiyesinden giden Safarad Yahudilerini de unutmamak gerek. Gerçi onlar orada hiçbir zaman eşit kabul edilmediler. Yönetim her zaman Eşkenaz Yahudilerde idi.
Osmanlı’nın bugünkü İsrail’in bulunduğu toprakları Yahudi kavimlerine vermesi (satması) ile yeni İsrail’in temeli atılmış oldu. (2. Abdülhamid 1879) 1948’ de İkinci Dünya Harbi’nin kazanan ülkeler (Belki de biraz Hitler’e duyulan nefretin sonunda) İsrail Devleti’nin kurulmasını sağlarken, ayni devlet kurma hakkını Filistinli Araplara da verdiler; Ancak onlar, çok mantıksız bir davranış ile savaşmayı tercih ettiler. O günden beri bu savaş devam ediyor; İsrail binlerce masum sivili katlediyor.
Amerika’nın Yahudi hayranı olması ise çok yenidir. Amerika’ya 18. yüzyılda göç etmiş Yahudiler uzun süre aşağılandı ve itilip kakıldı. 1953 de hem komünist hem Yahudi diye uyduruk bir casusluk suçlaması ile Rosenberg isimli bir genç karı koca elektrikli sandalyeye oturtulmuştu.
Daha sonra ABD’nin 2’nci harbe girmesi sonunda Hitler nefreti ABD’de de etkili oldu. Buna bir de zengin Yahudi iş adamları ile ABD siyasetçilerinin “birbirlerine anlayış(!) göstermesi” sonunda can ciğer kuzu sarması oldular.
Bence Türk tarihçilerinin, bizim de içinde sonuna kadar bulunduğumuz dünyanın bu tarafında son 100 yıldır olanları, kişisel görüş ve din baskısından kurtularak bir daha incelemelerinde fayda var.
Dinden bahis açılınca, eski bir Genel Kurmay Başkanı’nın geçenlerde “eğitim” hakkında söyledikleri de çok yankı yaptı… Hulusi Akar, “Eğitimin amacı bilgi edinmek değildir. Eğitimin amacı bir Allah korkusu iki kuldan utanmanın öğretilmesidir” dedi. Bu arkadaşa göre bilgi gerekli değilmiş; nasıl olsa alınırmış; üniversitede filan… Söyledikleri medyada yer bulunca, hemen kıvırdı; listedeki ilk iki “amaca” üçüncü dördüncü filan ekledi. Matematik, fizik… Biraz daha üstüne gidilirse acaba, tarihi de listeye alıp ilaveten Darvin’den filan da bahseder mi acaba?!
Bu “dini sebep” yazısından sonra söylemek istediğimi anlatayım.
Medine Şehir Devleti’nde bir tane Müslüman kabileye (Kureyşı) karşı 8 Yahudi kabilesi vardı. Ancak yönetim ve üstünlük, aslında müthiş bilge bir devlet adamı olan Hz. Muhammed sayesinde Kureyşı kabilesinde idi. Ayni durum peygamberin ölümü sonrası devam eden Müslüman yayılması, yüksek harp teknolojisine sahip olan Türklerin Müslüman olması ve Osmanlı’nın Roma İmparatorluğu’nun devamı olarak, dünyanın en jeopolitik noktasını ele geçirmesi ve nerede ise bin yıl tüm Avrupa’yı hükmetmesi ile İslam da dünyaya hükmetmiş oldu.
Sonra işler değişmeye başladı. Bir Alman Katolik papazı, ve teoloji profesörü olan Martin Luther, Allah’ın elçisi kabul edilen Papa’nın cennetin anahtarını satmak, günahları affetmek vs. gibi din dışı, kendilerine menfaat sağlayarak “Allah ve din adına” yapılan hareketlerin artması ve yaygınlaşması üzerine, 31 Ekim 1517'de "95 Maddelik Tez" isimli eleştirilerini topladığı bir dokümanı yaşadığı Wittenberg kasabasındaki kilisenin kapısına çiviledi.
Bu “tezlerin” bazıları şöyle:
- Papa, kendi kararıyla veya kanunlara göre verdiği cezaların dışında başka cezaları affetmez ve affettiremez.
- Papa, günahları ancak tanrı tarafından bağışlanabilecek şeyleri ilan edip teyit etmek veya kendisine saklı tuttuğu durumlarda bağışlayabilir; bu hor görüldüğünde, günah bağışlanmamış olarak kalır.
- Tanrı, hiç kimsenin günahını, aynı zamanda onu tövbekâr ve alçakgönüllü bir şekilde vekili olan rahibin önünde sunmadan bağışlamaz.
Bu “protesto” Hristanlığa tamamen yeni bir anlayış getirdi ve bu yeni anlayış, derhal bilimi inançtan ayırdı. Realist ve müspet düşünce yaygınlaştı.
Bu dini anlayış Reformu sonunda gelen Rönesans, bin yıllık geri kalmışlığı 100 yılda kapattı ve Hristiyan dünyası bilim, sanat ve teknolojide çağın ileri teknoloji sahibi Osmanlı’nın derhal önüne geçti…
İşte biz bugün o anlayışın geliştirdiği TV’mizin başına geçip, Müslümanlığı, insanları korkutarak hasbel kader yönetimini yakaladıkları devlet yönetme aygıtı haline getirmiş olan düşük teknolojili bir takım insanların ellerinde patlayan çağrı cihazları, soba borusundan yaptıkları füzelerinin pirinç tanesi gibi demir kubbe karşısında döküldüğünü üzüntü içinde seyrediyoruz.
Nur içinde yat büyük Atatürk, Osmanlı’nın en gelişmiş şehirlerinden biri olan, “Şark’ın Paris’i olan” güzelim Beyrut nasıl toz toprak içinde yok oluyorsa, sen olmasa idin belki de biz; eski payitahtımız, dünyanın en güzel şehri İstanbul’un aynı kadere mağlup olduğunu seyrediyor olabilirdik.