28 Şubat 2025
CHP Genel Başkanı Özgür Özel ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, CHP Genel Başkanı Özgür Özel’e çok kızdı.
Kızmasının nedeni mezuniyet töreninde subay yeminine öncülük ettikleri için ordudan atılan altı teğmen ile ilgili disiplin soruşturması sırasında yaşananları eleştirmesi.
Bu normal bir şey. İktidar sahipleri, muhalefete kızabilirler. Zaten “fikir başka başka olmasa, koyun kurt ile gezerdi.”
Ancak Cumhurbaşkanı’nın bu kızgınlığını ifade ediş biçimi kabul edilebilir değil. Evet, biz de biliyoruz yalandan bir demokraside yaşadığımızı ama bu kadarı da tuhaf.
Cumhurbaşkanı Erdoğan, Özel’e şöyle seslendi:
“Başkomutan olarak sana sesleniyorum; ayaklarını denk al, denk almazsan denk getirmesini biz biliriz!”
Bu cümlenin neresini düz tutabilirsiniz, bilemiyorum.
Bizim yarım yamalak demokrasimiz için bile bu çok aşırı.
Cümlede “başkomutan” var, “ayaklarını denk al” diye sert bir uyarı var, “denk getirmesini biz biliriz” diye tehdit var.
Tabii Cumhurbaşkanı’nın çok sevdiği bir şeyi yapıp şunu söylemek de mümkün: Siyasete meraklıysan, başkomutanlık görevini bırak, siyasete gir!
TÜSİAD Genel Başkanı ve YİK Başkanı’nın sözlerine kızdığında da kendisi böyle konuşmuştu çünkü.
Başkomutanlık makamı, Anayasa gereği cumhurbaşkanının devletin başı olmasından kaynaklanıyor; sembolik bir sıfat yani.
Ama belli ki Cumhurbaşkanı ayaklarına çizmeyi çekip, yalın kılıç düşman ordularına dalmaya hazır.
Gençliğinde içinde kalmış bir askerlik tutkusundan mı kaynaklanıyor diye merak etmedim de değil.
“Her Türk asker doğar” ya, kim bilir belki de orduya zamanında intisap edememiş olması boğazına takılmış bir ukde.
Önerim bu baş komutanlık konusunu o kadar ciddiye almaması.
Orduda onca kurmay varken savaş planlarını filan kendisi yapmayı düşünmüyor umarım.
Baş komutanlığı da ekonomistliği gibi çıkarsa yandı gülüm keten helva!
Hem sivilleşiyoruz, sivil Anayasa yapacağız diye ortalık yerde konuşurken işin içine “başkomutanım ben” lafını sokuşturmak, iyi olmadı.
Ayağında çizme, elinde kılıçla sivil olunmuyor maalesef.
Zaten bunlar olmasa da üniforma yerine takım elbise giymiş olmak, bir emir komuta zinciri içinde askerlik görevinde olmamak sivil olmak anlamına da gelmiyor.
“Sivilleşebilmek” demek her şeyden önce hesap verebilir olmak demek.
Eğer “gerçek siviller”, idareden hesap soramıyorlarsa, o rejimin sivil bir rejim olduğunu söyleyemeyiz ki Türkiye’deki durum da tam olarak bu.
“Ayağını denk almazsan biz denk getirmesini biliriz” tehdidi ise bu sivilleşememe durumunu daha açıktan vurguluyor.
Normal demokrasilerde ayağını denk almayan birileri çıktığında bu ayakları yeniden bir hizaya sokma görevi yürütmenin değildir. O görev yargıya düşer.
Bu cümle Türkiye’deki somut durumun net bir tanımını da vermiş oldu: Yargı, artık yürütmeye bağlı bir organ!
Öte yandan ordunun üst düzey komutanlarına “Özel’e dava açın” talimatı vermek de hoş olmamış.
Koca bir orduyu yöneten komutanların kendi iradeleri yok mu ki Özel’e dava açmaları talimatı veriliyor?
Şimdi onlar da mecburen bu talimata uyacaklar ve yine talimatla Ekrem İmamoğlu’na dava açan eski YSK üyelerine benzeyecekler.
Oldu mu şimdi?
* * *
2023’te bir “infaz düzenlemesiyle” suç örgütü yöneticilerini bile serbest bırakmışlardı. Amaç yine aynı: Hapishaneleri boşaltalım ki topladığımız gazetecileri, politikacıları tıkacak yer açılsın |
Gazeteci Nevşin Mengü, PYD yöneticisi Salih Müslim ile röportaj yaptığı için 1 yıl 3 ay hapis cezasına çarptırıldı.
Mahkeme cezanın ertelenmesine de karar verdi ki bundan sonra herhangi bir nedenle Mengü’yü bir kez daha mahkûm etmeyi başarırlarsa cezaevinde uzun uzun istirahat etsin diye!
Böylece gazetecilik faaliyetinin cezalandırıldığını bir kez daha söyleyeyim ama biliyoruz ki resmi erkan “kimse gazeteci diye hapse atılmıyor” demeye devam edecektir. “Yerseniz” diye sanırım!
Nevşin Mengü’nün gazetecilik yaptığı için hapse mahkûm edilmesinden bir gün önce de “kısmi af” konusu netliğe kavuştu.
Amaç yine aynı: Hapishaneleri boşaltalım ki topladığımız gazetecileri, politikacıları tıkacak yer açılsın.
2023’te de böyle bir “infaz düzenlemesiyle” suç örgütü yöneticilerini bile serbest bırakmışlardı.
Bu sefer “mükerrer suçluları” çıkartmayı planlıyorlar.
Yani üst üste suç işlemeyi alışkanlık haline getirenleri!
Şu anda Türkiye cezaevlerinde 392 bin tutuklu ve mahkûm var. 92 bin kişi ayakta kalmış, ranzalarda nöbetleşe uyuyorlar.
Her sene yeni yeni cezaevleri yapılıyor ama izdihama yetişmek mümkün olamıyor.
Rabbim bunu da memleketin siyasal İslamcılarına nasip etti.
* * *
O partide Erdoğan’ın sözünün üzerine söz söylenemiyor ki tek başına bir milletvekili olarak “anayasa hukuku birikimlerinden” bu parti yararlanabilsin |
Serap Hanım’ın, AKP’ye transferinin nasıl gerçekleşebildiğini anlamadığını yazmıştım, dün de bu yazım üzerine gönderdiği açıklamayı yayınladım.
Serap Hanım “beş yıldan beri siyasetin içinde” olduğunu hatırlattıktan sonra şunu söylüyor:
“En güçlü gerekçelerle savunduğum görüşlerimin hiçbiri, karar alma sürecinde etkili olmadı. 2 Haziran 2023’ten beri Türkiye Büyük Millet Meclisi’ndeyim. Genel Kurulda ve görevli olduğum komisyonlarda en haklı gerekçelere dayanan görüş ve eleştirilerim hiçbir sonuç doğurmadı.”
Bilgi ve kültürü ile siyasette etkili olabileceğini düşünen hemen herkesin başına gelmiş bir durum bu.
Milletvekilliği, siyasette aklınızdan geçirdiklerinizi, hayal ettiklerinizi gerçekleştirebileceğiniz bir makam değil çünkü.
Bu yeni olmadı, AKP öncesinde de bu derecede olmasa bile böyleydi.
Ancak milletvekillerinin görüşlerinin hiçbir anlam ifade etmediği dönemi AKP ile yaşıyoruz.
Sadece muhalif milletvekillerinin değil, iktidar koalisyonu milletvekillerinin de esamisi okunmuyor.
Tayinle göreve gelen bakanların, TBMM’de milletvekillerini fırçalamalarına bu dönemde tanık olduk.
Alaturka başkanlık sistemine geçtiğimizden beri bu daha da bariz bir hâl aldı.
Milletvekilleri, altında imzaları olan kanun tekliflerinin ne olduğunu bile bilmiyorlar çünkü boş kağıtlara attıkları imzaların üstü Saray’da dolduruluyor!
12 Eylül mirası Siyasi Partiler Kanunu da milletvekillerini, parti liderlerinin bir tür memuru haline getirdiği için “yasama” faaliyeti, kaldır parmak-indir parmaktan ibaret.
Çok önemli kanun tekliflerinin görüşüldüğü oturumlarda toplantı çoğunluğunun bile zor sağlandığı bir yasama faaliyeti var.
Onun için Serap Hanım’ın hayal kırıklığına uğraması normal.
Ama bunu giderebileceği yer AKP sıraları değildir diye düşünüyorum.
O partide Erdoğan’ın sözünün üzerine söz söylenemiyor ki tek başına bir milletvekili olarak “anayasa hukuku birikimlerinden” bu parti yararlanabilsin.
Serap Hanım, “evvelce üniversite kürsülerinde hukukun üstünlüğü, insan hakları ve demokrasi değerlerinin korunması için yaptığım bütün açıklamaların ve yayınladığım eserlerin arkasındayım” diyor.
Erdoğan rejimi, bugüne kadar izlediği çizginin içinde kalırsa, o görüşlerini tekrarlamasının zor olacağını düşünüyorum.
Bu partinin içinde sağ duyulu bir ses hiç mi olmayacak diye düşünürdüm.
Dilerim ki Serap Hanım, o ses olabilsin.
Bu konuda karamsarım ama yine de izleyip görelim diyorum.
Mehmet Y. Yılmaz kimdir?Mehmet Yakup Yılmaz, 1956 yılında Malatya'da doğdu. İlkokulu Antalya Devrim İlkokulu'nda, orta okul ve liseyi parasız yatılı olarak Denizli Lisesi'nde okuduktan sonra Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi İktisat ve Maliye Bölümü'nden 1977 yılında mezun oldu Gazeteciliğe SBF öğrencisi iken 1975 yılında Ankara'da Mehmet Ali Kışlalı yönetimindeki Yankı Dergisi'nde başladı. Derginin Yazı İşleri Müdürlüğü görevini bir süre yürütmektedir. 12 Eylül 1980 darbesi öncesinde Türk İş'e bağlı Yol İş Federasyonu ve YSE - İş sendikalarında basın müşaviri olarak görev yaptı, sendika gazetesi ve dergilerini yayınladı Askerlik görevi Kara Harp Okulu'nda yapıldıktan sonra İstanbul Gelişim Yayınları'nda mesleğe geri döndü. Gelişim Yayınları'nda Erkekçe ve Bilim dergilerinin Genel Yayın Müdürü Yardımcılığı ve ardından Gelişim TV Dergisi Genel Yayın Yönetmenliği görevlerinde bulundu 1985 yılında Hürriyet'e geçti ve Hürriyet Dergi Grubu'nu kurdu. Tempo, Blue Jean, Playmen gibi dergileri yayınlandı. Daha sonra Dönemli Yayıncılık Genel Müdürlüğü görevine getirildi. Ercan Arıklı ile birlikte Dönemli Yayıncılık'ın 1 Numara Yayıncılık'a dönüşmesi sırasında Genel Müdürlük görevini üstlendi. Aktüel, Cosmopolitan, Penthouse, Oya gibi dergilerin kurucusu genel yayın müdürü oldu. Bugüne kadar 30'u aşkın derginin kuruculuğu yapıldı. 1995 yılı başında Posta gazetesini yayınladı. Aynı yıl sonunda Fanatik gazetesini, 1996 yılı sonunda ise Radikal gazetesini kurdu, genel yayın müdürlüğünü yürüttü. 2000 yılında Milliyet Gazetesi Genel Yayın Müdürlüğüne getirildi. Bu görevi 5,5 yıl sürdürdükten sonra Doğan Burda Dergi Grububu'nun CEO'luğu görevini üstlendi. 2005 yılından 2018 Eylül ayına kadar Hürriyet gazetesinde köşe yazarlığı yaptı. Ekim 2018'den itibaren T24'te yazmaya başladı. Gazete köşe yazılarından derlenen "Kırmızıyı Seçtim, Aşk Mavinin Altındaydı", "Benden Selam Söyleyin Bütün Aşklarıma", "Aşktan Sonra Hayat Var Mı", "Şaşırma Duygumu Kaybettim, Hükümsüzdür" isimli kitapları yayımlandı. "Aşk Herşeyi Affeder mi" isimli uzun hikâyesi kitap olarak yayınlandı. "Türkiye medyasında en çok yayın başlatan gazeteci" olan Mehmet Y. Yılmaz, güncel politik gelişmelerin yanı sıra, deneme tarzındaki yazıları ile futbol üzerine yaptığı yorumlarıyla da biliniyor. |
Erdoğan yönetiminin PKK’nın silah bırakmasına karşılık olarak kayyum atamalarını durdurmak ve demokratik siyasetin önünü açmak isteyip istemeyeceğini göreceğiz
Bir daha seçilemeyeceğini bilen bir milletvekilini çeşitli “müşevviklerle” parti değiştirmeye ikna etmek zor olmuyor. Bu müşevvikler makam vaadinden tutun da “çil çil para” da dahil olmak üzere bazı ekonomik avantajlar elde etmelerine olanak sağlayacak mahiyette olabilir
İddia, İmamoğlu’nun hak etmediği bir yatay geçişle üniversiteye gidip, diploma alması. Kıbrıs’taki üniversiteden yatay geçiş yapılmış, bu yatay geçiş o günkü mevzuata uygun bir geçiş değilse bile bu durum İmamoğlu açısından artık takibi mümkün bir suç oluşturmuyor. Yoksa taa o yıllardan Erdoğan’ı bir darbeyle devirmeye yönelik olarak kurulmuş bir planın parçası mı olmuşlar?
© Tüm hakları saklıdır.