08 Kasım 2024

Demokrasiye uzak, diktatörlüğe yakın

Erdoğan’ın iktidardan ilelebet gitmemek için bizim henüz bilmediğimiz başka planları mı var?

CHP Genel Başkanı Özgür Özel, Esenyurt Belediye Başkanı’nın görevden alınarak yerine bir devlet memurunun tayin edilmesi üzerine Recep Tayyip Erdoğan’a “diktatörlük” ve “darbecilik” suçlamaları yöneltince AKP Sözcüsü Ömer Çelik çok kızdı.

Bu benzetmeleri Özgür Özel’in “siyasi cehalet ve saygısızlığına” bağladı.

Çelik’in bu suçlamalara kızması çok normal.

Diktatör olmanın bütün keyfini süren, nimetlerinden yararlanan en sıradan bir diktatör bile kendisine diktatör denmesinden hoşlanmaz. Bunu geçmiş tecrübelerimizden biliyoruz.

Çünkü diktatörler de bilirler ki “diktatör” olmak gerçekten aşağılık bir durumdur.

Bu nedenle, diktatör olmaktan vazgeçmezler ama kendilerine diktatör diyenlere de en ağır cezaları verirler.

Zaten bizim memlekette de Erdoğan’a diktatör eleştirisi yöneltirseniz alacağınız yanıt da böyle olur: “Tayyip Bey diktatör olsa, sen bunu söyleyebilir misin?”

Evet, gerçek bir diktatör olsa kimse bunu alenen söyleyemez.

Bana göre de Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan için bu tanımı kullanmak çok fazla olur.

Elbette bir siyasi kişilik olduğu ve yalandan da olsa bir demokraside yaşadığımız için kendisine böyle desek de kızmaması gerekir ama dedim ya bu kelime durumunu çok iyi tanımlamaz.

Ben olsam “otokrat” derdim, çünkü Erdoğan için “demokrat” sıfatını kullanmamız da mümkün değil.

Bir ucuna demokrasi, diğer ucuna diktatörlük yazacağız bir çizginin üzerinde Türkiye’nin yerini işaretleyecek olsak, koyacağımız işaret birinci uca hayli uzak, ikinci uca nispeten daha yakın bir yerlerde olur.

Bir demokraside, seçim ile işbaşına gelen bir yöneticinin görevden alınmasını gerektiren bir durum ortaya çıkarsa yerine yenisi yine seçimle gelir.

Yerine bir devlet memuru tayin ediyorsanız, diktatör sayılmazsınız ama demokrat da değilsiniz demektir.

Doğru olmayan bir haberi yayınladı diye gazetecileri sabah evlerinden polis marifetiyle yaka paça karakola çekmek bir diktatörün en çok sevdiği sporlardan sayılır.

Bizde de böyle oluyor ama diktatörlüklerden farkı şu ki gazeteciler daha sonra elektrikle işkenceye tabi tutulmuyor ya da kafalarına çuval geçirilip helikopterden aşağıya atılmıyor.

En azından şimdilik böyle diyeyim.

Aslında yanlış haberi düzeltmek gazetecinin işidir ki bu olayda zaten bakanın açıklamasından çok önce yanlış haberi yayınlayan site, haberin doğru olmadığını açıklamıştı.

Bir haber yanlışsa, doğruyu tam olarak yansıtmıyorsa yapılması gereken bir düzeltme açıklaması yayınlamaktır, gazetecileri karakola çektirmek değil.

Böyle şeyler demokrasilerde olmaz.

Türkiye’de içinde yaşadığımız şey bu nedenle tam bir demokrasi sayılmaz ama diktatörlük de sayılmaz.

Bu ikisi arasında diktatörlüğe daha yakın bir yerlereyiz ama daha oraya ulaşmış değiliz.

Erdoğan’a göre tasarlanmış “Türk usulü başkanlık sistemi”, kaçınılmaz olarak Erdoğan’ı otokrat yapar.

Denge ve fren mekanizmalarının olmadığı bir sistemde, yargıyı da kontrol ediyor, yasamayı da.

Bundan sonraki seçimlerle ilgili en büyük endişesinin kaynağı da bu olmalı.

Kendisi için yaratılmış yetkilerin bir başkası tarafından kullanılması olasılığı yani.

Kendisi için yaratılmış bu düzendeki yetkileri bir başkasının kullanarak iktidar sürdürdüğünü rüyasında görüyorsa, kan ter içinde uyanıyordur, iddiaya girerim.

Bu yüzden de bu iktidarı bırakmamak için kafasında kim bilir kaç tilki dolaşıyor, sayabilecek kadar yakınında değilim.

Ama şunu biliyorum ki Erdoğan için bu iktidarı sürdürmek, hayatta kalma içgüdüsü.

2002 yılından bu yana öyle şeyler yaşandı ki Erdoğan bunların bir başka yönetim altında nasıl sonuçlar yaratabileceğini bizden çok daha iyi biliyor.

MHP Genel Başkanı’nın da Erdoğan’ın Cumhurbaşkanlığının devamını istiyor olmasının nedeni bu.

Çünkü bir başka yönetim altında, Erdoğan ile iktidar ortağı olduğu dönemde kazandıklarını kaybedeceğini biliyor.

Zaten bu ucube başkanlık sistemi ile ilgili Anayasa değişikliğine AKP’liler şevkle parmak kaldırırlarken hepsini uyarmıştım: Bu yetkileri günün birinde hiç sevmediğiniz birisi kullanabilir diye.

Artık tabii bundan geri dönebilmek için çok geç.

Yeniden parlamenter sisteme dönmek ya da başkanlık sistemindeki güç kullanımını denetleyip, dengeleyebilecek kurumları oluşturmak hâlâ mümkün ama Erdoğan’ın egosu bu kadar şiştikten sonra çok zor.

Onun için bu günkü Türkiye’ye bakınca insan endişelenmeden edemiyor.

Erdoğan’ın iktidardan ilelebet gitmemek için bizim henüz bilmediğimiz başka planları mı var?

Bekleyip göreceğiz.

Ama bu süre zarfında böyle bir niyeti varsa pabucun çok pahalı olacağını Erdoğan’a göstermek de muhalefetin işi.

Mehmet Y. Yılmaz kimdir?

Mehmet Yakup Yılmaz, 1956 yılında Malatya'da doğdu. İlkokulu Antalya Devrim İlkokulu'nda, orta okul ve liseyi parasız yatılı olarak Denizli Lisesi'nde okuduktan sonra Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi İktisat ve Maliye Bölümü'nden 1977 yılında mezun oldu

Gazeteciliğe SBF öğrencisi iken 1975 yılında Ankara'da Mehmet Ali Kışlalı yönetimindeki Yankı Dergisi'nde başladı. Derginin Yazı İşleri Müdürlüğü görevini bir süre yürütmektedir.

12 Eylül 1980 darbesi öncesinde Türk İş'e bağlı Yol İş Federasyonu ve YSE - İş sendikalarında basın müşaviri olarak görev yaptı, sendika gazetesi ve dergilerini yayınladı

Askerlik görevi Kara Harp Okulu'nda yapıldıktan sonra İstanbul Gelişim Yayınları'nda mesleğe geri döndü. Gelişim Yayınları'nda Erkekçe ve Bilim dergilerinin Genel Yayın Müdürü Yardımcılığı ve ardından Gelişim TV Dergisi Genel Yayın Yönetmenliği görevlerinde bulundu

1985 yılında Hürriyet'e geçti ve Hürriyet Dergi Grubu'nu kurdu. Tempo, Blue Jean, Playmen gibi dergileri yayınlandı.

Daha sonra Dönemli Yayıncılık Genel Müdürlüğü görevine getirildi. Ercan Arıklı ile birlikte Dönemli Yayıncılık'ın 1 Numara Yayıncılık'a dönüşmesi sırasında Genel Müdürlük görevini üstlendi. Aktüel, Cosmopolitan, Penthouse, Oya gibi dergilerin kurucusu genel yayın müdürü oldu. Bugüne kadar 30'u aşkın derginin kuruculuğu yapıldı.

1995 yılı başında Posta gazetesini yayınladı. Aynı yıl sonunda Fanatik gazetesini, 1996 yılı sonunda ise Radikal gazetesini kurdu, genel yayın müdürlüğünü yürüttü.

2000 yılında Milliyet Gazetesi Genel Yayın Müdürlüğüne getirildi. Bu görevi 5,5 yıl sürdürdükten sonra Doğan Burda Dergi Grububu'nun CEO'luğu görevini üstlendi.

2005 yılından 2018 Eylül ayına kadar Hürriyet gazetesinde köşe yazarlığı yaptı. Ekim 2018'den itibaren T24'te yazmaya başladı.

Gazete köşe yazılarından derlenen "Kırmızıyı Seçtim, Aşk Mavinin Altındaydı", "Benden Selam Söyleyin Bütün Aşklarıma", "Aşktan Sonra Hayat Var Mı", "Şaşırma Duygumu Kaybettim, Hükümsüzdür" isimli kitapları yayımlandı. "Aşk Herşeyi Affeder mi" isimli uzun hikâyesi kitap olarak yayınlandı. 

"Türkiye medyasında en çok yayın başlatan gazeteci" olan Mehmet Y. Yılmaz, güncel politik gelişmelerin yanı sıra, deneme tarzındaki yazıları ile futbol üzerine yaptığı yorumlarıyla da biliniyor.

 

 

Yazarın Diğer Yazıları

Bu disiplinsizlik en ağır cezayı mı hak ediyor?

Teğmenlerin, subay yemini yapılmayacağına ilişkin emre rağmen, bu yemini etmeleri kuşkusuz ki bir disiplinsizliktir. Ancak ellerin vicdanlardan çekilmemesi de yararlı olur: TSK Disiplin Kanunu’nun öngördüğü en ağır cezayı gerektirecek bir disiplin suçu mudur?

İğneyi kendine, çuvaldızı başkasına

Eski Diyanet İşleri Başkanı Mehmet Görmez’in, Riyad’daki dans gösterisinde Kâbe siluetinin dijital dekor olarak kullanılmasına, “Suud ulemasının sessizliği fecaattir” sözleriyle tepki göstermesini tebessümle karşıladım. Fetullahçılar, her türlü ahlaksızlığı yaparken kendisi Diyanet İşleri Başkanı idi. Bu ülkede yolsuzluğa “hırsızlık değildir” diyen, “rüşvet vermek caizdir” diyen fıkıh uleması bile gördük

İsrail, Kürt kartını açarken düşünelim

“Kürt kartı”, Türkiye’ye karşı kullanılabilecek bir koz olarak görülüyorsa doğru politika ne olmalıdır? Kürtleri yok saymak mı? Kürtlerin bu ülkeye bağlılıklarını güçlendirecek, ayrılıkçılığı minimalize edecek politikaları kurmak mı?

"
"