04 Kasım 2024

En çok 12 Eylül rejimine benziyor

“Darbeci” diye yeri göğü inlettikleri 28 Şubatçılar bile Erdoğan’ın yerine bir devlet memurunu kayyım olarak tayin etmeyi akıllarından geçirmemişlerdi. Ancak Erdoğan rejimine hâkim olan zihniyet bu değil. Bu rejim, otokratik vesayet rejimi

Beyoğlu Kaymakımı'yken özel vekalet onayıyla İstanbul Vali Yardımcılığı’na terfi ettirilen Can Paksoy 31 Ekim'de Ahmet Özer'in yerine kayyım atandı

Cumhurbaşkanı Başdanışmanı Mehmet Uçum’a göre Esenyurt Belediye Başkanı’nın tutuklanmasını ve yerine kayyım atanmasını protesto eden CHP’liler, bu olayı “kendi siyasi ve kişisel ajandaları” için istismar ediyorlarmış.

Böylece Türk siyasetinde bir dönemeci daha geride bırakmış oluyoruz: Bir siyasi parti, siyasi ajandaya sahip olmakla suçlanıyor!

Siyasi partilerin başka bir şeyleri olabilirmiş gibi!

Mehmet Uçum, farkındasınız sanırım Cumhurbaşkanı Başdanışmanları ordusu içinde sesi en yüksek çıkanı.

Bu açıdan bakınca hiç olmazsa maaşını hak eden az sayıdaki başdanışmandan biri de diyebiliriz.

Açıklamalarıyla tartışmaların odağında olmasının nedeninin kestirmeci üslubu olduğunu düşünenler de var ama bence asıl önemi rejimin ana karakteri olan otokratik yönünü ortaya koymak açısından herhangi bir utangaçlık çekmiyor olmasından kaynaklanıyor.

Nitekim Esenyurt’ta gerçekleştirilen yargı darbesinin arkasında hizalanmakta da vakit geçirmemiş.

“Darbe” dediğimiz şey, seçimle iş başına gelmiş bir yöneticinin, seçim dışı yollarla görevinden zorla uzaklaştırılmasından başka bir şey değildir.

Bunu askerler yaparsa adına “askeri darbe” deniliyor, Esenyurt’ta ya da Diyarbakır’da, Van’da ya da Can Atalay örneğinde olduğu gibi yargı eliyle yapılırsa da “yargı darbesi.”

Elbette seçimle göreve gelenler de suç işleyebiliyorlar.

Bu nedenle görevlerinden uzaklaştırılmaları gerektiğinde yerlerine bakacak kişinin yine “seçilmiş” olması gerekiyor ki bu bir “darbe” olmasın.

Eğer bir belediye başkanı suç işlediği gerekçesiyle görevinden uzaklaştırıldıysa seçimle göreve gelmiş bulunan Belediye Meclisi, kendi üyelerinden birini belediye başkanı olarak seçiyor ki göreve gelen yeni belediye başkanının meşruiyeti tartışılmasın.

Meşruiyet, seçimle göreve gelmekten kaynaklanıyor.

Ve Erdoğan rejimi deyim yerindeyse bu konuda hayli ağır bir sabıkaya sahip.

Seçilmiş görevliler, uyduruk suçlamalarla görevlerinden zorla indiriliyor, yerlerine memurlar tayin ediliyor.

Tıpkı 12 Eylül darbecilerinin seçilmiş Başbakan Süleyman Demirel’i zorla görevinden alıp, yerine bir memur olan Bülend Ulusu’yu tayin etmeleri gibi.

Esenyurt Belediye Başkanı hakkındaki suçlamaların basına sızdığı kadarı, uyduruk ve entipüften bir soruşturma yapıldığını gösteriyor. İddianame açıklanınca bunu daha iyi göreceğiz.

Şimdilik, bir an için savcılığın haklı olduğunu varsaysak bile yerine bir memurun kayyım olarak tayin edilmiş olması, niyetin suçluyu cezalandırmak değil, doğrudan halkın iradesine karşı darbe yapmak olduğu ortaya çıkıyor.

Belediye Başkanı suçluysa, Belediye Meclisi yerine yenisini seçerdi, vesayetçi tayine gerek yoktu.

Tıpkı Recep Tayyip Erdoğan mahkumiyeti nedeniyle İBB Başkanlığı görevinden alındığında yerine Ali Müfit Gürtuna’nın Belediye Meclisi tarafından seçilmesi gibi!

Düşünün “darbeci” diye yeri göğü inlettikleri 28 Şubatçılar bile Erdoğan’ın yerine bir devlet memurunu kayyım olarak tayin etmeyi akıllarından geçirmemişlerdi.

Ancak Erdoğan rejimine hâkim olan zihniyet bu değil.

Bu rejim, otokratik vesayet rejimi.

Halkın kimi seçeceğine, neyi seyredeceğine, neyi okuyacağına, neye inanacağına, neyi dinleyeceğine kendisi karar vermek istiyor.

Halk, rejimin isteğinin tersine bir davranış gösterirse elindeki gücü sonuna kadar kullanmaktan da çekinmiyor.

Onun için kusura bakmasınlar ama bu rejim, bugüne kadar gördüklerimiz arasında en çok 12 Eylül rejimine benziyor.

***

Savunmada doğru söyler, iddiada şaşar!

Bakalım bu kez mahkeme kimi haklı bulacak: Savunmadaki Ahmet Özel’i mi, iddia sahibi Ahmet Özel’i mi?
CHP'nin Esenyurt Mitingi

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, CHP Genel Başkanı Özgür Özel ve İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu’na 1’er milyon liralık manevi tazminat davası açtı.

Dava bu taleple açıldığına göre Erdoğan’ın Türkiye ölçülerinde hayli zengin olduğunu varsaymalıyız.

Belli ki tutumlu bir aile, Cumhurbaşkanlığı maaşını çarçur etmemişler.

Bunu nereden çıkarıyorsun derseniz rakamın büyüklüğünden çıkarıyorum.

Bizim hukukumuzda manevi tazminat tutarı “zenginleştirici” olamaz, Erdoğan 1’erden 2 milyon lira talep ettiğine göre 2 milyon lira ek gelirle zenginleşmiş sayılamayacak demektir. Buna bakarak “hayli zengin olmalı” diyorum.

Bu davaları açan kişi Erdoğan’ın avukatı Ahmet Özel. Zaten Erdoğan oturup kendisi dilekçe yazacak değil, avukatının bu işi üstlenmesi çok normal.

Ahmet Bey, her iki politikacının da Erdoğan’ı galiz ifadelerle hedef aldıklarını iddia ediyor.

Bu haberi okuyunca daha önce de yazdığım bir eski haberi hatırladım.

Recep Tayyip Erdoğan, Afrin operasyonuna karşı milletvekillerine mektup gönderen 170 aydın hakkında, “alçak, zalim, kapkaranlık, cahil, tiksinti verici, vatan haini, lümpen, terör örgütünün maşası, ahlaksız, mandacı artığı, ruhu kirlenmiş” gibi ifadeler kullanmıştı.

Söz konusu aydınlar da Erdoğan aleyhine 1 TL manevi tazminat talebiyle dava açmışlardı.

Tesadüf bu ya, o davada Erdoğan’ı savunan avukat yine Ahmet Özel idi.

Savunması şöyleydi: (Nisan 2018):

“Düşünce özgürlüğü, demokrasinin temel ilkesidir. AİHM’e göre ifade özgürlüğü, devletin veya nüfusun bir bölümü için saldırgan, şok edici veya rahatsız edici bilgi ve düşünceler için de uygulanır. Bunlar çoğulculuğun, hoşgörünün ve açık fikirliliğin gerekleridir. Bunlar olmaksızın demokratik toplum olmaz.”

Mahkeme de bu savunmayı çok haklı bulmuş, Erdoğan 1’er lira tazminat ödemekten kurtulmuştu.

Bakalım bu kez mahkeme kimi haklı bulacak: Savunmadaki Ahmet Özel’i mi, iddia sahibi Ahmet Özel’i mi?

***

Biraz da gülelim

Adalet Bakanı Yılmaz Tunç

Adalet Bakanı Yılmaz Tunç:

“Soruşturmanın neticesine göre yargı en doğru kararı verecektir. Yargıya güvenelim.”

Mehmet Y. Yılmaz kimdir?

Mehmet Yakup Yılmaz, 1956 yılında Malatya'da doğdu. İlkokulu Antalya Devrim İlkokulu'nda, orta okul ve liseyi parasız yatılı olarak Denizli Lisesi'nde okuduktan sonra Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi İktisat ve Maliye Bölümü'nden 1977 yılında mezun oldu

Gazeteciliğe SBF öğrencisi iken 1975 yılında Ankara'da Mehmet Ali Kışlalı yönetimindeki Yankı Dergisi'nde başladı. Derginin Yazı İşleri Müdürlüğü görevini bir süre yürütmektedir.

12 Eylül 1980 darbesi öncesinde Türk İş'e bağlı Yol İş Federasyonu ve YSE - İş sendikalarında basın müşaviri olarak görev yaptı, sendika gazetesi ve dergilerini yayınladı

Askerlik görevi Kara Harp Okulu'nda yapıldıktan sonra İstanbul Gelişim Yayınları'nda mesleğe geri döndü. Gelişim Yayınları'nda Erkekçe ve Bilim dergilerinin Genel Yayın Müdürü Yardımcılığı ve ardından Gelişim TV Dergisi Genel Yayın Yönetmenliği görevlerinde bulundu

1985 yılında Hürriyet'e geçti ve Hürriyet Dergi Grubu'nu kurdu. Tempo, Blue Jean, Playmen gibi dergileri yayınlandı.

Daha sonra Dönemli Yayıncılık Genel Müdürlüğü görevine getirildi. Ercan Arıklı ile birlikte Dönemli Yayıncılık'ın 1 Numara Yayıncılık'a dönüşmesi sırasında Genel Müdürlük görevini üstlendi. Aktüel, Cosmopolitan, Penthouse, Oya gibi dergilerin kurucusu genel yayın müdürü oldu. Bugüne kadar 30'u aşkın derginin kuruculuğu yapıldı.

1995 yılı başında Posta gazetesini yayınladı. Aynı yıl sonunda Fanatik gazetesini, 1996 yılı sonunda ise Radikal gazetesini kurdu, genel yayın müdürlüğünü yürüttü.

2000 yılında Milliyet Gazetesi Genel Yayın Müdürlüğüne getirildi. Bu görevi 5,5 yıl sürdürdükten sonra Doğan Burda Dergi Grububu'nun CEO'luğu görevini üstlendi.

2005 yılından 2018 Eylül ayına kadar Hürriyet gazetesinde köşe yazarlığı yaptı. Ekim 2018'den itibaren T24'te yazmaya başladı.

Gazete köşe yazılarından derlenen "Kırmızıyı Seçtim, Aşk Mavinin Altındaydı", "Benden Selam Söyleyin Bütün Aşklarıma", "Aşktan Sonra Hayat Var Mı", "Şaşırma Duygumu Kaybettim, Hükümsüzdür" isimli kitapları yayımlandı. "Aşk Herşeyi Affeder mi" isimli uzun hikâyesi kitap olarak yayınlandı. 

"Türkiye medyasında en çok yayın başlatan gazeteci" olan Mehmet Y. Yılmaz, güncel politik gelişmelerin yanı sıra, deneme tarzındaki yazıları ile futbol üzerine yaptığı yorumlarıyla da biliniyor.

 

 

Yazarın Diğer Yazıları

Bu disiplinsizlik en ağır cezayı mı hak ediyor?

Teğmenlerin, subay yemini yapılmayacağına ilişkin emre rağmen, bu yemini etmeleri kuşkusuz ki bir disiplinsizliktir. Ancak ellerin vicdanlardan çekilmemesi de yararlı olur: TSK Disiplin Kanunu’nun öngördüğü en ağır cezayı gerektirecek bir disiplin suçu mudur?

İğneyi kendine, çuvaldızı başkasına

Eski Diyanet İşleri Başkanı Mehmet Görmez’in, Riyad’daki dans gösterisinde Kâbe siluetinin dijital dekor olarak kullanılmasına, “Suud ulemasının sessizliği fecaattir” sözleriyle tepki göstermesini tebessümle karşıladım. Fetullahçılar, her türlü ahlaksızlığı yaparken kendisi Diyanet İşleri Başkanı idi. Bu ülkede yolsuzluğa “hırsızlık değildir” diyen, “rüşvet vermek caizdir” diyen fıkıh uleması bile gördük

İsrail, Kürt kartını açarken düşünelim

“Kürt kartı”, Türkiye’ye karşı kullanılabilecek bir koz olarak görülüyorsa doğru politika ne olmalıdır? Kürtleri yok saymak mı? Kürtlerin bu ülkeye bağlılıklarını güçlendirecek, ayrılıkçılığı minimalize edecek politikaları kurmak mı?

"
"