25 Mart 2025
Yaptığım iş bazen gözüme çok tuhaf görünüyor.
Normal bir ülkede yaşıyormuşuz da şu veya bu şekilde karşılaştığımız anormallikler sanki ayda yılda bir karşılaştığımız arızi olaylarmış gibi yazıp duruyorum.
İsmail Saymaz’ı önce gözaltına alıp sonra eve mi hapsettiler?
Oturup yazıyorum: İsmail gazeteci, böyle şeylere alışkın. Çağırdığınız her seferde ikiletmeden gelip ifadesini vermiş. Şimdi niye bunu yapıyorsunuz?
Zaten işlediğini iddia ettiğiniz suç, suç değil. Anayasal bir hakkın kullanımı. Kaldı ki onu bile ispat edebilecek durumda değilsiniz.
Böyle şeyler…
Mesela dün daha şeytan yüzünü yıkamadan bazı gazeteciler ve sendikacılar evleri basılarak gözaltına alındılar.
Ne ile suçlandıkları belirsiz. Avukatları da uzun süre öğrenemeyecek sanırım.
İşim bu ya, oturup yazıyorum: Çağırsaydınız gelirlerdi, evlerini suçlu gibi basmaya utanmıyor musunuz?
Ekrem İmamoğlu’nun görevden alınmasıyla sonuçlanan bir dizi kumpas soruşturması mesela.
Çok biliyorum ya, yazıyorum hemen: Ceza yargılamasında suç, kuşkuya yer bırakmayacak delillerle kanıtlanmalıdır. Elinizde böyle bir delil yokken, dayandığınız tek şey gizli tanık adını verdiğiniz tiplerin yaptığı dedikodudan ibaretken seçilmiş bir kamu görevlisini görevden alıyorsanız darbe yapıyorsunuz demektir vs.
DEM Partili belediye başkanlarına operasyon yapılıp, yerlerine devlet memurlarından kayyım atanınca da kendimi durduramıyorum, başlıyorum yazmaya.
Kardeşim, seçilmiş adamı görevden alıyorsanız yerine bakacak olan da seçilmiş olmalıdır. Meşruiyetin kaynağı seçimdir. Niye belediye meclisinin yeni seçim yapmasına engel oluyorsunuz?
İmamoğlu’nun ve onunla birlikte bazı vatandaşların üniversite diplomaları mı iptal edildi. Parmaklarım kaşınıyor adeta: O tarihte bu kurallar yoktu. Bu diploma iptali yasal olmayan bir işlemdir vs.
Ayşe Barım’ı “artist tekelciliği” suçlamasıyla ifadeye çağırıyor ve ardından “artistleri sokağa dökerek hükümeti yıkmaya kalkıştı” diye hapse atıyorlar. Kendimi tutamıyorum, yazıyorum: Suç uydurmak da suçtur!
Nevşin Mengü, Özlem Gürses, TÜSİAD Başkanı Orhan Turan, YİK Başkanı Ömer Aras’ın başına gelenlerde de yaptığım aynen bu:
O kanuna göre böyle olmalı, Anayasa’ya göre şöyle olmalı, böyle delil mi olur, yaşasın hapse atmadılar, evden yargılayacaklar cart curt!
Uzayda bir yerlerde canlılar varsa ki vardır mutlaka, ellerindeki teknolojiyle beni takip ediyor olsalar, normal bir ülkede gazetecilik yaptığımı ve böyle anormal olayların çok ender olarak görüldüğünü zannedecekler.
Sanıyorum bütün bu kargaşanın içinde anormal olan aslında benim.
Türkiye’yi SBF’de öğrendiğim türden normal bir hukuk devleti zannediyorum.
Anayasa’sı ve kanunları olan, seçilmiş ve seçilmemiş kamu görevlilerinin bunlara uymak konusunda çok titizlendikleri bir ülke!
Hâkimlerin bağımsız, savcıların hukuku ve kanunları üstün tutan işinin ehli insanlar olduğu gibi bir yanılsama içindeyim.
Anayasal ve yasal haklarımızın bu insanlar tarafından korunacağını zannedip, gece huzur içinde uyuyoruz ama sabah bir bakıyoruz ki polis kapıyı kırıyor.
Mesela Ekrem İmamoğlu’nun “kalesini” fethetmek için hücuma geçen yeniçerileri andıran polis görüntülerini yadırgıyorum.
Her biri kendisini Genç Osman, Ulubatlı Hasan zannediyor belli ki.
Niye yadırgıyorum, işte bunu bilemiyorum.
Maden patlıyor, işçiler ölüyor. Otel yanıyor insanlar çocuklarıyla yanarak ölüyor.
Bir tek kişi vicdan azabıyla utanıp istifa etmediği gibi bunun hesabını soranlar suçlu olabiliyor.
Farkındasınızdır: Çocuğunu tren kazasında kaybettiği için sorumluların peşine düşen ama bütün bu sürecin sonunda tek suçlu olarak ortada kalan bir anne yaşıyor bu ülkede.
Çocukları, polis ya da jandarma tarafından götürülüp, yok edilmiş annelerin haftalarca polis tarafından dövüldüğünü, tekme tokat sürüklendiğini görmüşüm, hâlâ kendimi normal bir ülkede zannediyorum.
Olağanüstü hâl ilan edip, üniversite hocalarını sokağa atıyorlar, iş bulmalarını bile engellemek istiyorlar, bilmiş bilmiş yazıyorum: Atamazsınız, yaptığınız hukuk dışı, Anayasa’ya aykırı falan.
Evet arkadaşlar, değerli okuyucular; tuhaf huylar edinmiş olan benim.
Bu ülke normal değil ve ben sanki normal bir ülkede yaşıyormuşum gibi mesleğimi yapmaya çalışıyorum.
Oysa o polisler de o hâkimler de o savcılar da ne yaptıklarını gayet iyi biliyorlar.
Onlar “bu normalin” polisi, savcısı, hâkîmi.
Onları tek tek seçip, bu görevlere gönderen irade ki o da esasen tek bir kişi, bunu istiyor.
Bunu yapmaktan imtina edeni cezalandırmak konusunda tereddüdü yok ki bu sayede hepsini korkutup kontrol edebiliyor.
Anayasa’sı seçilmiş yöneticisi tarafından iğdiş edilmiş, mahkemelerin bile Anayasa’ya, kanunlara uymak konusunda bir hassasiyet beslemediği bir ülkede yaşıyorum.
Daha da tuhafı yeterince özgürlükçü bulmadığım bu Anayasa’ya uymak konusunda ben titizleniyorum da yöneticilerimiz, meşruiyetlerinin kaynağı olan Anayasa’yı yok sayıyorlar.
Yarın sabah bir bakmışsınız bunu resmen ilan bile etmişler.
Ve böyle bir ülkede ben ve benim gibi tipler yazıyoruz, anlatmaya çalışıyoruz ki kanuna uyun, Anayasa’ya uyun, seçmenin kararına saygı duyun vs.
Durumumuz size de komik gelmiyor mu?
Mehmet Y. Yılmaz kimdir?Mehmet Yakup Yılmaz, 1956 yılında Malatya'da doğdu. İlkokulu Antalya Devrim İlkokulu'nda, orta okul ve liseyi parasız yatılı olarak Denizli Lisesi'nde okuduktan sonra Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi İktisat ve Maliye Bölümü'nden 1977 yılında mezun oldu Gazeteciliğe SBF öğrencisi iken 1975 yılında Ankara'da Mehmet Ali Kışlalı yönetimindeki Yankı Dergisi'nde başladı. Derginin Yazı İşleri Müdürlüğü görevini bir süre yürüttü. 12 Eylül 1980 darbesi öncesinde Türk İş'e bağlı Yol İş Federasyonu ve YSE - İş sendikalarında basın müşaviri olarak görev yaptı, sendika gazetesi ve dergilerini yayınladı. Askerlik görevi Kara Harp Okulu'nda yapıldıktan sonra İstanbul Gelişim Yayınları'nda mesleğe geri döndü. Gelişim Yayınları'nda Erkekçe ve Bilim dergilerinin Genel Yayın Müdürü Yardımcılığı ve ardından Gelişim TV Dergisi Genel Yayın Yönetmenliği görevlerinde bulundu. 1985 yılında Hürriyet'e geçti ve Hürriyet Dergi Grubu'nu kurdu. Tempo, Blue Jean, Playmen gibi dergileri yayınlandı. Daha sonra Dönemli Yayıncılık Genel Müdürlüğü görevine getirildi. Ercan Arıklı ile birlikte Dönemli Yayıncılık'ın 1 Numara Yayıncılık'a dönüşmesi sırasında Genel Müdürlük görevini üstlendi. Aktüel, Cosmopolitan, Penthouse, Oya gibi dergilerin kurucu genel yayın müdürü oldu. Bugüne kadar 30'u aşkın derginin kuruculuğu yapıldı. 1995 yılı başında Posta gazetesini yayınladı. Aynı yıl sonunda Fanatik gazetesini, 1996 yılı sonunda ise Radikal gazetesini kurdu, genel yayın müdürlüğünü yürüttü. 2000 yılında Milliyet Gazetesi Genel Yayın Müdürlüğüne getirildi. Bu görevi 5,5 yıl sürdürdükten sonra Doğan Burda Dergi Grubu'nun CEO'luğu görevini üstlendi. 2005 yılından 2018 Eylül ayına kadar Hürriyet gazetesinde köşe yazarlığı yaptı. Ekim 2018'den itibaren T24'te yazmaya başladı. Gazete köşe yazılarından derlenen "Kırmızıyı Seçtim, Aşk Mavinin Altındaydı", "Benden Selam Söyleyin Bütün Aşklarıma", "Aşktan Sonra Hayat Var Mı", "Şaşırma Duygumu Kaybettim, Hükümsüzdür" isimli kitapları yayımlandı. "Aşk Herşeyi Affeder mi" isimli uzun hikâyesi kitap olarak yayınlandı. "Türkiye medyasında en çok yayın başlatan gazeteci" olan Mehmet Y. Yılmaz, güncel politik gelişmelerin yanı sıra, deneme tarzındaki yazıları ve futbol üzerine yaptığı yorumlarıyla da biliniyor. |
Hukuk ve adalet hâlâ bu ülkenin en büyük sorunu ve sizleri karamsarlığa sürüklemek istemem ama bana öyle geliyor ki bu giderek asla çözemeyeceğimiz bir soruna da dönüşüyor
Bir kamu yöneticisinin kırmızı çizgisi Anayasa ve kanunlardır. Vali Bey’in kırmızı çizgisinin Erdoğan olması ilginç. Benim kendisine başka bir kırmızı çizgi önerim var
Dedikodulardan iddia üretmelerine bakarak bu operasyonun amacının İmamoğlu'nun adaylığının önüne geçmek olduğunu anlıyoruz. Bu çorabı örmeselerdi ön seçime ilgi böyle olmayacaktı
© Tüm hakları saklıdır.