29 Mart 2025

Antalya neden Makao olamadı?

Hukuk ve adalet hâlâ bu ülkenin en büyük sorunu ve sizleri karamsarlığa sürüklemek istemem ama bana öyle geliyor ki bu giderek asla çözemeyeceğimiz bir soruna da dönüşüyor

Las Vegas’ı mafyanın ve kara paranın cirit attığı bir kumar kenti olmaktan, tatil, alışveriş, eğlence ve oyun kentine dönüştüren Steve Wynn, bir kumarbazın oğlu olarak doğmuştu.

“Kumarda gelecek görmemesinin” nedenlerinden biri belki de buydu.

Wynn’i durduk yerde hatırlamama neden olan şey Ford Otosan Yönetim Kurulu Başkanı Ali Koç’un bu hafta içinde bir televizyon kanalında söyledikleri.

Yatırımcı çekmek zor

Ali Koç “İnsana, ülkeye baktığın zamanda öngörülebilirlik çok çok önemli. Hukuk çok çok önemli. Hukuk sistemi çalışmayan ülkelere yatırımcı çekmek kolay olmuyor” diyordu.

Hatırlarsınız belki, Türkiye’de de bir dönem yasal olarak kumar oynanabiliyordu.

Ancak “casino” adı verilen kumarhaneler kendileri için konulan kurallara uymamakta ısrar edince işin rengi değişti.

Cennet vatanımız her devirde popülist politikacılar çıkaran verimli topraklara sahip.

“Kumar yüzünden yuvalar yıkılıyor” nutukları atmak ve casino’ların kapatılmasını istemek o dönemde hayli prim yapıyordu.

Bizim memleketimizde kamu otoritesi, yönetemediği her şeyi yasaklamaya eğilimlidir.

Tıpkı elindeki yetkileri kullanarak atlara adam gibi bakılmasını sağlayamayan belediyenin Adalar’daki faytonları yasaklayıp azmanbüslerle Adalar’ın ulaşım sorununu çözmeye kalkışması gibi!

O yıllarda da Türkiye’de yasal kumarı denetlemekle görevli olanlar işlerini adam gibi yapamadılar.

Casino’ların kurallara uymasını sağlayamadılar.

Bunda kuşkusuz ki casino’cuların, kamu görevlilerini bu yönde “teşvik edici” tutumları da rol oynamıştır.

Turgut Özal’ın ünlü sözüyle özetleyeyim: Benim memurum işini bilir!

Sonunda casino’lar kapatıldı, Türkiye çok önemli bir turizm geliri kalemini başka ülkelere kaptırdı.

Sözü uzatmayayım, Steve Wynn, Turgut Özal döneminde Türkiye’nin Akdeniz kıyılarında kumarhane ve eğlence tesisleri yapmaya niyetlenmişti.

Projeler hazırlanmış, kumarhane işletmenin hukuki altyapısı için çalışmalar yapılmıştı.

Uzun çalışmaların ve gel-gitlerin sonunda Wynn şu kararı vermişti:

“Türkiye’ye yatırım yapmayacağım, çünkü bu ülkede hukuk sistemi işlemiyor. Kanunların sık sık değiştiği, kanunların uygulanmadığı yerde insan namusuyla para kazanamaz.”

Wynn, böyle söyledikten sonra yatırımlarını Hong Kong’a yakın Makao Adası’na taşımaya karar vermiş.

Bugün Çin’e bağlı özel statüye sahip bir şehir olan Makao, otelleri, eğlence merkezleri, alışveriş olanakları ve kumarhaneleriyle Uzak Doğu’nun en büyük turizm merkezine dönüşmüş bulunuyor.

33 kilometrekarelik bir adada 700 küsur bin kişi yaşıyor, dünyanın en yoğun nüfusa sahip bölgesi.

Makao’nun yasal kumarı da kapsayan eğlence ve turizm endüstrisi şu anda Las Vegas’tan 7 kat daha büyük. Şehir, kişi başına düşen milli gelirde dünyanın ilk 10’unda.

İnsani Gelişme Endeksi’ndeki yeri de bize “ay üssü alfa” kadar uzak.

Steve Wynn’in Türkiye macerasını rahmetli Güngör Uras’ın “Sanayileşecektik. Büyüyecektik. Ne oldu bize?” isimli kitabında okumuştum.

Ve Ali Koç’un da teşhis ettiği gibi o günden bugüne bizim memlekette değişen bir şey yok.

Steve Wynn

Sanki asla çözemeyeceğiz

Hukuk ve adalet hâlâ bu ülkenin en büyük sorunu ve sizleri karamsarlığa sürüklemek istemem ama bana öyle geliyor ki bu giderek asla çözemeyeceğimiz bir soruna da dönüşüyor.

Öngörülebilir bir hukuk düzeni olmadan ekonomik gelişme de sağlanamıyor.

Kanunların uygulanmadığı, adaletin herkes için eşit olarak işlemediği, kişiye özel uygulamaların normal karşılandığı bir ülkede kanuna uyarak, sadece hesabını ve işini doğru yapmaya çalışarak kimse bir yere varamıyor.

Bakın eskinin dev müteahhitlik şirketlerinden kaçı ayakta kaldı? İş bilmediklerinden mi, ihalelerde başkalarının kayırılmasından mı?

Türkiye’nin, kapitalizmin dünyadaki yükseliş dönemlerinde kabuğunu kırmaya çok yaklaşıp oradan yüz geri dönmesinin nedeni de öncelikle budur.

Hep sözü ediliyor, “İstanbul dünya finans merkezi olacak” diye.

Bunun için dev gökdelenlerin bulunduğu bir kent yavrusu bile inşa ettik.

Hatta bu işi yüzüne gözüne bulaştıran müteahhitleri kurtarmak için bir tür kamulaştırma bile yaptık. Batık müteahhitlerin yarım bıraktığı işleri, Türkiye Varlık Fonu satın aldı!

1 milyar 670 milyon liralık bu alımın yapıldığı tarihte dolar kuru 5 lira 67 kuruştu! Varın kaç dolar harcamışız siz hesaplayın.

Başkenti adeta İstanbul’a taşıdık; Merkez Bankası’ndan tutun da kamu bankalarına kadar bir sürü kurumu İstanbul’a taşıdık, bunun için ayrıca para harcadık.

Ama İstanbul bir türlü “dünya finans merkezi” olamadı.

Zannettik ki binaları yaparsak finans merkezi oluruz; ama olmadı.

Şurası açık ki Türkiye, demokrasiden uzaklaşıp, bir tür Orta Doğu diktatörlüğüne dönüşme sürecinde dünyadaki kredisini hızla tüketti.

Bir zamanların “parlayan yıldızı” idik, hatırlarsınız.

Global Financial Center Index’in 2015 araştırmasında İstanbul 42. sıradaydı.

O günden beri düzenli olarak geriye gidiyor.

Endeksin Eylül 2024 tarihli 36. raporundaki yerimiz 104. sırada. Endeksin 121 şehri kapsadığını da ekleyeyim.

Bunun nedeni raporda yazılı: Yolsuzluklar önlenemiyor, kanunlar herkese eşit olarak uygulanmıyor.

Vergi kanunları basit, adil, şeffaf ve öngörülebilir değil. Vergi, hükümetin beğenmediği şirketleri cezalandırdığı bir silah olarak kullanılıyor.

Bilgili, iyi eğitimli ve yetenekli insan kaynağı açısından rakiplerimizin çok gerisindeyiz.

Altyapı yeterlilikleri, gelişmiş bir finans piyasasının varlığı, güvenlik gibi konularda da puanımız parlak olmadığı için İstanbul geriliyor.

Bunları düzeltmek için kılımızı bile kıpırdatmıyoruz ama iş nutuk atmaya gelince “İstanbul Dünya Finans Merkezi olacak” diye atıp tutuyoruz.

Bu yargı düzeniyle, bu kanunlarla, bu eğitim seviyesiyle ve asla önlenmek istenmeyen yolsuzluklarla varabildiğimiz yer bundan ibaret.

İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı’nı, cumhurbaşkanı adayı yapmamak için kurulan kumpasın ekonomistlerin sevdiği deyimle “piyasaları” sallamasının nedeni de bundan başka bir şey değil.

Dolar ve euro kurlarının rekorlar kırıp iki senedir uygulanan ekonomi programının kazanımlarını bir gecede çöpe atmasının nedeni öngörülebilir bir hukuk düzeninin olmaması, hukukun siyasi amaçlar için kolayca eğilip bükülebilmesi.

Hazine ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek, Ekrem İmamoğlu’nun gözaltına alınması üzerine döviz kurlarında yaşanan rekor yükselişi yatıştırmak için “Piyasaların sağlıklı işleyişi için gereken her şey yapılıyor. Uygulamakta olduğumuz ekonomi programı kararlılıkla devam ediyor” dedi ama kendisi de biliyor ki ekonomik programın güven verebilmesi için önce ülkenin güven verebilmesi lazım.

Ekrem İmamoğlu’nun üstelik “suç örgütü yönetirken terör örgütüne de yardım etme” suçlamalarıyla gözaltına alınması gibi bir siyasi durumu Türkiye hiç yaşamadı.

Bu, seçimi garanti altına almak için Süleyman Demirel’in, Bülent Ecevit’i ya da Tansu Çiller’in Mesut Yılmaz’ı hapse attırması gibi bir durum.

“Tek parti döneminin milli şefi” İsmet İnönü’nün bile aklına gelmemişti, Adnan Menderes’i hapse attırıp 1950 seçimini kazanmak.

Türkiye bir bakıma “dön baba dönelim, aynı yere gelelim” ülkesidir.

Şimdi döne döne aynı yere bile gelemiyoruz, her dönüşte bir çağ gerisine gidiyoruz!

 

Yazarın Diğer Yazıları

Bahçeli’nin tehdidi

Devlet Bahçeli, “halkın bir kesimini”, diğer bir kesim ile tehdit ediyor. Bu tehdit 12 Eylül öncesine yönelik bir özlemi mi ifade ediyor yoksa tam da öyle bir planın parçası mıdır?

“Kırmızı çizgi” meselesi!

Bir kamu yöneticisinin kırmızı çizgisi Anayasa ve kanunlardır. Vali Bey’in kırmızı çizgisinin Erdoğan olması ilginç. Benim kendisine başka bir kırmızı çizgi önerim var

İçi daralmış bir gazetecinin özeleştirisi

O kanuna göre böyle olmalı, Anayasa’ya göre şöyle olmalı, böyle delil mi olur, yaşasın hapse atmadılar, evden yargılayacaklar cart curt! Anayasa’sı seçilmiş yöneticisi tarafından iğdiş edilmiş, mahkemelerin bile Anayasa’ya, kanunlara uymak konusunda bir hassasiyet beslemediği bir ülkede yaşıyorum

"
"