13 Nisan 2025

CHP PM Üyesi Emine Uçak Erdoğan: Kadınlar başörtülü olsun veya olmasın dertlerinin ortak olduğunu görüyorlar, iktidarın güç zehirlenmesini deneyimleyen grupların başında geliyorlar

"Terörün ve şiddetin bitmesi, çözümün sağlanması farklı yürüyen bir süreç olabilir. Taraflar, muhataplar belli şeffaf olunduğu sürece. Ancak konu nihayetinde siyasetin alanının genişlemesi ve demokratikleşme olduğunda hızlı bir şekilde bu ikili sistemden vazgeçilmesi lazım. Yani istediklerini istedikleri anda makbul, istemediklerini suçlu ilan ettikleri, hoşuna gideni yücelttikleri, hoşuna gitmeyeni terörle ilişkilendirdikleri bir düzende adalet, güven ve istikrarın olmayacağını herkes görüyor ve söylüyor"

CHP PM Üyesi Emine Uçak Erdoğan (Fotoğraf: Pınar Gediközer)

CHP 19 Mart operasyonu sonrası iktidarın beklentisinin aksine bir çöküş sürecine değil adeta bir diriliş yaşadı. Toplumsal muhalefetin de desteğini alan, sokaktan-sokakla konuşmaktan korkmayan bir anlayış. Önümüzdeki süreçte bu partinin alacağı tavır, yapacakları Türkiye’nin demokrasi çerçevesini de belirleyecek. CHP içinde bu çalışmanı ana hatlarını belirleyecek en önemli yerlerden birisi de Parti Meclisi. Geçen hafta şekillenen dün ilk toplantısını yapan bu isimlerden ikisi dün Genel Başkan Özgür Özel’in iki yanında yer aldı. Kısa bir süre önce hapisten çıkan Berkay Gezgin ve kurye kardeşi öldürülen Berna Özgül. Gençlik ve emeğin temsil edildiği bir fotoğraf karesiydi. PM’ye giren isimlerden biri de Emine Uçak Erdoğan oldu. Sivil toplum ve siyaset alanında yaptığı çalışmalarla bilinen bir isim kendisi. Bilim Platformu’na 817 oy ile en çok oy alan üçüncü isim olarak seçildi. Bu seçimden sonra sayıları çok fazla olmasa da parti içinden-yakın çevresinden kendisinin ‘muhafazakar partilerdeki geçmişi’ başta olmak üzere kimi eleştirilerde bulundular. Ben de Emine Uçak Erdoğan’a arasında bu konunun da olduğu CHP ve Türkiye üzerine sorularımı yönelttim. Özellikle ‘muhafazakar’ kavramının kullanılış şekline itirazı var. ‘Muhafazakâr kavramının dindar ya da mütedeyyin sıfatları yerine kimliğimi tanımlarken kullanılması çok uygun düşmüyor. İktidara sert eleştirilerimi muhafaza etmedikleri olumlu değerler ve muhafaza ettikleri yıkıcı anlayış üzerinden getirmiş biri olarak…’

Emine Uçak Erdoğan kadınların başörtülü ya da değil sorunlarda ortaklaştıklarını da belirterek şunu kaydediyor:

"İktidar kadın meselesinde de artık kimseye bir şey söyleyecek durumda değil. Kadınlar başörtülü olsun veya olmasın hiç fark etmeden, dertlerinin ortak olduğunu ve aynı sorunlarla karşı karşıya kaldıklarını görüyorlar.

Çünkü kadınlar bu iktidarın merkezileşme ve güç zehirlenmesiyle oluşturduğu sistemsizliği en yakından deneyimleyen grupların başında geliyor. Sistemsizliğin hem gündelik hayatlarında hem de kamusal alanda oluşturduğu mağduriyetleri en çok onlar hissediyor. Şiddet konusunda, afetlerde, ekonomik krizde, adalet krizinde, kamusal hakların gerilemesinde kısacası her alanda olumsuz etkiler kadınlar için daha ağırlaşıyor. Halihazırda toplumda dezavantajlı durumda olduklarından bu meseleleri daha yıkıcı yaşıyorlar."

Okumayanlar için kendisinin ‘Keje’ kitabını öneriyor, söyleşiyi aktarıyorum:

- Geçen hafta gerçekleşen olağanüstü kurultayda CHP Parti Meclisi’ne seçildiniz. Dün de ilk toplantısına katıldınız. Seçildiğiniz günden itibaren muhafazakar kimliğiniz ve geçmişte kısa süre görev aldığınız siyasi partilere bakılarak çok yaygın olmasa da bazı eleştiriler aldınız. Medya ve sivil toplum dünyasından gelen biri olarak CHP ile buluşmanız nasıl gerçekleşti? Son kurultayda seçilme süreciniz nasıl gelişti?

Aktif siyasetle ilgili yolculuğum hep sorumluluk almayı gerektiren zamanlarda gelen teklifler ve teklifleri bir görev bilmem şeklinde gerçekleşti. Aslında sadece siyaset alanında değil genel itibariyle bireysel serüvenini, toplumsal hikayeden farklı yaşamayan insanlardan biriyim. Medyada, sivil toplumda nasıl bir bilinçle gayret gösterdiysem, aktif siyasette de öyle oldu.

Saadet ve Halkın Sesi Partisi dönemlerinde, genel merkezlere yerelin ve tüm toplumsal kesimlerin gündemini taşımaya çalıştım. Bir karşılığı olduğunu düşündüğüm zamanlarda sorumluluktan kaçmadım. Zaten siyasi ikbalin yürüdüğü zamanlarda, ilkelerimle uyuşmuyorsa o yolculuğa devam etmedim. Ak Parti’yle birleşen Has Parti’deki tutumum bunu anlatıyor. Vaktiyle bir yazımda da bahsetmiştim. Has Parti döneminde Numan Bey’le isminin anılmasından çekinip Ak Parti’ye gittiğinde kamusal alanda kendisiyle fotoğraf verenlerden olmadım misal. 

Sivil toplum, kadın hareketleri, siyaset ve medya dünyasından önerilerle 2023 seçimlerinde aday adaylığı ile bir temasım olmuştu CHP ile. Sosyal politika ve demokratikleşme başta olmak üzere çalışma alanlarımın CHP’de karşılık bulmasıyla beliren ve Ekrem Başkanımızın sosyal politika alanı ile toplumun farklı kesimleri, meseleleri arasındaki kamusal bilginin ortaya konulmasına verdiği önemle şekillenen bir siyasi hat ortaya çıktı. CHP’ye üyeliğimde de daha önce görev aldığım partilerde benimsediğim prensipleri koruma gayretiyle hareket ettim.

Birkaç yıldır iyice zirveye ulaşan ülkemizin zor günlerinde ve özellikle 19 Mart demokrasiye darbe sonrası Ekrem Başkan ve yol arkadaşlarına yapılanlar beni sadece çevresinde kendisiyle yol yürüyen biri olarak değil, bir yurttaş bir anne olarak da etkiledi. Parti Meclisi üyeliğini çocuklarıma ve ülkenin bütün çocuklarına karşı bir sorumluluk olarak gördüm.

Teklif kurultaya 2 gün kala geldi ve çok hızlı gelişti. Önce il başkanımızdan ve genel merkezden ulaşan isteğin, Ekrem Başkan’ın da desteğiyle olduğunu öğrenince görevi kabul ettim. Aynı zamanda özellikle aday adaylığım zamanından bu yana süren bir ilişkinin de karşılığının parti içinde ve taban nezdinde tesis edildiğini gördüm.

Genel başkanımızın önerisiyle Bilim, Kültür ve Sanat Platformu’ndan Parti Meclisi’ne adaylığımın açıklandığı andan itibaren hem kurultay salonunda delegelerden hem de salonda olmayan üyelerden, parti örgütünden çok teveccüh gördüğümü de belirtmem üzerime bir borç. Bu ilginin sonuçlarını kurultayda kullanılan oylarda da görmüş olduk.

Bir diğer konu da şu. Kavramsal bir tartışma olması için söylemiyorum ama muhafazakâr kavramının dindar ya da mütedeyyin sıfatları yerine kimliğimi tanımlarken kullanılması çok uygun düşmüyor. İktidara sert eleştirilerimi muhafaza etmedikleri olumlu değerler ve muhafaza ettikleri yıkıcı anlayış üzerinden getirmiş biri olarak, aklıma aday adaylığım döneminde sosyolog Besim Dellaloğlu hocanın niçin aday olduğumu anlattığım yazım üzerinden yaptığı değerlendirmede sorduğu soru geldi. “Bu satırların yazarının “muhafazakârlığını” okuyucunun hassasiyetine bırakıyorum” diyordu. Alıntıladığı kısımda rantsal dönüşümlerden çalışan yoksulluğuna, görülmeyen kadın emeğinden sağlıklı beslenemeyen çocuklara kadar bir dizi eşitsizliklerden bahsediyordum.

Parti Meclisi’ne seçilmemle ilgili çok az sayıda bazı karalamalar yaşansa ve kötü niyetlilerin sesi çok çıkıyor gibi görünse de aslında diğer partilerden, çok farklı alanlardaki sivil toplumdan, kanaat dünyasından ve yakınımdaki insanlardan çok destek gördüm. Herkesin ortaklaştığı sevinç ve tebrik, aldığım sorumluluğun tam da müzakere, çoğulculuk ve ülkenin içinde bulunduğu darboğazdan çıkış için ümit olarak görülmesi üzerineydi. O yönüyle benim için çok kıymetli bir hafta geçirdim.

CHP kurultayı "İrade milletindir" sloganıyla toplandı; seçime tek aday olarak giren Özgür Özel, yeniden CHP Genel Başkanı seçildi

"Kurultay salonunda birçok başörtülü delege ile karşılaşınca şaşırdım ve mutlu oldum"

- Çeşitli toplumsal kesimlerden gelip CHP’ye son dönemde katılan isimlere parti içinde nasıl tepkiler var? Aralarında muhafazakârların ya da mütedeyyin insanların da bulunduğu geniş bir kitle ile ancak cam tavanın kırılarak iktidar olunabileceği anlaşılmış durumda mı?

Ben CHP’de değişim iddiasının, ülkenin kurucu partisi olarak milletin partisi olmanın, yine halkçı, kurucu değerlere yaslanma isteğinin güçlü olduğunu düşünüyorum. Partinin her kademesinde kapsayıcılığa kıymet veren çok kişiyle karşılaşıyorum. Bu bakış açısını sadece bugün değil birkaç yıldır çeşitli vesilelerle, çalışmalarla, programlarla yan yana geldiğimizde de görüyordum. CHP yöneticileri ve üyeleri ülkenin tüm kesimlerinin bir araya gelerek güçlenileceğini artık biliyorlar. Ülkemizi ortak geleceğimiz etrafında bir çatı olarak paylaştığımızı gösteren birliktelik ruhuyla hareket ediyorlar. Kurtuluşun bir arada olma haliyle geleceğinden eminler.

Son yerel seçimlerde hangi samimi gayretlerin başarıyı getirdiğini hepimiz anlamış olduk. O günden bugüne de anketlerde birinci parti olarak kalma sebebinin ülkede yaşanan hukuksuzluklara, ekonomik, siyasi ve hukuki eşitsizliklere karşı güçlü bir duruşun sergilenmesi ve yeni bir tahayyül sunma imkanının parti içinden başlayarak gösterilmesi olduğunu düşünüyorum. Bu sayede CHP’deki değişim tüm Türkiye’ye yayılacak. Millet, Türkiye’yi daha özgür, güçlü ve adil bir ülke haline götürecek bir parti olarak görmeye başladı CHP’yi. Bunda Genel Başkanımız Özgür Özel’le Ekrem Başkan’ın gösterdiği uyumun çok etkili olduğuna inanıyorum. Halkın sesini duyan muhalefet, Türkiye'deki krizleri bitireceğine milleti ikna edecektir. Bu başarının yolu, demokratik bir vizyonla yönetme idealinin yansımasını her sahada ortaya koyabilmekten geçiyor. Geriye programını ve politikalarını millete anlatacak güçlü bir parti örgütüyle kol kola yürümek kalıyor.

CHP demokratik kültüre nasıl katkı sunacağını geçmişinden ders çıkarıp öğrenen bir parti, bu çeşitliliği ve gelişimi sürekli sağlıyor. Her partide ve kurumda olduğu gibi gelişmeye açık yönler vardır tabii ki. Her kesimden insanın daha kararlı ve görünür temsili için çalışmalar sürdükçe nasıl ki 25-27 oy bandındaki cam tavan 35-37’ye doğru kırıldıysa artık potansiyel daha yüksek, yani cam tavanın daha da kırılacağına inanıyorum.

Geçmişten bugüne, bahsettiğim demokratik değişime emek veren herkese teşekkür etmek istiyorum, çünkü  ancak bu şekilde bir azim ve kararlılıkla hayatımıza devam edebiliyor, gelecek huzurlu günlere dair hayaller kurabiliyoruz. Son kurultay yol arkadaşlığının, birlik ve beraberliğin değerini hissetmemiz açısından da ayrıca değerliydi.

Başörtüsü üzerinden siyaseti anlatmayı çok istemesem de mesela şu örneği vereyim. Başörtüsü konusunda benim bile şöyle bir eksiğim varmış; kadın kollarında ve çeşitli kademelerde başörtülü kadınların varlığını biliyordum partide ama kurultay salonunda birçok delege ile karşılaşınca şaşırdığımı ve mutlu olduğumu da söyleyeyim. CHP’ye oy verenler nasıl ki sosyolojik olarak giderek çoğullaşıyorsa CHP’nin de hem temsilinde hem de eylem planlarında bu çoğulculuğu ve kapsayıcılığı strateji veya taktik olarak değil tam da bir ortak yaşamda demokrasi pratiği olarak içselleştireceğine inanıyorum.

"Kadınlar bu iktidarın merkezileşme ve güç zehirlenmesiyle oluşturduğu sistemsizliği en yakından deneyimleyen grupların başında geliyor"

- 2023 seçimlerinde milletvekili aday adayı olduğunuzdan bahsettiniz. Dolayısıyla o dönemde helalleşme tartışmaları yapılırken Millet İttifakı çatısından seçilmek istediniz. O seçimlerde  kadınların CHP’ye güvenemediği alanlar oldu mu? Kılıçdaroğlu yerine Erdoğan’a oy verme psikolojisinde ana motivasyon sizce neydi?

Öncelikle bu konuları sadece kadınlar özelinde değil genel olarak değerlendirmek gerektiğini düşünüyorum. Ülke yönetiminde değişim isteği, farklılıklarla bir araya gelme arzusu ciddiydi. 2023’teki mesele Millet İttifakının kendi içindeki açmazlarından dolayı seçmenlerde umut ve güven duygusunu yeterince harekete geçirememesiydi.

Kadınlara gelince, CHP’deki değişimi en çok kadınların anladığını düşünüyorum. Tabii ki özellikle kadınların her alanda yaşadıklarının travması çok ağır ve derin oluyor bizim gibi ülkelerde. Daha önce CHP’ye oy vermeyenlerin güvensizlik yaşamaları da doğaldı. Buna rağmen kadınlar helalleşmeyi önemsediler ama bir yandan da bunun tezahürlerini görmek istediler. Çünkü bu sadece söylemle değil söylemleri politikalara taşımakla, eylemle olur. Toplumsal çözümler böyledir zaten. Önce hazırlık yapılır, sonra adımlar atılır ve zaman içinde değişim gelir.

Mesela 2024 yerel seçimlerinde Ak Parti’den, Cumhur İttifakı’ndan CHP’ye gelen oyların büyük çoğunluğunun kadın seçmenlerden olduğu da ortada. Bu anlamda tam da artık sadece CHP’nin geçmişinden getirdiği bagajını değil, iktidarın ataerkil lobilerle olan pazarlığını kamusal alandaki güçleri için bir tehdit olarak görüyor kadınların çoğu. CHP’yi kadınların kamusal özgürlükleri konusunda daha güçlü olarak gördükleri için de yönelmeye başladılar, özellikle 35-40 yaşın altındakiler.

KADEM başta olmak üzere sivil toplumdan kadınlara, siyasetçi kadınlara, Filistin için gösteri yapan kadınlara yapılanlara ve daha bir çok konuda iktidarın yönetimindeki erkeklerin yaklaşımlarına bakmak mümkün. Onlara kalsa kadınlar ne siyasette ne sivil toplumda yer bulabilirler. Ailenin, çocukların başına gelen fenalıkların, kötülüklerin, yaşanan her olumsuzluğun sorumlusunun kadınların kazanımları olduğunu söylüyorlar. Yani iktidar kadın meselesinde de artık kimseye bir şey söyleyecek durumda değil. Kadınlar başörtülü olsun veya olmasın hiç fark etmeden, dertlerinin ortak olduğunu ve aynı sorunlarla karşı karşıya kaldıklarını görüyorlar.

Çünkü kadınlar bu iktidarın merkezileşme ve güç zehirlenmesiyle oluşturduğu sistemsizliği en yakından deneyimleyen grupların başında geliyor. Sistemsizliğin hem gündelik hayatlarında hem de kamusal alanda oluşturduğu mağduriyetleri en çok onlar hissediyor. Şiddet konusunda, afetlerde, ekonomik krizde, adalet krizinde, kamusal hakların gerilemesinde kısacası her alanda olumsuz etkiler kadınlar için daha ağırlaşıyor. Halihazırda toplumda dezavantajlı durumda olduklarından bu meseleleri daha yıkıcı yaşıyorlar. Araştırmalarda sistemsizlik sorununun kadınların hayatında açtığı maliyetleri ve bir yandan da bu sistemsizlikle başa çıkmanın yükünü ailenin geri kalanları için omuzlarına yüklendiğini görüyoruz.

Oy tercihlerine gelince, meselenin Erdoğan’a oy vermek olmadığını, muhalefetin yeterince güven verip oy alamaması olduğunu önemine binaen tekrarlamak istiyorum. İktidar her şart altında kendine iç politikadan dış politikaya farklı siyaset hatları açmak için uğraşıyor. Bu uğraş işin meşru kısmı fakat siyasi etiğe uymayan tarafı muhalefeti siyasetsizlikle kuşatmaya, ideolojik tartışmaların içinde hareketsiz kılmaya çalışırken hukuka aykırı operasyonlarla bunu yapmaya çalışması. Muhalefetin yapması gereken ve CHP’nin girdiği yol da siyasetini iktidarın ya da rakibin başarısızlığı üzerine kurgulamaması ve kendi hattını çizmesi. Çünkü rakip analizi en fazla bir seçim kampanyası konusu olabilir. Bu sebeple hem toplumsal hem kurumsal muhalefetin yönünü kendine ve millete yöneltmesi, milletin ferasetine ve basiretine güvenmesi gerekiyor.

"Kürt meselesinde 1990 raporunun hazırlandığı dönemi hatırlatan bir güncellenmiş tutum ve hazırlık çalışmalarının da izlenmesi gerekiyor"

- Aday adaylığı döneminizde yazdığınız bir yazıda şöyle dediniz: “Türkiye seçim süreçlerini uzun yıllardır siyasi kimliklere ve ideolojilere sıkışarak, haliyle kaygı ve kutuplaşma ikliminde geçiriyor. Benim adaylığım da ilk andan beri kimlik üzerinden, özellikle başörtüsü kimliği üzerinden konuşuluyor. Oysa hiçbirimiz sadece tek kimlik üzerinden tarif edilemeyiz. Birbirinin içine geçmiş kimliklerimiz, en önemlisi de bir gündelik hayat deneyimimiz var. Ben başörtülü olduğum için, Kürt olduğum için, kadın olduğum için aday değilim; olamam.” Başörtüsü konusunu anlattınız ama Kürt olmak konusunda CHP tabanını nasıl görüyorsunuz?

Başörtüsü konusundan çok da farklı görmüyorum aslında. Nihayetinde herkes her konuda aynı duyguda olmayabilir fikirleri bol olan bir kitle partisinde, esas olan parti programı ve seçim beyannameleridir. Mesela şimdi bile sosyal medyada Atatürk’ün partisi ve başörtüsü tartışması yapanları görüyorum, hatta bir kısmı CHP’li kişiler ancak bunun hakim duygu olmadığını ve seslerin çok cılız kaldığını da tespit etmemiz lazım.

Kürt meselesi de benzer şekilde değerlendirilmeli. Eskiye göre bu meselede, çözüm önerilerini de içeren 1990 raporunun hazırlandığı dönemi hatırlatan bir güncellenmiş tutum ve hazırlık çalışmalarının da izlenmesi gerekiyor.

CHP bu anlamda sözü olan herkesi dinlemek, her kesime ulaşmak için çaba harcıyor. Derdini, politikalarını, programını, yapacaklarını anlatıyor; daha da anlatacak. Bu sayede suni şekilde çizilmeye çalışılan toplumsal sınırlar aşılmaya başladı, daha da aşılacak. İktidarın tüm bu baskı hamlelerinin de CHP kendini topluma anlatamasın diye gerçekleştiğine eminin. Bu tuzağa düşmeden milletin yanında durmaya devam etmemiz gerekiyor.

Yerel seçimlerden sonra genel başkanımız Özgür Özel’in çok dikkat çeken bir tespiti vardı, ona yürekten katılıyorum. Devletle millet yarışırsa milletin kazandığını, devletin tarafında olunduğunda bazen milletin tarafında olunamadığını söylemişti. Kurucu irade refleksiyle bazen CHP’nin millete karşı devletin, yani aslında benim anladığım kadarıyla bürokratik grupların tarafında yer aldığından bahsetmişti. Kendi ifadesiyle: “Bu ülkede insanlar devleti severler. Devletin emriyle askere giderler, canlarını vermeyi göze alırlar. Devletlerine laf söyletmezler. Ama devlet karşılarına geçerse de gereğini yaparlar. Çünkü milletler devlet kurar ama devletler millet kuramaz, millet kendi vardır. Millet, devleti kurar da değiştirir de anayasasını da değiştirir, yöneticisini de değiştirir. Millet devleti yönetmek ister, seçtikleri yönetsin ister. Devlet, milleti yönetmeye kalktığında direnir” demişti. Bu günlerde yaşadıklarımızın bu direniş haliyle bağlantılı olduğunu, milletin iradesine sahip çıktığını görmek beni ayrıca umutlandırıyor.

PKK'nın lideri Abdullah Öcalan, çağrı yaparak, PKK'nın kendini feshetmesi ve tüm grupların silahları bırakması gerektiğini açıkladı (Cengiz Çiçek, Tülay Hatimoğulları, Ahmet Türk, Sırrı Süreyya Önder, Pervin Buldan, Tuncer Bakırhan, Faik Özgür Erol)

"Hayatımın en zor yürüyüşlerinden birini daha yaparken, çocukluğuma ve Soma maden faciasında yaşananlara birebir tanık olduğum günlere döndüm"

- “Kürt meselesinin kıyısında geçti çocukluğum” demiştiniz daha önce. Nasıl bir çocukluktu bu?

Bu soruya cevabım Keje isimli öykü kitabıma koyarken bilmediğim ama sonraki okumalarımla evrensel bir kavramsallığı da olan “bir gecede büyümek” metaforu üzerinden olacak.

Ben de bir çok kişi gibi bir gecede büyümek zorunda kalan çocuklardanım. Çocukluğun o tüm kötülüklerden, karanlıklardan uzak tutan iyimserliği ve neşesinin çok ağır bir şekilde bir anda kesilmesini yaşadım. Sonrasında bir daha aynı çocuk olamadığın o kötü günlerde hızlı büyüdük. Keje’deki öykülerde bir kısmını dile getirdim.

Bir gecede büyümek metaforunu ben daha sonra Ermenistan’da iki ülkeden öğretmenlerle katıldığım bir barış okulu eğitiminde duydum. Aynı kavramı yıllardır ama özellikle de 7 Ekim’den beri bütün dünyanın gözü önünde yaşanan soykırıma varan katliamlara maruz kalan Filistin’den bir yazarın, Ğassan Kanafani’nin Hüzünlü Portakal Diyarı isimli kitabında da gördüm. “Evden uzaklaştıkça aynı anda çocukluğumdan da uzaklaşıyordum. Huzurlu yaşayacağımız kolay, tatlı bir hayatımızın kalmadığını hissediyordum.”

17 Mart’ta bir arkadaşım bu bölümün bir sempozyumda tam da bir gecede büyümek metaforuyla anlatıldığını belirten bir mesaj gönderdi. Ağır olan kısmı bu kaderi yıllardır herkesin farklı farklı deneyimlemesi.

19 Mart sabahı sıkıyönetim günlerini aratmayan görüntülerle ara sokaklarına kadar kapatılan Fatih’te, Edirnekapı’dan Saraçhane’ye kadar yürürken yukarıda belirttiğim kişisel kaderimle ülkenin kaderinin kesiştiği dönemeçler birer şerit gibi geçti gözümün önünden. Hayatımın en zor yürüyüşlerinden birini daha yaparken en çok çocukluğuma, bir gecede büyüdüğümüz günlere ve de Soma maden faciasında yaşananlara birebir tanık olduğum günlere döndüm. Hafıza böyle bir şey, bir fotoğraf bütün bir hikayeyi geri çağırıyor. O kapatılmış sokaklar bende böyle bir etki yaptı.

Ama açıkçası kendimden öte, kendi çocuklarım dahil aynı kaderi devrettiğimiz bu ülkenin diğer tüm çocuklarını konuşmak istiyorum. Sizin de benim gibi sık sık yazılarınızda hatırlattığınız Tayfun Kahraman’ın kızı Vera’yı mesela. Çocukluğunun hatta neredeyse bebekliğinin en güzel günlerini babasıyla geçiremeyen Vera’yı. Babasının yokluğunu ona aratmamak için annesine destek olmak için var gücüyle uğraşan amcalarının, özellikle de Emrah amcasının da şimdi elinden alınmasını. Emrah Şahan’ın kızı Deren’in 19 Mart sabahı yaşadıklarını konuşmak istiyorum. Öğrencileri, tam da bu günlerde cezaevindeki annesinin yokluğunda kardeşlerini büyütmeye çalışan kız çocuğunun ölümünü konuşmak istiyorum.

Ramazan ayında Ekrem Başkan’la farklı şehirlerde katıldığımız iftarlarda her ikimizin de benzer yaşta olan kızlarımızın yaşıtlarıyla liselere giriş sınavlarını konuşuyorduk. Şimdi bir yandan lise çağındaki öğrencilerin bile öğretmenlerini savunurken aslında geleceklerini savunduğu günler yaşıyoruz.

Ekrem İmamoğlu'nun gözaltına alınmasını ve ardından tutuklanmasını protesto etmek isteyen vatandaşlar, Saraçhane'ye akın etti

"Mutlu bir azınlık dışında hepimiz, gün geçtikçe daha fakir ve daha huzursuz insanlar haline getiriliyoruz"

- 23 yıldır, kendini muhafazakar olarak tanımlayan bir iktidar var. Başörtülülere, mütedeyyin insanlara büyük zorlukların yaşatıldığı günlerden, muhafazakar yöneticilerin topluma başta hukuk pek çok alanda zulüm yaşattığı günlere geldik. İktidar tabanının, seçmeninin bu süreçte yaşananlara küçük bir kesim hariç fazla ses çıkarmamasını nasıl yorumlamak gerekli?

İktidar tabanının ses çıkarmadığını düşünmüyorum. Nihayetinde otoriterleşme, baskı arttıkça, adaletsizlikler arttıkça evet son genel seçimi iktidar kaybetmedi ama bir yandan da oy oranları her seçimde azaldı. Mesela 6 Şubat depremlerinden sonra 2023 seçimlerinde çok düşüş olmadı gibi gösterilse de oranlara baktığımızda düşüşlerin olduğu fark ediliyor. Zaten yerel seçim sonuçlarında bu açıkça görüldü. İktidar seçmeni bu iktidarın yaşanan çoklu krizlerde çözüm üretmediğini, güç zehirlenmesi yaşadığını, güçlendikçe en çok da kendi seçmeninden uzaklaştığını, kararlarının dikkate alınmadığını görüyor. Kongrelerindeki heyecansızlıkta da bu izleri görmek mümkün.

İktidar manipülasyonunu kimlikler, inanç ve değerler üzerinden yaptığında daha hızlı ve kolay sonuç alıyor. Bir yandan medya asimetrisi, devletin gücüne yaslanmanın konforu ve daha bir çok sebeple aslında tavanda, tavanın etrafındaki kurumlarda yapılan her şeye rağmen bir suskunluk hali var. O da kamusal alanda suskunluk. Yoksa özelde konuştuğumuzda onlar da bu gidişin gidiş olmadığını yıllardır görüyor, söylüyor. 2023 seçimlerinin hemen öncesindeki sessizliği, tutumu ve sonra seçimi kazandıklarındaki güç gösterine abartılı desteği hatırlayalım, herkesin rotasını tekrar çevirdiği bir dönem yaşandı.

Ben bunu şöyle çerçeveleştirmiştim 2023’te adaylık yazımda. “Mevcut iktidar bloğu; ekonomik krizde ve yaşanan her afette iyice görünürleşen bir sistemsel çöküşe sebep oldu. Yaşanan sorunları kabul etmediği, görmediği gibi kadınların kazanımları başta olmak üzere her konuda, 20 yıl önce yola çıktıkları “yasaklara, yoksulluğa ve yolsuzluğa karşı” perspektifinin tam tersi bir Türkiye’ye hizmet eder hale geldi. ‘Yerli ve milli’ tanımlamasıyla kendisini destekleyenlere geniş imkânlar, alanlar sunarken; desteklemeyenleri hainlikle, teröristlikle itham etmeyi alışkanlık haline getirdi. ‘Seçimler 14 Mayıs’ta, sonrasında herkese hak ettiği muameleyi yapacağız’ cümlesinde veciz bir şekilde anlatıldığı üzere ‘yerli ve milli’ olanlara, yani bugünün makul ve makbul vatandaşlarına olabildiğince geniş haklar, kazanımlar sunarken ötekilere keyfi hukuka devam edileceğinin işaretleri var.”

Keşke bu öngörülerim doğru çıkmasaydı. Bulunduğumuz yer, bizim imtihanımız, sıkıntımız gibi görünse de en çok iktidarın ve etrafındakilerin sınavı olduğunu düşünüyorum. Özellikle de halen oralarda sivil anayasa, normalleşme, demokratikleşme, adaletin tesisi gibi amaçları olanlar için. Çünkü şu anki suskunlukları bizim için üzüntü kaynağı olsa da aslında kendileri için de bir cesaret meselesi olduğunu düşünüyorum. Yaşattıklarına kendi çocuklarını bile ikna edemediklerini görüyoruz. O yönüyle tabii ki tüm bu dönüşüme üzülüyorum memleketimiz namına. Tıpkı Nuray Mert’in son yazısındaki, korkudan çok bu dönüşüme şahit olan birinin kırıklığındaki gibi bir duygu.

Evet, bu cesaret ve haysiyet meselesi. Şu an suskunlukla ve gösteremedikleri cesaretle normalleştirdikleri durum, bu ülkede herkesin ortak geleceği huzurlu birlikte yaşayabilmesi imkanını azaltıyor. O sebeple onların imtihanı olarak görüyorum bizim imtihanımızdan önce. Yani tabii ki sıkıntısını travmasını biz daha fazla yaşıyoruz. Fakat aynı zamanda haklı olan biziz ve bunun getirdiği bir dayanma ve mücadele gücü var.

Demokrasinin, adil rekabetin ve serbest seçimlerin hepimize her zaman lazım olduğunun daha net idrak edildiği günlerden geçiyoruz. Sandık önümüze geldikçe, sandıktan çıkan sonuçlara saygı duyuldukça ve millet iradesini gösterebildikçe yurttaşlık bilinci gelişiyor. Türkiye halkı, seçimlere katılım oranlarına da bakınca gördüğümüz gibi yerel ya da merkezi fark etmeksizin iktidarlara meşruiyetini kullandığı oylar üzerinden sağlıyor. Demokrasiyle taçlanmış ve tamamlanmış bir cumhuriyetin kıymetini, seçme ve seçilme hakkının önemini bu sayede daha iyi anlıyoruz. Serbest seçimler olmadığında, adayları ve rakibini kendi seçmek isteyen iktidarlar olduğunda seçmenin de bireyin de yurttaşın da o iktidar temsilcileri nezdinde bir değeri ve karşılığı olmayacaktır. Bu gerçekliği de milletimize açık bir şekilde anlatmak bizim üzerimize düşen başka bir vazife. Cumhur ittifakı seçmeninin de bu gerçeklikten haberdar edilmesi gerekiyor. Az sayıda insandan müteşekkil mutlu bir azınlık dışında hepimiz ekonomik krizlerden de demokrasi krizlerinden de hukuk krizlerinden de etkileniyoruz ve gün geçtikçe daha fakir ve daha huzursuz insanlar haline getiriliyoruz.

Demokrasi muhalefete lazım olduğu kadar iktidarın kendi iç kesimlerine de lazım. Çünkü dünyanın her yerinde demokrasiler krize her girdiğinde iktidar içi çekişmeler, iktidar temsilcilerinin kendi aralarındaki kavgalar ülkelere de telafisi çok zor yapılan zararlar veriyor. Türkiye’de bu krizlerin sonuçlarını gerek koalisyonlar döneminde gerekse 2013 sonrasında çok acı şekillerde tecrübe etmek zorunda kaldık.

"Taraflar, muhataplar şeffaf olunduğu sürece, terörün ve şiddetin bitmesi, çözümün sağlanması farklı yürüyen bir süreç olabilir"

- Kürt meselesine dönersek, bu sorunu çözmek için iktidar bir arayış içindeymiş görüntüsü veriyor. Ancak bir yandan ana muhalefetin cumhurbaşkanı adayını, muhalefet liderlerini, gazetecileri, sanatçıları, gençleri gözaltına alıp hatta tutuklayıp bir yandan çözüm demesi tezat gözükmüyor mu?

Evet zaten tezatlar, çelişkiler başka bir deyişle ikili hukuk sistemi, siyaset sistemi bizim rutinimiz oldu. Ben Öcalan’a umut hakkı çağrısı yapıldığı sıralarda şunları yazdım:

“Mademki ‘siyasette yeni ve temiz bir sayfanın açılması’ çağrısında bulunuyorsunuz, öncelikle gelin ‘daha eşit’ olmaktan vazgeçin. Çok şey istemiyoruz aslında; ülkeyi yönetenler olarak sadece iyi gidenleri veya geçmişte iyi yapılmış işleri değil tahribat oluşturan konularda sorumluluğunuzu da kabul edin. Ve kendinize tanıdığınız geniş yetkileri olmasa da en azından ifade ve düşünce özgürlüğünü, hukuk önünde eşitliği, adaletin tecelli etme hakkını herkese tanıyın. Her fırsatta toplumu kutuplaştırmaktan vazgeçin. Rakiplerinizi miting kürsülerinden kurgu içeriklerle düşmanlaştırmayı ‘ama montaj ama değil’ yorumlarıyla geçiştirmeyin. Yargıyı rakiplerinize, destekçiniz olmayanlara karşı sopa gibi kullanmaktan vazgeçin. Tahribatların oluşmasında sorumluluğu olan görevlilerin cezasızlıkla korunmasını sağlamaktan beri durun.”

Terörün ve şiddetin bitmesi, çözümün sağlanması farklı yürüyen bir süreç olabilir. Taraflar, muhataplar belli şeffaf olunduğu sürece. Ancak konu nihayetinde siyasetin alanının genişlemesi ve demokratikleşme olduğunda hızlı bir şekilde bu ikili sistemden vazgeçilmesi lazım. Yani istediklerini istedikleri anda makbul, istemediklerini suçlu ilan ettikleri, hoşuna gideni yücelttikleri, hoşuna gitmeyeni terörle ilişkilendirdikleri bir düzende adalet, güven ve istikrarın olmayacağını herkes görüyor ve söylüyor.

Bir yanda demokrasi ve barış süreçlerinin birlikte yürümesi gerekmediğiyle ilgili bir tartışma var. Kısa vadede silahların susması için süreci yürüten tarafların karizması üzerinden kurulan bir hat yeterli gelebilir. Ancak orta ve uzun vadede demokrasi ve barış süreçlerinin birlikte yürütülmesinin kalıcılık için önemli olduğunu dünya deneyimlerinden de kendi deneyimlerimizden de biliyoruz.

Sürecin şeffaflığı, halkın farklı kesimlerinin katılımı, toplumsallaşması önemli konular. TBMM’nin sürecin şeffaflığı ve siyasi katılım konusundaki işlevini yerine getirmesi gerekiyor. Özellikle sivil toplumda sürece katkı koymak isteyen çok insan var ama bir yandan da bunun sonra kendilerine hukuki olmayan maliyetler olarak dönmesinin de endişesi var. O yüzden ikili hukuk sisteminden, kayyımlardan vazgeçilmesi gerekiyor. Kent uzlaşısı adı altında davalarla CHP’li belediye başkanlarına, meclis üyelerine, HDK adı altında davalarla gazetecilere, hak savunucularına, siyasetçilere ve sivil toplum temsilcilerine yapılan baskıların ve tutuklamaların sona ermesiyle adaletin sağlanması gerekiyor.

"Ekrem Başkan ve yol arkadaşları muktedirleşen iktidara karşı milletin yanında duran CHP damarının kesilmesi amacıyla bu siyasi operasyonlara maruz kaldılar"

- Ekrem İmamoğlu ile beraber Reform Vakfı’nın kurucuları arasında yer alan ve sivil toplum alanındaki çalışmalarından da tanıdığımız Mehmet Ali Çalışkan’ın kent uzlaşısı soruşturmasından tutuklandığı günleri yaşıyoruz. Beraber çalışmalar da yaptığınız için nasıl hissettiğinizi sormak istiyorum.

Hem bireysel hem de toplumsal maliyeti sebebiyle tabii ki çok üzgünüm. Mehmet Ali Çalışkan’la birlikte Türkiye’nin demokratikleşmesi, diyalog ve müzakere imkanları, sivil toplumun güçlenmesi, etkisinin artması keza sonra siyasetle olan ilişkilerinin güçlenmesi, siyasetin kanaat dünyasının, sivil toplumun, akademinin, toplumun bilgisiyle olan bağını kuvvetlendirmek için bazen gönüllü bazen profesyonel faaliyetlerde, girişimlerde bulunduk.  Onunla ve daha bir çok kişiyle yol yürüyoruz, bunların çoğu sivil toplum faaliyeti aslında.

Geçtiğimiz ay Van’da bu konularda yazan çizen, söz söyleyen bir çok kişiyle birlikte, Bahçeli’nin çağrısıyla başlayan sürecin, çatışma çözümü ve müzakerenin konuşulduğu bir toplantıdaydık. Şimdi Mehmet Ali’yi, başarılı yerel yönetim uygulamaları ve şehir plancılığıyla öne çıkan Emrah Şahan’la, böyle bir haksızlığa uğradıktan sonra bile yaptığı açıklamada tek derdinin ‘memleketin, çocuklarının şifası’ olduğunu söyleyen Mahir Polat gibi insanlarla birlikte terör suçlamasıyla tutukluyorlar. Sadece bu bile vicdanı olan herkesi isyan ettirmesi gereken bir durum.

Mehmet Ali tutuklandıktan sonra kendisini ziyaret edenlere ‘Bizi kağıt üstünde tutuklatan sebeplerle burada bulunma sebebimiz arasındaki farkı biliyoruz, herkes bilsin” dedi. Ekrem Başkan ve yol arkadaşları yukarıda konuştuğumuz muktedirleşen iktidara karşı milletin yanında duran, toplumsallaşan, toplumun farklı kesimleriyle konuşmaya çalışan, 2024 yerel seçimlerinde milletin hem denge arayışına hem de şehirleri kimin yönetmesi konusunda irade göstermesine sebep olan Türkiye ittifakını tek başına yürütebilen CHP damarının kesilmesi amacıyla bu siyasi operasyonlara maruz kaldılar. Bu hamleler, aynı potansiyelin cumhurbaşkanlığı adaylığıyla hayata geçtiğinde genel seçimlere doğrudan yansıyacağının görülmesi üzerine, iktidar yürüyüşünü sakatlamak için yapıldı. Bir yönüyle CHP'nin diğer yönüyle Ekrem İmamoğlu'nun yürüyüşünü engellemek için yapılan siyaset mühendisliği zaten herkesin karşı çıkması gereken bir konu. Türkiye'de siyasete, siyasetin gerekliliğine inanan herkes için karşısında durulması gereken bir durumdur bu tutuklamalar. 

Konunun bir de Mehmet Ali'nin etrafındaki tarafında sivil toplum faaliyetinin, bilgi üretmenin, profesyonel yaşantının bir suç haline getirilmiş olması yönü var ki sivil toplumda, akademide, araştırma dünyasında çalışan herkesin güçlü bir şekilde karşısında durması gereken bir durum var.

Murat Sabuncu kimdir? 

Murat Sabuncu İstanbul'da doğdu. İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Protohistorya ve Ön Asya Arkeolojisi bölümünü bitirdi. Boğaziçi Üniversitesi'nde İşletmecilik Sertifikası programını tamamladı. İstanbul Ticaret Üniversitesi'nde Medya ve İletişim Sistemleri konusunda yüksek lisans yaptı.

Dergi, gazete, radyo, televizyon, internet haber sitelerinde muhabirlik, editörlük, yayın koordinatörlüğü, genel yayın yönetmenliği, köşe yazarlığı yaptı.

En uzun süre Milliyet gazetesinde çalıştı. Tempo dergisinde genel yayın yönetmenliği, Fortune dergisinde kurucu yönetmenlik yaptı. Skytürk 360'da ekonomiden politikaya değişik programlar hazırladı, sundu. 

Cumhuriyet Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni oldu, ikinci ayında tutuklanıp Silivri Kapalı Cezaevi'ne gönderildi. Hapsedildiği cezaevinde 1,5 yıl tutuklu kaldı. 

T24'te köşe yazarlığı, yapıyor. 2016 yılından beri pasaportu ve sürekli basın kartı verilmiyor. Yargıtay'ın iki kere verdiği beraat kararına rağmen 7,5 yıl hapis cezası talebi içeren dosyası, Yargıtay Ceza Genel Kurulu'nda bekliyor.

Bölgeden tanıklıklarını ve izlenimlerini "Gazze: Mahsuscuktan Bir Aşk Hikâyesi" adıyla yayımlanan kitabında paylaştı. Sedat Simavi Gazetecilik Ödülü ve Ayşenur Zarakolu Düşünce ve İfade Özgürlüğü Ödülü sahibi. Sorbonne'da hukuk doktorası yapan avukat oğlu, Nuri isimli bir kedisi var.

 

Yazarın Diğer Yazıları

Türk sorununu büyütüp Kürt sorununu çözmek mümkün mü? Peki ya süreç de bitseydi?

Çözümü reddetmeden, muhalefet partileri de seçmenleri de birbirine düşmeden, Türkiye’yi demokratik sürece götürecek, siyaset üstü ortak bir formül bulunabilir mi?

CHP Genel Başkanı Özgür Özel artık sadece Erdoğan’ı değil, sistemin tamamını hedef alıyor

Özgür Özel 19 Mart’ı CHP açısından bir çöküşün değil bir dirilişin miladı yaptı. Halkın özellikle gençlerin taleplerini iyi anladı, partisini sokağın sesi haline getirdi. Dün bunu Erdoğan’a ‘salon adamı’ dedikten sonra şöyle tarif etti: "CHP; evlerde oturmayan, sokaklardan çekinmeyen, meydanları dolduran partidir"

Sembolik seçimli otokrasi yolunda, Özgür Özel’in toplumla dayanışarak önleyici liderliği…

Toplumsal muhalefetin ve CHP’nin göstereceği siyasal performans, memleketin geleceğini de şekillendirecek

"
"