Kimi cümleler vardır insanın beynine, yüreğine saplanıp kalır. Belki dönemin ruhuna uygun olduğu için, belki ruhlarımız yaralı ve yorgun olduğu için beni son dönemde en etkileyeni şu oldu: Çekmediğim her acı için acı çekiyorum.(*) Günün, yaşamın getirdiği zorluklar içinde pek çok kişi kendi derdiyle dertleniyor. Yaşamı sürdürmenin, en sıradan gereksinimleri giderebilmenin çabası. Maslow’un ihtiyaçlar hiyerarşisinin ilk basamaklarına, beslenmeye, barınmaya takılıp, mahkûm edilip hayat mücadelesi verenler. Bir başka kesim de var tabii. Parasal ya da eğitim olarak daha ‘üstte’ yer alıp parmağını hep ‘aşağıya’ sallayanlar. ‘Yukarıya’ konuşmaya çekinenler ya da kişisel beklenti ile yutkunanlar.
Değişik görüşlerden, sınıflardan, korkudan umursamazlığa farklı gerekçelerle susanlar. Bir kalem-kağıt alsanız elinize. Ve sonra sıralasanız… Hangi acıya gözünüzü yumdunuz-yumuyorsunuz-yumacaksınız? Haksız yere hapiste olanlara, ağır hasta olup hapiste bırakılanlara, 17 bin lira ile geçinmeye mahkum edilenlere, büyük ekonomik yıkım altında önümüzdeki yılı yüzde 25 zamla geçirmesi beklenenlere, yatağa aç giden evlatlara, bozuk gelir dağılımının yarattığı düzene, çoluk çocuk savaştan kaçıp sığınanlara-onlara yapılan tacizlere, ölümün-savaşın kutsanmasına, iradeleri yok sayılan seçmenlere, paranın-gücün en önemli değer olarak tarifine…Bütün bu suskunluğun, boş vermenin yarattığı-yaratacağı çürümenin farkında mısınız?
Belki küçük bir parantezi; ‘acıları dindirmek için’ değil, kendi kişisel varlıklarını sürdürebilmek için konuşanlara-siyaset yapanlara açmak gerekiyor. Bu da en az yok saymak kadar düzenin-iktidarın işine yarıyor. Demokrasiyi, insan haklarını, eşitliği var etmek için değil bireysel var oluşları için savunanlar…
İktidarın kutsal lider-lider kültü üzerinde idealize edilen-şekillenen, dünyanın-memleketin sorunlarını çözemeyen düzenine karşı muhalefetteki liderlik-adaylık-güç tartışmalarının gölgesi. Kutuplaşmanın sadece partiler ve taraftarları arasında değil iktidarın kendi ‘duygu-inanç dünyası içinde’, yapısında bile yaşanması. ‘Lider’in konuştuğu toplantıda İsrail politikasına dair taşkınlık-hakaret etmeden protesto cümleleri sarf eden dokuz kişinin tutuklanması. Üstelik bunlardan kadın olanların ‘cezaevine girerken başörtülerinin kesilmesi’… İktidara karşı başka bir görüşte, zamanda, zeminde çıplak arama dayatılanlardan fikir olarak yakın olup itiraz edenlerin başörtüsünün kesilmesine… (Bu konuyla ilgili soruşturma başlamış.) Her ikisi de işkence…
‘Dünyada da demokrasiyle ilgili benzer sıkıntılar yaşanıyor’ diye bir yandan gerçek bir yandan uzun süredir burada yaşananları hafifleten cümleler de sarf ediliyor. Ama yaşananlar ağır, gerçekten çok ağır. Memlekette ve dünyada yaşananların bir kısmının kapitalizm yarattığı düzen ile de yakından ilgisi var. İstanbul Bilgi Üniversitesi’nde ‘Kapitalizm Tarihi İçinde Sosyal Politika’ (**) kitabı ile ilgili bir konuşmasını dinlediğim değerli akademisyen Prof. Dr. Ayşe Buğra’dan aldığım konuyla ilgili notlar şöyle:
“‘The Economist Dergisi’nde covid salgını sonrası ‘dünyada refah devletinin geleceği’ diye bir dosya yayınlandı ve ben bu dosyada şöyle bir cümle okuduğumu hatırlıyorum. Bana çok ilginç gelmişti. ‘Salgın toplumsal sözleşmenin yeniden ele alınmasını gerekli kıldı’. Çok enteresan bir cümle. Çünkü bu kapitalizmin yeniden ele alınması demekti ve ben bunları okuduğum zaman itiraf ederim ki temkinli bir iyimserliğe kapıldım. Yani belki bir şeyler hakikaten değişecekti. Belki başka türlü bir dünya ekonomisi ortaya çıkacak. Bu kapitalizm sonrası bir düzen olmayacak herhalde ama daha adil ve daha insani bir düzen olabilir diye düşündüm. Şimdi ‘itiraf ederim’i eklemeyi gerekli buluyorum. Çünkü öyle olmadı. Liberal demokrat ya da sosyal demokrat siyasetçiler piyasa güdümündeki başıboş ilerlemeye çok fazla güvendiler. Kapitalizmin yaratıcılığına çok güvendiler. Ekonomik gelişmenin yol açacağı refaha çok güvendiler. Fakat işin yaratıcılığın yıkıcı tarafıyla ilgilenmeyi beceremediler. Beceremediler ve bu beceriksizliğin nasıl bir siyasi sonuç vereceğini de iyi değerlendirmediler. Bu liberal demokrat, sosyal demokrat siyasetçilerin karşılık veremediği; güvencesizlik duyguları, toplumsal aidiyet kaybı, yabancılaşma duygularını bugün popülist sağ, liberal sağ dediğimiz ve demokrasiden giderek uzaklaşan kesimler siyasi olarak gayet iyi değerlendirebildiler. Bugün bu akımların, totaliterizme doğru gidebilecek nitelikteki bu akımların seçim başarılarını hayret ve dehşetle izlemekteyiz.”
Ayşe Buğra’nın tarif ettiği tablo belki ‘seçmen tercihi’ düşünen-çalışanlar için de önemli bir yol gösterici olabilir. Şunun altını çizmek gerekiyor. Kapitalizmin yıkıcılığı, otoriterizmin baskıcılığı altında her geçen gün ezilen kitlenin sayısı artıyor. Ezilenler; başta güvencesizlik çıkışı ‘güçlü lider’ tanımı altında otoriterlerden bekliyor. Bunun tersine dönmesi için kimseyi ayırmadan-ayrıştırmadan hep beraber demokrasi ve hukuku herkes için istemek gerekiyor.
Nahif, gerçekten uzak bulunabilir ama ‘çekmediğim her acı için acı çekiyorum’ içselleştirilebilirse farklı bir dünyayı, memleketi konuşabiliriz.
Kaynak
(*) Hatırlamanın ve Unutuşun Kitabı/ Oya Baydar-Can Yayınları
(**) Kapitalizm Tarihi İçinde Sosyal Politika Yoksulluk, Çalışma ve Toplum/Ayşe Buğra-İletişim
Murat Sabuncu kimdir?
Murat Sabuncu İstanbul'da doğdu. İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Protohistorya ve Ön Asya Arkeolojisi bölümünü bitirdi. Boğaziçi Üniversitesi'nde İşletmecilik Sertifikası programını tamamladı. İstanbul Ticaret Üniversitesi'nde Medya ve İletişim Sistemleri konusunda yüksek lisans yaptı.
Dergi, gazete, radyo, televizyon, internet haber sitelerinde muhabirlik, editörlük, yayın koordinatörlüğü, genel yayın yönetmenliği, köşe yazarlığı yaptı.
En uzun süre Milliyet gazetesinde çalıştı. Tempo dergisinde genel yayın yönetmenliği, Fortune dergisinde kurucu yönetmenlik yaptı. Skytürk 360'da ekonomiden politikaya değişik programlar hazırladı, sundu.
Cumhuriyet Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni oldu, ikinci ayında tutuklanıp Silivri Kapalı Cezaevi'ne gönderildi. Hapsedildiği cezaevinde 1,5 yıl tutuklu kaldı.
T24'te köşe yazarlığı, yapıyor. 2016 yılından beri pasaportu ve sürekli basın kartı verilmiyor. Yargıtay'ın iki kere verdiği beraat kararına rağmen 7,5 yıl hapis cezası talebi içeren dosyası, Yargıtay Ceza Genel Kurulu'nda bekliyor.
Bölgeden tanıklıklarını ve izlenimlerini "Gazze: Mahsuscuktan Bir Aşk Hikâyesi" adıyla yayımlanan kitabında paylaştı. Sedat Simavi Gazetecilik Ödülü ve Ayşenur Zarakolu Düşünce ve İfade Özgürlüğü Ödülü sahibi. Sorbonne'da hukuk doktorası yapan avukat oğlu, Nuri isimli bir kedisi var.
|