Türkiye’de henüz yeterince tanınmıyor ama Mehmet Ali Sanlıkol birçok yönden önemli bir müzisyen. Basitçe bir “caz müzisyeni” demek istemiyorum; neticede caz dinleyicisine hitap eden bir müzikle karşımıza çıkıyor olsa da, önemli olan onun kolayca cazın sınırlarında gezinebilmesi, sınırları zorlayabilmesi ve hatta aşabilmesi. Bu yazıyı yakınlarda yayınlanan “Turkish Hipster” isimli son albümü üzerine yazacaktım ama bu arada çok acı bir kayıpla da karşılaştık, Türkiye popüler müzik sahnesinin en özgün “popstarı” olarak düşünülen (“popstar” dan çok bir “kült” star olduğunu düşünüyorum, yazının son kısmında buna değineceğim) Erkin Koray kısa bir süre aramızdan ayrıldı. Telafisi imkansız büyük bir kayıp. İlginçtir, Sanlıkol ve Koray’ın yolları da sözünü ettiğim albümde kesişmişti. Nitekim Sanlıkol, Koray’ın vefatından sonra sosyal medya hesaplarında mealen şöyle yazdı: bugüne kadar yaptığım tek “cover” olan “Estarabim”in yaratıcısı Erkin Koray belki de bir başka “hipster” idi. İlginç ve önemli bir saptama. Ve Sanlıkol’un sözünü ettiği “cover” ise, albümde yer alan Estarabim yorumu, Sanlıkol, müziğini kullanmasına izin verdiği için Koray’a müteşekkir olduğunu da özellikle belirtiyor.
Sanlıkol’un albümü üstüne yazmak için kafamda bir yazı tasarlamaya başladığımda, kaçınılmaz olarak, Türkçede alışık olmadığımız bu sözcük (“hipster”) üstüne düşünmek zorunda kalmıştım. Albümün tam ismi “Turkish Hipster. Tales from Swing to Psychedelic”, kabaca çevirmeye çalışırsam, “Türk Hipster. Swing’den Psychedelic’e Masallar” oluyor. Kendimi bir cazın tarihine biraz vakıf bir Amerikalının yerine koyuyor ve bir albümün başlığında bunu görünce ne yapardı diye düşünmeden edemiyorum. Eminim, bu başlık, Sanlıkol tarafından boşuna konmamıştır. Sebebini ondan sorabilirdim ama ben de Türkiye’de yaşayan biri olarak bu başlıktan ne anlamalıyım sorusu daha önemli geldi, kaldı ki Sanlıkol, Koray’ın vefatından sonra ondan da, belki kaydıyla, bir “hipster” olarak söz etmişti. Kültür sosyolojisi ile ilgilenen biri olarak tabii ki bu sözcükle defalarca karşılaştım, bazen müzik alanında, bazen de dışında ama aralarındaki ilişkiler silsilesi, Sanlıkol’un neden bu başlığı tercih ettiğini anlama konusunda bize önemli ipuçları sağlayabilir.
Aslında oldukça eski bir sözcük “hipster”, ilk olarak 1941’de ABD sözlüklerine “argo” bir kullanım olarak girmiş. Siyahi argosundan (mekân olarak Harlem öne çıkıyor), orada kullanılan “hip” sözünden türemiş ki “hip” de sözlüklere ilk kez 1904 yılında, yine argo bir kullanım olarak, girmiş ve bir başka sözcüğün (“hep”) farklı bir söyleşi ile ilişkilendirilmiş. Etimoloji çok verimli bir kültürel kazı yöntemi, çünkü “hep”in eklenti alarak kullanıldığı sözcüklerden “hepcat”, “hipster” ile aynı anlama geliyor: “Cazsever”. Sadece caz dinleyicisi anlamında değil, aynı zamanda cazı “seven” müzisyenlere de göndermede bulunuyor. İyi de, “hep”in müzikle ne alakası var? “Hep”, aynı zamanda, bir marştaki tempoyu sayma, ritm tutma anlamlarına geliyor. Kafanızı yeterince karıştırdığımın farkındayım ama son olarak tüm bunların “hipster”ın gündelik kullanımıyla ne alakası olabilir sorusuna götürüyor ki bu da bizi en baştaki soruya tekrar yönlendiriyor. Sanlıkol, albümüne neden bu ismi vermiş olabilir? Çünkü, hipster’ın sözlüklerdeki bir başka ve daha yaygın olan anlamı (caz severlikten çok öte) ve kılık, kıyafeti ve tavırlarıyla toplumuna “yabancılaşmış” sanatsever bir toplumsal özne ve onların oluşturduğu toplumsal kesite (“hipster”ler olarak ki sonunda bir sosyolojik kuşağa, “beat generation” gibi) göndermede bulunuyor. Bitmiyor, popüler kültürde hipster, aynı zamanda “beatnik” yada “hippi” denen toplumsal kesitlere de işaret edebiliyor, özellikle geç 1950’lerden itibaren. Bugün, olumlu anlamında daha çok modayı, trendeleri takip edenler; olumsuz olarak da, bir tür züppelik olarak kullanılan bu sözcüğün anlam evreni hem karmaşık, hem de ABD kültürüne içkin. Bunda da bir beis yok zaten, çünkü Sanlıkol bu albümü ABD pazarı için çıkarmış.
Özetlemeye çalışırsak; caz bağlamında “hipster”, 1940’lı yıllardan itibaren caz sever dinleyicisi ve müzisyenleri nitelemek için siyah argosunda kullanılmış, sonradan “uyumsuz” beyazlar (kendilerine “beyaz zenciler” olarak gören ve bu nedenle caz müziği dinleyen) tarafından da benimsenmiş, giderek dar bir grup sözcüğünden çıkıp, yaygın argo kullanıma eklemlenmiş bir sözcük. Daha da önemlisi, müziğin ötesinde hipster, toplumsal bir zümreye, bir sosyolojik gruba işaret ediyor, onların toplumsal tavırlarına, davranışlarına, teknik bir deyimle, “kültürel reflekslerine." Caz, folklorik kökenine rağmen (Afrika'nın farklı bölgelerinden zorla getirilen birçok farklı etnik grubun karışımı olduğundan “dar” bir folklorik yerellik tabii ki içermiyor ama deyim yerindeyse, “çoklu-yerellik” içeriyor) daha en başından şehir ortamında bir popüler müzik olarak ortaya çıktı. Tabii ki burada cazın ticarileşen versiyonundan bahsediyorum. Folklorik özelliklerine anlamak için siyahi kiliselere, Baptism’e, Gospel ilahilerine gitmemiz gerekiyor ama, başından itibaren “kapitalist” ekonomiyi benimseyen ABD’de her folklorik müzik popülerleştiği an “ticarileşmek” zorundaydı. Ama caz, doğuşundan itibaren “tekinsiz” (“hayvanlarla” kıyaslanan ve “fıtraten” aşağı bir “ırka” mensup oldukları iddia edilen kölelerin) bir müzikti, Afrika'nın müziklerinin Avrupa müzikleriyle “gayrimeşru” ilişkisinde (eski bir Fransız kolonisi olan New Orleans bu işin asıl mekânıdır) şekillenmiş ve bir “hudayinabit” olarak dünyaya gelmiştir. Amerika'nın kapitalist değerler dünyasından nefret eden küçük ama kültürel olarak bir gücü olan Beyaz Hipster ile cazın ilişkisi “meşru” olarak başlamış da olsa, bence bu Beyaz Hipster bir başka “hudayinabit” olarak dünyaya geldi . Cazı “içinden” değil “dışından” (kendilerini “beyaz zenciler” olarak görüyorlardı) seviyorlardı, zaten daha sonra başka müziklerle de kolayca ilişki kurabildiler. Caz konusunda hiç de tutarlı değildiler. Kolayca, önce Swing’i (1930’larda) daha sonra Bebop’ı (1950’lerde) sevdiler, mesele, var olan düzene karşı koyan müzikler olmasıydı. Burada durup, bu konulara meraklı olanlar için Eric Hobsbawn’ın henüz Türkçe'ye çevrilmeyen Caz Sahnesi (“Jazz Scene”) kitabını özellikle salık veririm.
Türkiye’de de cazın “tekinsiz” bir müzik olup olmadığı bizim için önemli bir soru olarak beliriyor demek ki. Evet, mütareke İstanbul’u düşünüldüğünde “tekinsiz” bir müzik olarak Türkiye popüler müziklerine eklemlenmiştir caz, bu konudaki düşüncelerimi daha önce belirttiğim için (örneğin, Batu Akyol tarafından derlenen “Caz Çok Zor” kitabında benimle yapılan söyleşiye bakabilirsiniz) aynı tartışmaya dönmek istemiyor ve Mehmet Ali Sanlıkol’un albümünün ismi olan “Türk Hipster” başlığına dönmek istiyorum. ABD’nin en prestijli konservatuvarlarından birinde Profesör olarak çalışan ve yıllardır orada yaşayan bir kültür insanı ve bir müzisyen olarak belli ki durup dururken vermemiş bu başlığı Sanlıkol. Kendi müzik serüveninde bir dönüm olduğunu düşündüğüm “What’s Next” albümüne dair kendisiyle uzun bir söyleşi yaptığım ve ondan sonraki albümlerini yakından takip ettiğim için şunu gönül rahatlığıyla yazabilirim: Sanlıkol, “Turkish Hipster” derken bir “global” bağlantıya, ABD bağlamında, kendisi gibi batı-dışı (“non-western”) toplumlardan gelenleri tanımlayabilecek cazla haşır neşir bir “göçmen hipster”e göndermede bulunuyor. Caz kısmı daha anlaşılır ama, sistemle “uyumsuz”, ona “yabancılaşan”, ondan hiç de hazzetmeyen anlamları da var bu sözcüğün, bu sorunu nasıl çözüyor? Bana sorarsanız sözcüğün başına “Türk” yazarak! nasıl işaret ediyor? ABD bağlamında, hiç de popüler olmayan bir “Türklük” vurgusunu özellikle kullanarak! Ana akım caz söylemine, sadece ismiyle bile “karşı duran”, bununla birlikte, hipster’ın ilk kullanımına da selam veren akılcı bir tavır olduğunu düşünüyorum. Abarttığımı düşünenler olabilir onları İtalyan caz müzisyenlerinin The Hipster Project olarak isimlendirdikleri işe bakmalarını salık veririm. ABD’de Italian Hipster başlığı hiçbir anlam ifade etmeyebilir ama Turkish Hipster, hem merak uyandırır hem de “tekinsizdir.” Başlığın devamındaki “Swing’den Psychedelic’e” ifadesi burada daha da önem kazanıyor. Biliyorsunuz, Selda, Erkin Koray gibi isimler ABD’de “Turkish Psychedelic” olarak uzunca bir süredir pazarlanıyor. Özetle, Sanlıkol’un müziği ilk elde kulağa hoş gelse de (Swing) son kertede “Psychedelic” bir tecrübe vaat ediyor. Tekinsiz masallar.
Ama bir başlıkla iş bitiyor mu? Her yıl etnocaz esintili onlarca albümün çıktığı ABD pazarında bu albüm müzikal olarak fark edilebilir mi? Hemen söyleyeyim, belli ki fark edilmiş, çünkü hemen hakkında birçok olumlu eleştiri çıktı. Peki, nelerden bahsediliyor bu yazılarda? Tabii ki, özellikle müzikal işçilik (rafine düzenlemeler, yüksek seviyede müzisyenlik vs.) öne çıkıyor ve ilaveten, tanıdık olmasa da Batılı dinleyicinin aklını çelen, hemen hafızasında yerleşen, kültürel coğrafyamızdan kaynaklanan ezgi ve ritim örüntülerinden özellikle söz ediliyor. Düşünce planında “avangard” da olsa, caz dinleyicisi açısından bir “füzyon” albüm (Joe Zawinul, Wayne Shorter, Herbie Hancock gibi üst düzey cazcılar tarafından “popüler” müziklerle tekrar “kaynaşma” anlamında 1970’lerde şekillenen ve füzyon olarak bilinen caz stili) olarak tınlıyor belli ki, sanırım Sanlıkol’un müzik tasarımında bu odak öne çıkıyor. Tabii ki ABD’li müzik eleştirmenleri Türkiye müziklerini (ciddi ve popüler) yeterince bilemezler, ama Sanlıkol’un yaptığı, cazın diline Türkçe lehçeleri “popüler” bir tavırla eklemlemek, bu işte de çok başarılı olduğu ortada. Albümde, Türkiye müzik coğrafyasından birçok unsur (geleneksel, modern, folklorik ve pop versiyonlarıyla) kullanılıyor ve Sanlıkol’un yıllardır sürdürdüğü Türkiye’deki müzikleri öğrenme sürecinin (Bizans ilahilerinden Osmanlı Saray müziklerine, tekke-dergâh geleneksel müziklerinden Anadolu halk müziklerine ve tabii ki popüler müziklere) bir neticesi olarak, deyim yerindeyse, lezzetli bir tabak olarak masaya geliyor. Sadece lezzetle müzikte bir yere gelmek, ABD gibi bir müzik evreninde, mümkün değil. İşçilik, özetle “sunum” çok daha önemli. Bence asıl fark tam da bu noktada. Sanlıkol’un akademik yetkinliği, usta işi düzenlemeleri ve bunları çalan müthiş müzisyenler ile iyice belirginleşiyor.
Albümün kapağında, hepsi de “göçmen hipster” olarak tanımlanabilecek cazcılardan oluşan bir “rüya takımı” var; başta Anat Cohen (İsrail kökenli artık New York’da yaşayan muhteşem klarnetçi), Antonio Sanchez (daha çok Pat Metheny ile çalan, hemen her cazseverin bildiği, Meksikalı davulcu) ve son olarak, şimdilerde iyice ünlenen Miguel Zenon (birçok kez Grammy’e aday olan Porto Rikolu altocu). Ve hepsi de Sanlıkol’un Berklee Kolejinden sınıf arkadaşları! Bu denli güçlü arkadaşlık kurabilmesi ve yıllar sonra muhafaza edebilmesinde, Sanlıkol’un Türkiye kökeni önemli bir rol oynuyor olsa gerek. Sanlıkol tabii ki şahane bir besteci, çok iyi bir piyanist ama bence en mükemmel olduğu alan düzenlemelerindeki rafinelikte öne çıkıyor. Bir “Big Band” değil ama, daha önceki albümlerden de bildiğimiz bir “Combo” grubu için yazılan düzenlemelerin müzisyenlere, çok da tanımadıkları müzikal “zeminlerde”, yine Osmanlı müzik terminolojisinden yazarsak, kolayca “seyir” edebilmeleri için gereken rotayı çiziyor, doğaçlama ufkunu gösteriyor.
Şimdi tekrar diğer meseleye dönelim: Erkin Koray’ın bir Türk Hipster’ı olup olmadığına, burada kültürel transferi çok zor olan bir nosyonla, ABD kültürel ikliminde neşet eden “hipster” ile Türkiye müzik tarihini eşlemek gibi özünde “imkansız” bir sorunsala sıkışıyoruz. Yine de, sorunları geçici olarak unutmaya çalışarak, “toplumsal normale muhalif bir duruş” olarak sadeleştirdiğimizde Erkin Koray’ın kendi kuşağı için bir “biricik” olduğunu kabul etmek durumundayız. İstanbul’un orta sınıf mahallerinde yetişen, ilk olarak Batı müziklerinin “cover”larını söyleyerek müzik dünyasına giren ve “selis” bir İstanbul ağzıyla şarkılarını icra eden bu insanın sonunda “arabesk” alerjisi olmayan bir “rock”da kendi kariyerini şekillendirmesi hem çok önemlidir hem de onun ne denli taklit edilemez, “biricik” olduğunun kanıtıdır. Sıra dışı plak kapaklarından asla kesmediği uzun saçlarına, çocuğunun eğitimi ile ilgili aldığı karardan, kariyerinin son yıllarında tek başında, sadece klavye ile sahneye çıkmasına baktığımızda, ABD’deki “hipster” karakterlerde gördüğümüz, “yabancılaşma”, “uyumsuzluk”, genel olarak “ters” bir kişilik olarak varoluş ile bir pop yıldızından çok “kült” bir müzisyen olarak hayatımızda yer aldığını ve hayattan da öyle ayrıldığını teslim etmek zorundayız. Ben de dahil onu sevenler için büyük bir kayıp oldu ama asla bir “popstar” gibi bu dünyayı terk etmedi. “Kült-star” da mümkün olmadığına göre (kült karakterler, olsa olsa alt kültür bağlamında bir grup kimliğinde anlaşılabilirler, herkesin sevdiği genelgeçer bir popstar düşünülemezler). Bunları, onu övmek için özellikle belirtiyorum. Hipster değildi, çünkü “Beyaz Türkler” bağlamında, benzer karakterde müzisyenler yoktu, ona “benzetebileceklerimiz” (Müslüm Gürses gibi) bambaşka göç hikayeleriyle Türkiye popüler müziklerine eklemlenmişlerdi. Bence “biricikti” ve hep öyle yaşadı ve öyle de vefat etti.
Sanlıkol’un albümündeki “Estarabim” yorumundaki işçiliği (cazın evrensel dilini) düşününce, Erkin Koray’ın aynı zamanda, bir “yerel” müzisyen olduğunu fark ediyoruz; mümkün olsa da Sanlıkol onun parçalarından oluşan bir “cover” albüm yapsa (ve yine, İngilizce şarkı sözleriyle) diye düşünmeden edemiyorum. Böylece, temelinde sadece iç pazara yönelik bir şekilde gelişen Türkçe popüler müziklerin dünya pazarındaki gücünü test etme şansımız olabilir. Son olarak, “Estarabim” dışında Sanlıkol’un albümünde benim en çok dikkatimi çeken (serde sosyologluktan olduğundan olmalı) parça “The Boston Beat” oldu, hayatının uzunca bir döneminde DJ’lık yapan ama artık akademisyen olarak da dersler veren Raydar Ellis rap parçasındaki sözler bu yazıyı kotarırken bana ilham kaynağı oldu desem yeridir. Rapçilere pek dikkat etmiyoruz ama bence günümüz toplumsal anlatılarının birçok işaretini bu metinlerde bulabiliriz. Epeydir şiir çeviriyorum ama bir rap metnini çevirmeye kalkışmayacak kadar da haddimi bilirim. Yine de bu metnin baştan sona “göçmen hipster”lara dair olduğunu ve orta kısmında doğrudan kapaktaki müzisyenleri anlattığını söylemeliyim. Bu nedenle, metnin orijinalini yazının sonuna ekleyeceğim, meraklıları için bir kaynak niteliği taşıyabilir. Turkish Hipster albümüne dair o kadar çok konuşulacak şey var ki, umarım böylece Mehmet Ali Sanlıkol bir nebze daha iyi tanınır olur. Ama daha da önemlisi, “dünyaya açılmak” isteyen müzisyenlerimize de iyi bir kılavuz olur. Yerel müziklerimiz, ezgilerimiz, çalgılarımız, seslerimiz çok zengin ve bin bir çeşit, buna şüphe yok. Ama “zenginlik”, günümüz dünyasında bir “lezzet” meselesi olmaktan öte, bir “sunum” meselesi artık.