08 Mayıs 2022

Shirin Neshat'ın rüyalar ülkesi

Pratiği ağırlıkla kendi köklerinden temellenen Shirin Neshat yeni projesi Land of Dreams’de bu kez bakışını, uzun süredir yaşamakta olduğu Amerika’ya çevirmiş. Rüya kavramına odaklanarak portre fotoğrafları, video çalışmaları ve bir uzun metraj filmi otobiyografik izler taşıyan görünmez iplerle birbirine bağlayan sanatçı, farklı disiplinleri aynı proje altında buluşturarak ayrı ayrı izlenebilen, yani tek başlarına birer bütün olan ama birlikte / art arda incelendiğinde de daha büyük bir örüntüyü meydana getiren bir eserler bütünü yaratıyor. Dirimart’ta devam etmekte olan Land of Dreams, izleyicisine rüyalar, siyaset, bireysel ve kolektif bilinçdışı üzerine düşünmek için elverişli bir alan açıyor

Eserlerini Türkiye’de de sıklıkla sergileyen İranlı sanatçı Shirin Neshat, uzun süredir New York’ta yaşıyor ve çalışıyor. Pratiğiyse ağırlıkla doğup büyüdüğü topraklarla aktive oluyor, kendi köklerinden temellenerek bu coğrafyanın sosyolojik gerçeklikleri üzerinde yükseliyor. Sanatçının Unveiling (1993), Women of Allah (1993-97), Turbulent (1998), Rapture (1999) ve Women Without Men (2009) gibi çalışmaları, bireylerin, özellikle de kadınların baskıcı rejimlerde maruz kaldıkları sıkıntıları, “kişisel olan politiktir” düsturuyla irdelediği ve bu konuyu uluslararası kamuoyunda görünür kılmak adına da önemli rol üstlenerek sanat tarihine geçen çalışmalarından sadece birkaçı.

Neshat, 2019 yılında yeni bir projeye başlamaya karar vermiş ve bu kez odağını uzunca bir süredir misafir olduğu ülkeye, Amerika’ya çevirmiş. Bu yeni proje birkaç parçadan meydana geliyor aslında. New Mexico’da gerçekleştirilen; 111 siyah-beyaz fotoğraf, iki kanallı bir video ve uzun metrajlı bir filmden oluşan uzun soluklu bu projenin adı Land of Dreams. Neshat, “rüyalar ülkesi” Amerika Birleşik Devletleri’nde, Yerli Amerikalılar, Afrikalı Amerikalılar ve Hispanikler gibi dezavantajlı gruplardan farklı yaşlardan bireyleri odağına alıp, bireylerin rüyaları üzerinden ilerleyen, gerçekle fiktif olanın iç içe geçtiği, çok katmanlı bir anlatı oluşturmuş Land of Dreams ile.

Sanatçı, projenin merkezine Simin adında, otobiyografik izler taşıyan ama fiktif bir karakteri oturtmuş. Gerçekte Neshat’ın görüşüp fotoğrafladığı bireylerin portreleri, izleyiciye sergi kurgusu içinde aslında Simin’in fotoğraflamış olabileceği varsayımıyla sunuluyor. İşte bu projenin fotoğrafları ve iki kanallı videosu, şu sıralar Dirimart’ta devam etmekte olan aynı adlı sergide görülebiliyor. Yine aynı adı taşıyan uzun metrajlı filmse, geçtiğimiz haftalarda 41. İstanbul Film Festivali’nde gösterildi. Film, prömiyerini geçtiğimiz yıl 78. Venedik Film Festivali’nde yapmıştı. Dolayısıyla Shirin Neshat, Land of Dreams’de, fotoğraf, video ve sinemayı aynı proje altında buluşturarak ayrı ayrı izlenebilen, yani tek başlarına birer bütün olan ama birlikte / art arda incelendiğinde de daha büyük bir örüntüyü meydana getiren bir eserler bütünü yaratmış diyebiliriz.

Shirin Neshat, Land of Dreams sergi görüntüsü, Dirimart'ın izniyle.

Land of Dreams’ın fotoğraf ve video üretimlerini incelemek için Dirimart’ın Dolapdere’deki galeri mekanına girdiğimde ilk dikkatimi çeken şey, fotoğrafların yerleştirilmesi oldu. Duvarların kapıya yakın kısmının neredeyse boş bırakılarak, fotoğrafları girişin tam karşısına istiflenecek şekilde asılmıştı. Yerden tavana dek uzanan bu farklı boyutlarda ve iç içe geçmiş çerçevelerden bize bakan New Mexico’lular arasında tek istisna, Simin portresinin giriş kapısının hemen yanında yer alması ve bu yerleşimle bir nevi bakan ve bakılan arasında bir konumlanma yaratılmasıydı. İstiflenmiş şekilde sağ, sol ve karşı duvara dizilmiş fotoğrafların arasından, küçücük bir aralığın yarattığı kapıyla başka bir düzleme, iki kanallı videoyu izleyebilmemiz için ayrılmış odaya geçebiliyorduk.

Fotoğrafların sergideki yerleşimine geri dönecek olursak, ben duvarlardaki boşluğa yani espasa yapılan vurguyu, rüyanın cereyan ettiği uykunun rüyasız kısmına dair bir gönderme olarak okudum. Zira, bizlere çok uzun gibi gelen rüyalarımızın aslında uyuduğumuz sürenin çok azını teşkil ettiğini, hatta çoğu rüyamızı da hatırlamadığımızı düşünecek olursak; sabah uyandığımızda hatırlıyor olduğumuz rüyalarımız aslında kocaman bir boşlukta kısacık ama çok yoğun, bilinçdışımızın istiflenmiş, üst üste binmiş ve farklı form ve kapsamlarla yeniden yaratılmış hâlleri değil mi zaten?

Bu 111 fotoğrafa dair önemli olan bir diğer noktaysa, Shirin Neşat’ın, yani projedeki kurguya göre Simin’in, katılımcıların rüyalarını dinleyip onları fotoğraflamasının ardından, bazı fotoğraflarda fona söz konusu rüyaları Farsça kaligrafiyle yazmış, bazılarındaysa illüstrasyonlarla rüyalardan anları resmetmiş olması. İran’a dair bir kültürel öge olarak kaligrafi, Shirin Neshat’ın yapıtında sıklıkla başvurduğu bir medyum. Land of Dreams’de de, iki ayrı gerçeklik düzlemini birbirine bağlamak için bir köprü olarak kaligrafiden yararlandığını söylemek mümkün. 

Az evvel başımızı şöyle bir uzatıp geri çektiğimiz video odasına bu kez kalıcı olarak girdiğimizde, eş zamanlı olarak yan yana kanallarda oynayan iki videoyla karşılaşıyoruz.  Land of Dreams başlıklı ilk videoda, yine New Mexico’luları evlerinde fotoğraflamak için Batı Amerika’yı dolaşan Simin adında İranlı bir fotoğrafçıyı takip ediyoruz. Simin videonun ilerleyen kısımlarında, kendini konuştuğu kişilerin bilinçdışı dünyalarında dolaşırken buluyor.

Shirin Neshat, Land of Dreams sergi görüntüsü, Dirimart'ın izniyle.

The Colony adındaki ikinci videodaysa Simin konuştuğu kişilerin rüyalarını ve portrelerini arşivlemekle görevlendirilmiş bir İran casusuna dönüşüyor. Bu kez İran ve Amerika arasında süregelen siyasi gerilimin de hissedildiği distopik bir görsel evrende buluyoruz kendimizi. Arşivlenen rüyaların rüyabilimcilerce kaydedilip analiz edilmesine dek giden bir distopya bu. 

Distopik bir sanat eserinde karşımıza çıkan bu temanın bugünün gerçekliğiyle alakası olmadığını söylemek ne denli mümkün emin değilim. Zira yaşadığımız panoptikon dünyasında rüyalarımızın, kabuslarımızın, umutlarımızın, yapmak istediklerimizin ya da yapmaktan korktuklarımızın; bilincimizde sadece kendimize sakladığımız yahut bilinçdışımızda saklı kendimizin dahi farkında olmadığı nice örüntünün, bugün bilinebilir, tahmin edilebilir ve dahası öngörülebilir olması, bizleri bilincimizin ve hatta bilinçdışımızın ne kadar bize ait olduğu sorusuyla baş başa bırakıyor diye düşünüyorum. 

Aynı zamanda Neshat’ın üçüncü uzun metrajlı filmi olan ve yönetmenliğini Shoja Azari ile birlikte üstlendiği Land of Dreams ise, fotoğraflar ve videoların siyah-beyaz dünyasından yoğun renkleriyle ayrılıyor. Bu kez uzun metrajda, Amerika’ya girebilmiş son göçmenlerden olan Simin’in, Amerikalıların rüyalarının peşine düşüp, çalıştığı devlet kurumu için onları arşivlediği distopik dünyayı izliyoruz. Sheila Vand, Matt Dillon, William Moseley ve Isabella Rossellini’nin rol aldığı film, karanlık ve gizemli atmosferiyle portre fotoğrafları ve videolarla yaratılan dünyayı başka bir düzleme taşıyor adeta. Land of Dreams yekûnu, aslında Shirin Neshat’ın rüyalara dair ilk çalışması değil. İstanbul’da, 2017 yılında yine Dirimart’ta izlediğimiz Düş Görenler sergisinde de sanatçı fotoğraflar ve video aracılığıyla rüyaların gizemli dünyasına dalmıştı. Bu bağlamda, bugün Düş Görenler’i Land of Dreams’in öncülü ve habercisi olarak okumak da mümkün.

Shirin Neshat, Land of Dreams sergi görüntüsü, Dirimart'ın izniyle.

Günümüzde rüyalara dair pek çok araştırma, psikoloji, psikiyatri ve sinirbilim alanlarında devam ediyor kuşkusuz. Tüm bu araştırmaları merakla takip etmekle birlikte, benim için konu rüyalar olduğunda ilk başvurduğum kaynak her zaman Carl Gustav Jung. Zira Jung’un rüya kavramına bakışının bugün için dahi önemli referanslar taşıdığını düşünüyorum. Tek başına kolektif bilinçdışı kavramı ve bu kavramın rüyalar aracılığıyla bir tür toplumsal birikim olarak kendini göstermesi düşüncesi dahi Neshat’ın çalışmasına dair, üzerinde durulması gereken bir okuma.

Shirin Neshat’ın farklı disiplinleri içeren, üretimi uzunca bir zamana yayılmış bu bütünsel ve derin üretimlerini incelerken de dönüp Jung’a bakma ihtiyacı hissettim. Bireysel düzlemde ele alındığında Jung’a göre rüyalar, iradenin kontrolünden azade olan bilinçdışının tarafsız ve kendiliğinden gelen ürünleridir. Tamamıyla doğaldırlar; bize yalın ve doğal hakikati gösterirler ve bu yüzden de bilincimiz kendi temellerinden çok uzaklaşıp bir çıkmaz sokağa girdiğinde, temel insan doğasına uygun bir tavra geri dönmemizi her şeyden daha doğru şekilde sağlarlar. Ben de uzun süredir rüya evreninin derinliğine hayranlık duyuyor, rüyalarımızın bizlerle semboller diliyle konuştuğunu, kolektif ve bireysel düzlemde farklı ikonografiler aracılığıyla her gece içinde yüzdüğümüz bir anlamlar denizi olduğunu düşünüyorum. Belki de bu yüzden, Land of Dreams yekûnuna tanıklık etmek, Shirin Neshat’ın rüyalarla olan uzun mesaisinin sonuçlarını izlemek, etkileyici bir rüya görmek gibiydi. Sadece sabah uyandığınızda değil, çok uzun süre zihninizde yer edecek ve zaman zaman size kendini hatırlatacak bir rüya…

*Shirin Neshat’ın Land of Dreams başlıklı sergisi, Dirimart’ta 22 Mayıs 2022’ye dek görülebilir.

Yazarın Diğer Yazıları

Hüseyin Çağlayan ve perpetuum mobile

İstanbul’da uzun süre sonra bir Hüseyin Çağlayan sergisi gerçekleşiyor. Sanatçının Sabancı Üniversitesi Sakıp Sabancı Müzesi’ndeki solo sergisi Souffleur, Çağlayan’ın multidisipliner tavrını tasdikli yaratıcılığıyla buluşturduğu bir alan. Hüseyin Çağlayan, zamanlar, mekânlar ve kimlikler üstü pratiğinde bir “perpetuum mobile” haliyle yol alırken Souffleur, bu harekete izleyicinin tanıklığını da katan bir arayüz oluyor. Çağlayan, bu arayüzle tüm denk gelişleri, karşılaşmaları ve ortak fikirleri bünyesine katıp sonsuz devinimine devam ediyor

12. Berlin Bienali: Dekolonyal sorular

Bu yaz Berlin'de Kader Attia küratörlüğünde gerçekleşen 12. Berlin Bienali, "Still Present!" olarak belirlenen kavramsal çerçevesiyle Batı'nın kolonyal tarihiyle -bir nevi- hesaplaşmasına katkıda bulunmak, dekolonyalizme dair sorular üretmek üzere yola çıkmış. Bienalin, yan etkinlikleri ve izleyiciyi süreçlere dahil eden çok katmanlı yapısıyla Berlin'in bitimsiz devinimine uygun bir yapı kurmayı başardığı söylenebilir

Claude Lalanne ve floranın dili

Claude Lalanne'ın Gerçeküstücülük'le beslenmiş formlarını, zanaat ve el becerisiyle incelikle işlediği çalışmaları; malzemeye, zanaate ve forma bir iade-i itibardır. Bakır, bronz ve altın organik formları kaplar, korur ve sonsuzlaştırır. Sanatçı, Ury'deki stüdyosundan çıkıp dünyanın farklı noktalarına uzanan çizgilerle bir Harikalar Diyarı Ağı oluşturmuş, lahana kafalı yaratıkları, timsah masaları, ginkgo aynalarıyla insanın merkez ve hakim olmadığı bir hayatta, varlıklar arası sınırların akışlanlaştığı, flora ve faunayla, form ve anlamla, "Dünya"nın varoluşunun tüm canlılarıyla kutsandığı ve kutlandığı bir evren yaratmıştır 

"
"