Geçen perşembe günü okuduğum yazının başlığına da taşınan bu ifade, bir yandan da çok önemli bir tespitti ve bu tespit; aslında karşı devrimin her zaman hedefinde olan Cumhuriyet rejiminin nice aydını için de geçerliydi...
Kimi değersizleştirilmeye çalışıldı, kimi mahpuslarda süründürüldü, bir fırsat bulup çıkabilenlerin de başına gelmeyen kalmadı.
Bu arada Ali Alpar’ın yazısı, sürecin anlaşılması anlamında çok başarılı özel bir yazı, mutlaka okumanızı öneririm.
Birkaç ay önce gittiğim Türkiye’nin en önemli Uluslararası Turizm Fuarı; EMİTT, genel olarak şaşırtıcı derecede tatsız ve renksizdi, hatta bu gözlemimi ‘Türkiye heyecanını mı yitiriyor?’ gibi bir çıkarımla eşlemiştim kafamda.
Sonra İstanbul Büyükşehir Belediyesi ‘ İBB - Kültür ’ standına geldiğimde gördüklerim beni gülümsetmiş, yüreğime su serpmişti.
Şöyle ki; turizmde sürdürülebilir hedefler için tarihsel ve kültürel mirasımızın güne taşınması, koruma altına alınarak geleceğin bir emaneti olduğu bilinci ve bir insanlık mirası kabulüyle; anlatılması, tanıtılması noktasında, büyük bir başarı hikayesiyle karşılaşmıştım.
Bu işin arkasında kimin aklı ve becerisi vardı bunu tahmin etmek elbette zor değildi.
Turizm denilince sektörün sadece klasik tanıtım araçlarıyla büyüyebileceğini düşünen, çarpık yapılaşma yanında, köktenrantçı anlayışlarla tarumar edilen doğal mirasımızın cazibesinin de yetmediği göremeyen kör zihinlere, altın tepsi de bir alternatif genişleme alanı sunuyordu İBB Miras.
Bununla da kalmayıp kotardığı projelerle, Yerebatan Sarnıcı, Müze Gazhane, Büyükada'daki Taş Mektep, Beyoğlu Sineması ve bunun gibi İstanbul’un birçok kültürel ve tarihi mirasını günümüze kazandırıyor ve ülke olarak yaşadığımız kadim toprakların bu birikimle adeta bir hazinenin üstünde olduğuna yüzlerce kanıt sunuyordu.
Bir türlü fırsatını bulamamış ve yazamamıştım; o nedenle bu yazı aslında bir borç gibi benim için.
Bu sütunlarda birkaç kez okuduğunuz ve aynı aydın düşmanlığına çokça muhatap kalmış İlhan Selçuk’un aşağıdaki sözleri, İBB Miras standında karşılaştığım muazzam tablonun motivasyonunu bence çok iyi anlatıyor:
“Çünkü ben insanım, çevremi değiştirmek, iyileştirmek yeteneğine sahibim. Bu yolda vereceğim uğraş benim mutluluğumun gücüdür ve insanlığımın özüdür."
Mahir Polat’ın tutuklanması, hayati tehlikesine rağmen adliye koridorlarında başlayan, mahpushane koridorları ve hastane koridorlarında devam ettirilen eziyet, affedilir şey değil.
Adaleti korumanın dışında yapılacak her eylemi, görevi kötüye kullanmak sayıyor İbni Haldun, geçen hafta bu konuda yazmıştım.
Ama şu da var:
Devleti yönetenler açısından görevi kötüye kullanmanın alabildiğine bir ‘kötülüğü’ de; vatana ihanetten farksız;
Bu ülkenin namuslu, işinin ehli çocuklarını, layıkıyla işini yapan liyakatlı çocuklarını, yaptıkları işle çevresini değiştirmekle kalmayıp iyileştirebilen çocuklarını, işinden, aşından, özgürlüğünden etmek ayıptır!
Yapmayın!
Ve inanın başka yolu yok, sevgili Polat’ın da dediği gibi:
"Türkiye, kendi çocuklarıyla şifa bulacak"
Eyvallah.
Serdar Gündoğ kimdir?
Serdar Gündoğ, Kayseri'nin Pınarbaşı ilçesinde doğdu. İlk ve Orta Okulu Ankara'da, Liseyi ise Aydın'da tamamladı. Dokuz Eylül Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi, İktisat Bölümünü İzmir'de bitirdi.
Türkiye'nin ilk haber portallarından bodrumhaber.com ve aynı adla yayımlanan günlük gazetenin genel yayın yönetmenliğinin ardından çeşitli yerel haber portallarında, Posta ve Milliyet gazetelerinin eklerinde haftalık yazılar yazdı.
2009 yılından itibaren yerel ve genel seçimlerde kampanya yöneticiliği ve danışmanlıklar yaptı.
Çevre ve insan temalı farkındalık projeleri için fikir ve senaryolarına katkı sağladığı kısa filmler ve belgesellerin yapımcılığı yanında kültür ve sanat etkinlikleri de düzenleyen Serdar Gündoğ'un marka ve siyasi danışmanlıkları devam ediyor.
|