27 Eylül 2024

Ekrem İmamoğlu’na siyasi yasağa nasıl tepki vereceğiz?

Bu İmamoğlu yazısını iki haftadır yazmak istiyorum ama hep bir başka felaket yerini alıyor bu yazının!

İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu

Türkiye’nin yaşamsal sorunlarını sıralamak gerekse, çok olduğu ve her birinin yaşamsal olduğunu kabul ederek ama düşünmeden ‘hukuk’ ve ‘eğitim’ derim.

Yargının tamamen siyasete alet olduğu bir düzlemde, adalet beklemek sadece iktidara yakın olanlar için mümkündür.
Türkiye’de de işler uzun zamandır böyle yürümekte.
‘İşin’ bir yerinden iktidara ait unsurlar geçiyorsa haksızken haklı olur, suçunun üzerine yatar, krallar gibi yaşarsın bu ülkede!

Son yıllarda yaşanan ‘hukuki garabetler’in farkında olmak için sadece görme yetinizin yerinde olması yetmektedir.
Hukukun üstünlüğü, yerini çoktan erkin üstünlüğüne bırakmış, ülkenin kaderi tek adamın iki dudağı arasına sıkışmış.
Sokakları adalete inancını yitirmiş mağdurlar ve adalet duygusu kalmamış güçlülerle dolu bir ülkede yaşamaya çalışıyoruz.
Bunun sosyolojik çalışmasını yapmak bizler için fazlasıyla lüks şu anda, yaşamsal bir mücadele verilirken entelektüel üretim beklemek de yersiz belki.
Biz daha alfabenin A’sında, yani demokrasi, hiç değilse bir miktar demokrasi kısmında debelenmekteyiz.

‘Eskiden neydi şimdi ne olsun’cularla asla polemiğe girmek istemem.
Zira ben, ülke bir gün demokratik bir şahlanma yaşayacaksa bunu aydınlık gençlerin yapabileceğine inananlardanım.
Hukuk bağımsızlaşacaksa, yeni, pırıl pırıl hukukçulara da ekmek gibi, su gibi ihtiyaç olduğunu düşünenlerdenim.
Elbette bu emeği vermeye tüm ömrünü yatırmış duayen hukukçularımız da vardır ama bir elin parmaklarıyla sınırlıdırlar.

İşte burada başka bir büyük sorun olan eğitim devreye girmekte!
Gençlerin o düzeye gelmek için hem iyi bir eğitimden geçmelerine hem de bilinç düzeyi yüksek eğitimcilere, hocalara, okullara, yayınlara ihtiyacı vardır.
Oysa Milli Eğitim’in dev hizmetleri sonucu, geleceği sağlıklı inşa edecek nesillerin köküne kibrit suyu dökülmektedir!
Nasıl mı, çok net…
Özellikle ilk ve orta öğrenimlerini düşük kalitede, yanlış bilgilerle donatılmış ders kitaplarıyla, hijyenden ve sağlıklı beslenmeden uzak, iyi yetişmemiş eğitmenlere mecbur kalarak, demokratik tartışmaların, besleyici fikir alışverişlerinin, zihin açıcı, ilham verici bir işleyişin olmadığı ‘kurumlardan’ kaç parlak genç sıyrılıp da yükselebilir?
Zaten parlaksa çoktan beyin göçü dalgasına katıldı o kişiler, dediğinizi duyar gibiyim.
Evet, haksız da sayılmazlar!

Bakınız ders notlarına giren bilgilerin yanlışlığı tartışılıyor bugünlerde. Bu kültürel yozlaşmadan geriye kalan tek-tük uzman, hâlâ memleketi kendine mesele etmekte ve risk alıp tehlikeye dikkat çekmek için elinden geleni yapmaktadır.
‘Yanlış bilgi öğretmek’ ne demek biraz örneklendirelim; olmayan şeyleri olmuş gibi sunmak; Hezârfen’i, Bîrunî’yi, Akşemseddin’i, Ali Kuşçu’yu yapmadıkları keşifleri yapmış gibi öğretirken yaptıkları gerçek çalışmaları da yok etmektir.
Bir ülkenin geleceği adına daha tehlikeli az şey vardır bana göre!

Bir Türk/İslam tarihi, Türk/İslam bilimi yazılıyor ama gerçeklikten kopuk.
İyice kendimiz çalıp kendimiz oynadığımız, iyice gerçeklerden ve dünyadan koptuğumuz bir geleceğe doğru hızla savrulmaktayız.
Bilim yerine hurafelerle yaşanmaya razı olmayanlar ne yapacaklar, yapabilecekleri ne var ellerinde? Hukuk mesela burada devreye girip vatandaşın eğitim hakkı konusunda yaşadığını düşündüğü bu haksızlıklara karşı yanında olacak mı?
Yoksa “Hayır kardeşim, bunlar artık bizim yeni gerçeklerimizden” diyen sistemin yanında mı yer alacaktır?

Eğitimin kalitesizliği, çocuklara öğretilen bilgilerin yanlışlığını yeteri kadar tartışamıyoruz, çünkü orada da yine başka bir yaşamsal mesele devreye giriyor;
Okullarda öğrenciler aç!
Yemek hizmeti, temizlik hizmetinden faydalanamıyorlar.
O konunun uzmanları da çıkıp diyor ki “Beslenmeyen beyin öğrenemez.”
İyi de okulların temizliğini eğitmenlerin yerine getirmesinin önünü alacak maddi imkânı da sağlayamıyoruz, çünkü misal, sarayın günlük masrafına ancak yetişiyoruz, 21,5 milyon TL.

Gelelim esas konuya…
Evet daha esas konumuza gelemedim.
Türkiye büyük bir girdabın içinde.
Madden manen çöküş yaşanıyor.
Aile kavramı, toplum olma hâli yerle bir.
Millet sokaklarda- mecazi değil- neredeyse birbirini kesiyor!
Tek bir çıkış ihtimalimiz var, o da en kısa sürede yaşanacak bir genel seçimle iktidarın değişmesi.
Bu iktidar değişiminde de muhakkak zorlanılacak yıllar bekliyor bizi.
Ama hiç değilse Türkiye’yi demokratik bir çizgiye doğru çekecek bir değişime çok acil ihtiyacımız var.
Yoksa büyük mesele; kör, cahil, aç ve kanunsuz bir yer hâline gelen bu yeni Türkiye’nin kemikleşecek olması!

Şimdi biliyorsunuz Ekrem İmamoğlu’na siyasi yasak gelmesi an meselesi.
Hâliyle bu konu tüm konuların üzerine taşıyor kendisini.
Yapılan anketlere, sokakta vatandaşın tepkisine bakınca, İmamoğlu’nun Cumhurbaşkanı seçilmek için kuvvetli bir desteği var gibi görünüyor.
Bu durumda bir yasak aslında onun siyasi kariyerine değil Türkiye’nin düştüğü yerden kalkmasını sağlayacak adımların atılabilmesinin önüne koyulan bir engel olacaktır.

Bakın Türkiye’nin kurtulması demiyorum, o iş hiç de o kadar kolay ve hızlı olabilecek gibi değil!
Ama hızla başlamazsa bu dönüşüm, Türkiye’nin düştüğü bataktan çıkması da daha zorlaşacak, hatta imkânsızlaşacak.
Şimdi benim merak ettiğim şey şu; CHP kendi adına birtakım çalışmalar yapıyor, olası bir yasak kararı -ki neredeyse kesin gözüyle bakılıyor- durumunda nasıl bir duruş sergileyeceklerini açıklıyorlar.
Ama bu bizim konumuz değil.
Tek ve en önemsediğimiz konu, bizim bu durum karşısında ne yapacağımız olmalı…
Biz kimiz?
Her şeyden önce vatandaşız, nefes alamayan vatandaş!
Sonra da ülkesine, geleceğe, ilerlemeye yönelik sorumluluğu olan aydınlarız.
İmamoğlu’nu sev sevme, oy vereni ol olma…

İktidar değişmesin, tek adam düzeni bozulmasın, AK Parti bitmesin, Recep Tayyip Erdoğan saltanatına devam etsin diye yaşanacak bir hukuki garabeti daha biz nasıl karşılayacağız? İşte tüm ülke tek zihin olup bu sorunun yanıtını aramalıyız -hızla-
Adı bile ‘ahmak’ olan bir davanın olası yasağını nasıl sindireceğiz, sindirecek miyiz?
Bakın gündemimiz hep çok yoğun, biliyorum çünkü ben de içinde yaşıyorum.

Bu İmamoğlu yazısını iki haftadır yazmak istiyorum ama hep bir başka felaket yerini alıyor bu yazının!
Ve şimdi diyorum ki, ee bu da olursa peki, bundan sonra sadece çocuk cinayetlerinin asla çözülmeyen dosyalarını mı tartışaduracağız?
Artık felaketleri konuşmanın da bir anlamı kalmayacak ki o aşamada.
Çünkü bu düzen sürsün diye bir ihtimal değişime neden olabilecek yeşermeyi kezzapla kazıyacaklar, istedikleri bu!

Peki biz ne yapacağız?
Hadi artık bu sorunun peşine düşelim lütfen.
Ekrem İmamoğlu siyasetten yasaklanırsa Türkiye ne yapacak?

Tuğçe Tatari kimdir?

Tuğçe Tatari, 1980 yılında İstanbul'da doğdu. İstanbul Akademi Radyo Televizyon mezunu.

Gazeteciliğe 2000 yılında Habertürk'te muhabir olarak başladı. 2004 yılında Vatan gazetesine geçti. Gazete, dergiler ve ekler olmak üzere, dört yıl muhabirlik yaptı. 2009 yılında Akşam gazetesinde köşe yazarlığına başladı. Güncel konulara, sosyal hayata ve popüler kültüre dair eleştirel yazılar yazması için aldığı köşe yazarlığı teklifini kabul ettikten bir sene sonra siyasi yazılar yazmaya başladı.

Akşam gazetesine Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu TMSF'nin devlet adına el koymasının ardından, 2013 Haziran ayının sonunda Gezi Parkı olaylarına "mesafeli" durmadığı gerekçesiyle işten çıkartıldı. "Eski ana akım medyada yasaklı" konumuna gelen ve izleyen dönemde T24'te yazmaya başlayan Tuğçe Tatari'nin, Kürt sorununu ele aldığı ve halen "yasaklı yayınlar" arasında bulunan "Anneanne Ben Aslında Diyarbakır'da Değildim" adlı bir kitabı bulunuyor.

Yazarın Diğer Yazıları

Huysuz Virjin'i yaşatmak neden önemli?

Armağan Çağlayan’ın ‘Seyfi Bey’ adlı tek kişilik biyografik oyununu izlerken hem politik hem magazinel hem de toplumsal meselelerin kısa tarihini izlemiş gibi oldum… ‘Huysuz Virjin’ Seyfi Dursunoğlu’nun Türkiye sanat dünyasına devrim yaparak girişi ve yasaklanarak çıkışı arasında izlediğiniz, hüzünlü yakın geçmişimiz de oluyor aslında

Nerede o eski savaş muhabirleri!

Suriye’de yaşanan savaşta Türkiye ilk günden beri aktif rol oynuyor. Ve bizim neredeyse hemen hiç savaş muhabirimiz yok!

Olası barış sürecine nasıl destek olabiliriz?

Bilmediğimiz, anlamadığımız, doğrulatamadığımız, muhatapların da anlamaya çalıştığı, belirsiz, ‘ağır çekim’ bir süreçteyiz. Evet barıştan yanayız, aksi düşünülemez bile. Ancak bu koşullarda ve bu aşamada barış için verebileceğimiz tek destek, sadece sessizce izlemek olacaktır…

"
"