22 yıllık AK Parti hükümetinin yarattığı ve yaşattığı bir yerdir Silivri Cezaevi yerleşkesi.
İçinde tutuklu ziyaretini de barındırır, duruşma izlemeyi de, içeriye yolladığın soruların cevabını beklemeyi de.
Oralarda işini yapan gazeteci milletinin, hele ki olan bitenle meselesi olan biriyse, aklında tek şey olurdu; bu bir tiyatro!
Burada bir yargılama yapılmıyor.
Burada bir piyes oynanıyor.
Her biri ayrı bir kitap konusu olacak süreçler yaşadık, yaşattılar daha doğrusu.
Kimi zaman günlerce üst üste süren duruşmaya yetişebilmek için çevre otellerde konaklardık.
Yemek yediğimiz, çay içtiğimiz yerlerde müdavimlik mertebesine ulaşmıştık artık.
Bir süredir ne önünden geçmişim ne yolundan…
Şimdi tutuklu İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun, İstanbul Cumhuriyet Başsavcısı Akın Gürlek’in şikâyetçisi olduğu “tehdit, hakaret ve terör” iddialı davasını izlemek için buradayım.
Yine tarihi bir duruşma, tıpkı diğerleri gibi.
İzlemek, takip etmek, yakın siyasi tarihimizde büyük önem taşıyacak bugünlere tanıklık da etmek aynı zamanda, tıpkı diğerleri gibi…
CHP’nin Cumhurbaşkanı adayını, İstanbul Belediyesi’nin seçilmiş başkanını tutuklamışlar, düşünsene!
“Artık onu da yapamazlar” dediğimiz her şeyi yaptıkları gibi, bunu da yaptılar.
Ben buralara gelmeyeli uzun zaman olmuş ama değişen hiçbir şey olmamış.
Misal, hâlâ mahkeme işleyişine dair her şey tamamen siyasi.
Yıllar geçmiş, neredeyse yaşlanmışız ama senaryo aynı tekrarda takılmış kalmış, dönüp duruyor adeta, sadece yargılanan aktörler değişiyor.
İmamoğlu’nun avukatlarından üçü, yine az önce saydığım davalardan ve hatta daha fazlasından gayet iyi tanıdığımız Fikret İlkiz, Fehmi Demir ve Tora Pekin.
O kadar benzer sebeplerle mağdur edilmiş sayısız müvekkil savundular, bizler de izledik ki saymakla bitmez.
Ekrem İmamoğlu salona getirildiğinde ister istemez, konumundan da dolayı nasıl göründüğüne, neşesine, hâline odaklanıyor tüm salon.
“Saçı uzamış” diyen de var “Kilo vermiş” diyen de.
Oysa bu tarz siyasi ‘dosyaların’ en hüzün veren kısmı tam da o anlarda aileleri gözlemlemektir.
İmamoğlu ailesi genel olarak ‘taş gibi duran’ bir aile. Dilek İmamoğlu eşinin mücadelesinin peşinde sıkı duruyor.
Dilek İmamoğlu duruşmaya iki oğlu ve Ekrem Bey’in babası Hasan İmamoğlu’yla katılmıştı.
Yan yana oturuyorlardı.
Oğlunun savunmasını dinlerken bazen gözyaşlarını tutamayan Hasan İmamoğlu’nu gözlemlemek ise kalp yakıyordu, tıpkı senelerdir tanık olduğumuz sayısız siyasi mağdur yakınları gibi.
Duruşmayı izlemeye gelen ve içeriye girebilenler -vatandaş alınmadı, sadece avukatlar, gazeteciler ve partililer- ağırlıklı partililer olunca etrafta herkesin birbirine “Başkanım” diye hitap ettiği komik bir ortam da oluşuyor. Her “Başkanım” dendiğinde dönüp bakmaktan insanın boynu tutuluyor, bu da duruşmanın tuhaf, ama her şeye rağmen insanı güldürebilen anlarından birini oluşturuyor.
Ekrem İmamoğlu gayet net ve sakin konuşuyor, eğilip bükülmüyor.
Sesini asla yükseltmiyor.
Heyete karşı çok saygılı ve kibar yaklaşıyor.
Neden tutuklu olduğunu, Akın Gürlek’e asla hakaret etmediğin,i aksine kendisi iktidara geldiğinde onun ve çocuklarının da yaşam haklarını koruyacağını söylediğini anlatıyor.
Duruşmanın Çağlayan’da değil Silivri’de yapılmasını eleştiriyor.
TRT’nin duruşmaları canlı yayınlamasını istediğini söylüyor.
Diplomasının iptal sürecinden bahsediyor ve net bir şekilde “ülkeye demokrasi devrimini getireceğini, bunun önüne geçilemeyeceğini” vurguluyor.
Ben burada “Elbet çıkacağım ve mutlaka Cumhurbaşkanı olacağım” mesajını alıyorum… İmamoğlu espriler yapıyor heyete yönelik olarak, “Kusura bakmayın ilk defa bu koşullarda bir mahkemede bulunuyorum, acemisiyim” diyor.
Ara verildiğinde salondan çıkartılmayan İmamoğlu gazetecilerle de sohbet ediyor. Sorulan soruları yanıtlıyor. Okuduğu kitaplardan, zamanı nasıl geçirdiğinden söz ediyor.
Neşeli mi? Hayır değil. Ama sakin mi, evet sakin!
“Korkuya kapılan, cesarete ihtiyaç duyan açsın Nutuk okusun” diyor. Saraçhane sürecinden çok memnun olduğuna değinirken “Tarihi gençler yazacak diyordum, öyle de oldu” diye ekliyor.
Gençlerin tahliye haberlerine sevindiğini ama artık hepsinin evine dönmesi gerektiğini vurguluyor.
Biz de déjà vu’lerle dolu duruşma salonundan, 16 Haziran Pazartesi günü, saat 10.00’da tekrar dönmek üzere ayrılıyoruz.
İmamoğlu’nun, hakkındaki davalardan yargılanma süreci epey uzun sürecek gibi duruyor, elbette Türkiye bir öngörü yapmaya elverişli değil. Yarın bambaşka bir sabaha uyanabiliriz. Her koşulda sürecin kesintisiz takipçisi olacağız. Zira kurtuluş yok tek başına!
Tuğçe Tatari kimdir?
Tuğçe Tatari, 1980 yılında İstanbul'da doğdu. İstanbul Akademi Radyo Televizyon mezunu.
Gazeteciliğe 2000 yılında Habertürk'te muhabir olarak başladı. 2004 yılında Vatan gazetesine geçti. Gazete, dergiler ve ekler olmak üzere, dört yıl muhabirlik yaptı. 2009 yılında Akşam gazetesinde köşe yazarlığına başladı. Güncel konulara, sosyal hayata ve popüler kültüre dair eleştirel yazılar yazması için aldığı köşe yazarlığı teklifini kabul ettikten bir sene sonra siyasi yazılar yazmaya başladı.
Akşam gazetesine Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu TMSF'nin devlet adına el koymasının ardından, 2013 Haziran ayının sonunda Gezi Parkı olaylarına "mesafeli" durmadığı gerekçesiyle işten çıkartıldı. "Eski ana akım medyada yasaklı" konumuna gelen ve izleyen dönemde T24'te yazmaya başlayan Tuğçe Tatari'nin, Kürt sorununu ele aldığı ve halen "yasaklı yayınlar" arasında bulunan "Anneanne Ben Aslında Diyarbakır'da Değildim" adlı bir kitabı bulunuyor.
|