Tüm cevaplara tek seferde ulaşmak teknik olarak mümkün olmadı.
Cevaplar geldikçe hepsini tek tek yayınlayacağım.
Bugüne sadece bir tanesi yetişti.
Genç arkadaşımız -adı bende saklı kalmak suretiyle- yaşadıklarını, düşüncelerini siz okurlarla paylaştı.
Ben de kalemim izin verdiğince ona ses olmaya çalışacağım.
Buyrun başlayalım.
Kendisi 20 yaşında bir Boğaziçi Üniversitesi öğrencisi.
Saraçhane’den, miting sonrası alınmış.
Gözaltına alınırken darbedilmiş ve hakarete uğramış. Yanındaki arkadaşının da burnu kırılmış. Bu genç arkadaşımız, yazılı olarak gerçekleştirdiğimiz söyleşide, sorguda kendisine ısrarla “Saraçhane’ye neden gittiği, maske, gözlüğü olup olmadığı, döviz taşıyıp taşımadığı, Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’a küfür edip etmediğinin sorulduğunu” belirtiyor.
Gözaltı süresince iletişim ve haber alma haklarının kısıtlandığını, doyurmayacak kadar yiyecek, susuzluğu gidermeyecek kadar su verildiğini, ışıklar açık bırakılarak uyumalarının istendiğini, keyfi olarak gözaltı süresinin uzun tutulduğunu anlatıyor.
Silivri’ye nakilden önce Metris Cezaevi’nde eşya teslimi, aile-yakın iletişimleri gibi hakların aksatıldığından söz ediyor.
Bulunduğu koğuşta televizyon olmadığını, dışarıdan haber alabilmelerinin tek yolunun radyo ve ziyarete gelen avukatlar olduğundan bahsediyor.
Gündemi, dışarıda neler olduğunu merakla takip etmeye çalıştıklarını ekliyor.
Tutuklandıklarından beri gönüllü avukatlar ve CHP’li vekillerin onları yalnız bırakmadığı, İstanbul Barosu ve sol STK’ların desteğini gördüklerini anlatıyor.
Genç arkadaşımız devam ediyor:
“Ben Saraçhane’ye eylem yapmak amacıyla gitmedim. Demokratik sorumluluğum neticesinde orada bulundum. Sokağa çıkmadım, CHP Genel Başkanı’nın çağrısına uyarak anayasal toplanma hakkımı kullandım. Bu kullandığım hakkın, değişim isteyenlerin çok sesliliğinin bir ayağı olduğumu düşünüyorum. Tek beklentim ülkemin daha demokratik bir ülke olması.
Biz öğrenciler de sesimizi çıkartarak bu değişimi bir miktar ateşledik, bunun farkındayım. Toplum bu demokratik mücadeleye destek verdikçe olumlu sonuçlar yaşayacağımıza inanıyorum.”
Son dönemde “öğrenci hareketleri geri döndüğü” yorumları için “Toplumun sokaklara taşan insanlara öğrenci hareketi olarak baktığının farkındayım. Bu hareketin tüm toplum tarafından desteklenmesi gerektiğini düşünüyorum” diyor.
Korku veya pişmanlık yaşamadığını, yanlış bir şey yaptığını düşünmediğini belirtirken “Ailelerimiz de yanlış bir şey yaptığımızı düşünmüyor, bilakis yanımızdalar ve bizi destekliyorlar” diye ekliyor.
Genç arkadaşımızın şimdilik size iletmek istedikleri bunlar.
Cevaplar gelmeye devam ettikçe çok sayıda tutuklu gencin de düşüncelerini paylaşacağım.
Yazıyı da, herhangi bir suça, şiddete bulaşmamış gençlerin derhal serbest bırakılması gerektiğini tekrar ve tekrar yineleyerek bitiriyorum.
Tuğçe Tatari kimdir?
Tuğçe Tatari, 1980 yılında İstanbul'da doğdu. İstanbul Akademi Radyo Televizyon mezunu.
Gazeteciliğe 2000 yılında Habertürk'te muhabir olarak başladı. 2004 yılında Vatan gazetesine geçti. Gazete, dergiler ve ekler olmak üzere, dört yıl muhabirlik yaptı. 2009 yılında Akşam gazetesinde köşe yazarlığına başladı. Güncel konulara, sosyal hayata ve popüler kültüre dair eleştirel yazılar yazması için aldığı köşe yazarlığı teklifini kabul ettikten bir sene sonra siyasi yazılar yazmaya başladı.
Akşam gazetesine Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu TMSF'nin devlet adına el koymasının ardından, 2013 Haziran ayının sonunda Gezi Parkı olaylarına "mesafeli" durmadığı gerekçesiyle işten çıkartıldı. "Eski ana akım medyada yasaklı" konumuna gelen ve izleyen dönemde T24'te yazmaya başlayan Tuğçe Tatari'nin, Kürt sorununu ele aldığı ve halen "yasaklı yayınlar" arasında bulunan "Anneanne Ben Aslında Diyarbakır'da Değildim" adlı bir kitabı bulunuyor.
|