İtiraf etmek gerekirse, benim de bir yanım meydanlara toplanan kalabalığa hitabın tonunu, dozunu, rengini eleştirmek, bu süreçte kullanılan sözel ve fiziksel stratejilerin yanlışlığını vurgulamak istiyor.
İtiraf etmek gerekirse, benim de bir yanım bir kısım muhalifin işi gücü bırakıp, bu siyasi felaket ortamında yine ve her zaman olduğu gibi “peki Kürtler nerede” diye sormasına ağır yanıtlar vermek, “kapınız çalınana kadar esas siz neredeydiniz” diye sormak istiyor.
İtiraf etmek gerekirse, benim de bir yanım arşivden “size 2019 yılından beri söylüyoruz, ilk Kürt belediyesine kayyım atandığında da uyardık, bugün ses çıkartmazsanız bir gün bakarsınız İstanbul da aynı uygulamalara muhatap olmuş” konulu sayısız yazımı çıkartıp tekrardan yayımlamak istiyor.
İtiraf etmek gerekirse, benim de bir yanım “aylardan beri, İmamoğlu’nu alırlarsa, yasaklarlarsa, diplomasını iptal ederlerse, belediyeye kayyım atanırsa ne yapacağız, bunu konuşmak, tartışmak, tüm muhalif kesimlerin uzlaştığı ortak bir mutabakatla hazır beklemek gerekir” diyoruz demek istiyor.
İtiraf etmek gerekirse, benim de bir yanım hâlâ yargıdan medet uman açıklamalara, naif beklentilere, ılımlı öngörülere sinkaflı yanıtlar vermek istiyor.
Ve fakat bunların hiçbirinin memlekettin üzerine çöken ve yıllar içinde derinleşen bu karanlığın geldiği son hâle yönelik mücadele adına tek bir fayda sağlamayacağının da farkındayım.
Açık konuşalım; bugün yaşamakta olduğumuz ‘şey’ asla kişisel bir mücadele yöntemiyle, bölünmüş ve ayrışmış, birbirine mesafeli bir muhalefetle geri püskürtülemez!
Gün, her kim olursa olsun, geçmişte ve hatta bugün dahi uzlaşamadığımız kişilerle bile omuz omuza mücadele verme günüdür.
Gün, birlik olma günüdür!
Çünkü gün, aslında sadece yaşam haklarımız için mücadele verme günüdür.
İnsanın yaşama hakkını savunmasından daha onurlu bir mücadele yoktur.
Konu, bizler için asla Ekrem İmamoğlu veya CHP değildir.
Konu, geleceğimiz, evlatlarımızın geleceği ve bundan sonra alacağımız nefes konusudur!
Konu, hepimizin ortak konusudur!
Konu, ülkenin tepesine çöken ve bizi tek bir kişinin istekleri doğrultusunda yaşamaya mecbur etmeye çalışan bu rejimle belki de son mücadele alanında olduğumuz konusudur.
Son kertede konu, Ekrem İmamoğlu’nun seçim sloganı hâline gelen ama aslında uzun yıllardır sol camianın kullandığı, Bertolt Brecht imzalı “Kurtuluş yok tek başına, ya hep beraber ya hiçbirimiz” sözünün tüm gerçekliği özetliyor oluşudur.
Milliyetçisinden, anarşistine, ateistinden dindarına, sağından soluna tüm ülke muhalefeti tek ses olmalı ve bu işe bir dur demeliyiz. Bunu başaramazsak bundan sonrası yok, bunu artık idrak etmeliyiz!
Tuğçe Tatari kimdir?
Tuğçe Tatari, 1980 yılında İstanbul'da doğdu. İstanbul Akademi Radyo Televizyon mezunu.
Gazeteciliğe 2000 yılında Habertürk'te muhabir olarak başladı. 2004 yılında Vatan gazetesine geçti. Gazete, dergiler ve ekler olmak üzere, dört yıl muhabirlik yaptı. 2009 yılında Akşam gazetesinde köşe yazarlığına başladı. Güncel konulara, sosyal hayata ve popüler kültüre dair eleştirel yazılar yazması için aldığı köşe yazarlığı teklifini kabul ettikten bir sene sonra siyasi yazılar yazmaya başladı.
Akşam gazetesine Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu TMSF'nin devlet adına el koymasının ardından, 2013 Haziran ayının sonunda Gezi Parkı olaylarına "mesafeli" durmadığı gerekçesiyle işten çıkartıldı. "Eski ana akım medyada yasaklı" konumuna gelen ve izleyen dönemde T24'te yazmaya başlayan Tuğçe Tatari'nin, Kürt sorununu ele aldığı ve halen "yasaklı yayınlar" arasında bulunan "Anneanne Ben Aslında Diyarbakır'da Değildim" adlı bir kitabı bulunuyor.
|