13 Eylül 2024

Narin olayını 'gazetecileri' de kullanarak bulandırıyorlar!

Narin'in öldürülmesine üzülürken bir diğer yandan da gazeteciliğin yok edilmişliği, yayıncılığın çürümüşlüğü, medyanın kokuşmuşluğu gerçeği ile bir kere daha temas etmek durumunda kaldık…

Narin Güran

Gazetecilik ciddi bir meslektir. Yazmak, ekranlara çıkmak, yorumculuk yapmak, televizyonda program yapmak bunların hepsi birbirinden büyük sorumluluklar gerektirir.

Bırakınız ekran önüne çıkmayı, misal ekranlarda belirecek yazıların sorumlusu "KJ'ci" olmak da büyük bir sorumluluktur. Çünkü ekran, evet eğlenceyi de barındırır ama kitleleri bilgilendirme, kitleleri aynı anda aynı konudan haberdar etme yeridir aslında. En ufak hata beklenmedik sonuçlara neden olabilir.

Televizyonların, yayın kuruluşlarının ve hatta YouTube yayıncılarının dahi ekrana bakan yüzünden sorumlu olan kişiler, uçaklarda acil çıkışa oturan kişilerdir aslında.

Beklenmedik bir durum oluştuğunda yayını kurtarabilecek yetide olmalıdırlar.
Yayını kurtarmak izleyiciye karşı da mahcup olmamaktır aslında.

İzleyiciye mahcup olmak bir yayıncının başına gelebilecek en kötü şeylerden biridir-biriydi, çok eskiden!
Yani bizlere bu işler böyle öğretildi. Biz çalıştığımız kurumlarda gerekirse sabahlayarak o son yayına da göz kulak olan nesiliz.

O zaman da çok eksiklerimiz vardı, şikâyet ettiğimiz tonla sorunumuz vardı ama izleyiciye, okuyucuya, hatta haberini yayınladığınız 'kayıp yaşayan tarafa' dahi mahcup olmamak çok önemliydi.

Hâliyle yeni Türkiye'nin ekranlarının geldiği hâl bizim gibiler için kabullenilmesi imkânsız bir hâl!
Türkiye haftalardır Narin konusuyla yatıp kalkıyor.
Ben, siz, herkes, tüm ülke!
Haber almak, bilgi almak, aslında ne olduğunu anlamak, öğrenmek istiyoruz.
Bu en doğal hakkımız…
Hâliyle ekranları açıyoruz, refleks gereği.
Bölgede olan olmayan, bölgeyi tanıyan tanımayan herkes konuşuyor.
Bir bilgi duyuluyor, okunuyor ve onu sakız gibi uzatarak üzerinde tepiniyorlar.

Bugünün ekranlarında karşımıza çıkan sözüm ona en iyi tablo tanınmış, hatta 'bizim devirden' gazeteci arkadaşların da ertesi gün doğrulanamayan dev iddialar ortaya atmasıdır -çoğu çürüdü bile- anne ve amca ilişkisi gibi!

Bunlar da ekranların 'crem de la crem'leridir ha!
Pamuklara sarıp sarmalamak gerekir, çünkü devamı dokunduğunuz an direk elinizde kalır, lime lime dökülür!

Canlı yayında Narin için toplu çığlık seansı yapanlar mı istersiniz, haber yapmayı bilmediği gibi gördüğü duyduğu şeyin bir haber olup olmadığını dahi anlayamayanlar mı? 'Özel haber' yapıyorum diye suyu bulandıracak, gerçekten iyice uzaklaştıracak bilgiler yaydığını bile fark etmeyenler mi istersiniz, yoksa dedektifliğe soyunup aranan gerçek için zar atan tahminleriyle sözüm ona bizleri 'bilgilendirenleri' mi?...

Evet Narin'in öldürülmesine üzülürken bir diğer yandan da gazeteciliğin yok edilmişliği, yayıncılığın çürümüşlüğü, medyanın kokuşmuşluğu gerçeği ile bir kere daha temas etmek durumunda kaldık.

Buraya bir not düşmeliyim; 20 günü aşkın süredir bölgeden Halk TV adına yayın yapan meslektaşım Ferit Demir'i tebrik etmek durumundayım.
Yayın yasakları, tehditler, köylülerin baskılarına rağmen haber yapmaya devam etti.
Sadece doğruluğundan emin olduğu bilgileri vermeye önem gösterdi.
Neden, çünkü tecrübeli bir gazeteci kendisi.
Bulunduğu yeri, içinde olduğu durumu anlayabilecek kadar tecrübeli.
Hâliyle heyecana kapılıp 'dedikodu' aktarmadı hiç.
Ama tekti, geri kalan tüm yayınlar konunun ilgi çekiciliğinden faydalanıp, her lafın, her iddianın dillendirilmesiyle büyük bir karmaşa yarattı!
Anne ve amca ilişkide, dediler devamı yok…
Köy mühimmat deposu olabilir, dediler devamı yok…

Oysa o köyde çok büyük bir olayın derinlere giden bağlarının, ortam bulandırılarak, hedef şaşırtarak kapatılmaya çalışıldığı aşikâr.
Bugün Narin olayı bu kadar karambole getirilebiliyorsa, yüz senaryo aynı anda tüm topluma zerk edilebiliyorsa, burada iyi yayıncılar, doğru yöneticiler ve tecrübeli gazeteciler kalmadığındandır!
Gazeteciliği bitirdiler.
Yayıncılığı bitirdiler.
Sağlıklı haber akışı sağlayabilecek insanları sürdüler.
Sahalarda çalışan genç arkadaşlar da çok yetersiz kaldı, hatta belki fark etmeden kullanıldı-kullanılıyor.

Mesele sadece toplumun çürümesi ile sınırlı kalmıyor anlayacağınız. Toplum çürürken tüm katmanları da bundan nasibini alıyor. Çok yakında bu çürümeyi doğru okuyabilecek entelektüelleri, geldiğimiz noktayı analiz edip tarihe not düşebilecek akademisyenleri, bu insanları bulup haberleştirecek o ender gazetecileri bile bulmakta zorlanacağız!

Tuğçe Tatari kimdir?

Tuğçe Tatari, 1980 yılında İstanbul'da doğdu. İstanbul Akademi Radyo Televizyon mezunu.

Gazeteciliğe 2000 yılında Habertürk'te muhabir olarak başladı. 2004 yılında Vatan gazetesine geçti. Gazete, dergiler ve ekler olmak üzere, dört yıl muhabirlik yaptı. 2009 yılında Akşam gazetesinde köşe yazarlığına başladı. Güncel konulara, sosyal hayata ve popüler kültüre dair eleştirel yazılar yazması için aldığı köşe yazarlığı teklifini kabul ettikten bir sene sonra siyasi yazılar yazmaya başladı.

Akşam gazetesine Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu TMSF'nin devlet adına el koymasının ardından, 2013 Haziran ayının sonunda Gezi Parkı olaylarına "mesafeli" durmadığı gerekçesiyle işten çıkartıldı. "Eski ana akım medyada yasaklı" konumuna gelen ve izleyen dönemde T24'te yazmaya başlayan Tuğçe Tatari'nin, Kürt sorununu ele aldığı ve halen "yasaklı yayınlar" arasında bulunan "Anneanne Ben Aslında Diyarbakır'da Değildim" adlı bir kitabı bulunuyor.

Yazarın Diğer Yazıları

Narin bir mesele…

Kaybolan Narin kaybolduğuyla mı kalacak, yoksa biz ülkenin uzak bir köşesinde ucunu tutacağımız ipi takip ederek çok daha büyük bir meseleye mi varacağız?

Devlete bak aileyi anlarsın!

"Hulusi Kentmen" temsilinde gösterilen devlet, yani baba soğuktur, serttir ama "içi iyidir" diye bilinir en azından… Ama bugünün Türkiye'sinde "görüntü"ye dahi ihtiyaç duyulmuyor! Ve ülkenin dört bir yanından şiddet haberleri yağıyor. Kadın, çocuk, mülteci artık kimi "zayıf" görüyorlarsa onu paramparça ediyorlar…

Kendi canımızdan bile vazgeçmişlik düzeyinde bir tepkisizlik hâli

Kahramanmaraş merkezli depremlerin yarattığı hasarların hesabı, sorumlularından sorulamamaktadır. Bizler Ankara’dan, İstanbul’dan, İzmir’den bu haksızlıklara karşı toplumsal bir destek verebildik mi? Peki, beklenen İstanbul depremi uzmanların da uyardığı şiddette yaşanınca, İstanbullunun sesi için kimler bu ‘işler’e yeltenecek?

"
"